15 Kasım 2016

Kemalizm’in soru korkusu üzerine

Kemalizm'in bu millete büyük bir borcu var. Aslında ne olduğunu ve bu milletten gerçekte neyi istediğini veya istemediğini açıkça ve sözü eğip bükmeden anlatması...

Zira bu eveleyip gevelemeler bitmeden, komiğin ve trajedinin sınırlarını zorlayan bu gelgitler nihâyete ermeden, hiçbir anayasa, hiç bir ekonomik cevvaliyet ve kalkınma, hiçbir eğitim reformu, hiçbir siyasi ve toplumsal tekâmül bu milleti gerçekten büyük ve hür yapamaz.

Boynumuzdaki zincirin dönem dönem, fâsılalarla biraz daha uzun ya da kısa bırakılması hakikati değiştirmez.

Gidebileceğin yer zincirinin nihai uzunluğu kadar.  Millet olarak inşa edeceğin dünyaya ait tasavvur ve tahayyül nefesin, o zincirin son halkasındaki tasarruf kudretinde tükenir. Bunu anlamalıyız! Zira Türk Milleti bundan böyle dostları ve düşmanlarıyla bütün insanlığa, tüm dünyaya bir teklif ve bir tehdit sunmak zorunda.

Bütün cihana, insanlığa cennetimiz ve cehennemimiz avuçlarımızda olduğu hâlde gideceğiz.

Aklımızı ve ruhumuzu pençeleri arasında mahsur ve mahkûm bırakan bir ideolojiye, bizi yavaşlatacak ve tereddüde düşürecek mıymıntı hezeyanlara bir an itibar edecek vakit ve tahammülümüz yok!

Eğer Kemalizm'le yola devam edeceksek bu, milletin ortak kabulü ve kararıyla olmalı. Yoldaşlık milletin tahammülüne değil tasdikine dayanmalı.

Bunun için Kemalizm'in geleneksel “soru korkusu” ve bu korkudan doğan yaygaracı-şamatacı karakteri ciddiye alınmadan analitik ve tarihi bir hesaplaşma yapılmalı.

Kemalist akıl -eğer mevcutsa – bu analiz ve hesaplaşmanın tabii gereği olan sorular karşısında şamata koparmak, ortamı yaygara ve vaveylaya boğarak hem yeni bir söz söylenmesi ihtimâlinin, hem de söylenmiş sözün tartışılmasının ve anlaşılmasının önüne geçmek şeklindeki tipik metodunu terk etmeli.  

Sövgüler, şımarık tepinmeler, kurgulanmış öfke ve infial gösterileri, kamuoyu oluşturmaya yönelik mizansenler,  tehdit, iftira, yargılı -yargısız şiddet gibi şirretlik unsurlarıyla hangi ideoloji bir millet üzerindeki tahakkümünü ilelebet pâyidar kılabilmiştir? Bu minvalde dün mümkün olmayan yarın da mümkün olmayacak.

Kemalizm'in kendisiyle ilgili cevaplanması gereken çok sade, çok basit, gayet sarih ama mühim sorular var.

Bu millete Ak Parti iktidar olmadan önce sistematik olarak çok büyük acılar çektirildi.

Fertlerinin şahsiyetine ve haysiyetine hiç değer verilmedi. Hunharca tahkir ve tezyif edildi.

Yoksulluğun ve yokluğun en ağırına mâruz bırakıldı. Hastane kapılarında ve koridorlarında tuhaf bir kin ve hoyratlığın ayakları altında tekmelendi, çiğnendi.

Babalar bu ülkenin karakollarına gidip çocuğunu sormaya cesaret edemedi. İnsanlarımız bu ülkenin karakollarında öldüresiye dövüldü, işkence gördü, sakat kaldı, can verdi!

Sıradan bir Türk'ün kıymeti, ne hastanede ne karakolda uyuz bir sokak köpeğinden fazla değildi.

Neden bütün bunlar olup biterken Kemalizm bir kere bile kendini ihlâl edilmiş ve tehdit altında hissetmedi?

Neden insanlarımızın, aç olması, karakollarda dayak yemesi, işkence görmesi, hastanelerde aşağılanması, itilip kakılması hiçbir zaman Atatürk ilke ve inkılâplarını tehdit etmedi?  

Neden biz seksen yıl boyunca böyle bir Kemalist itiraz, hatta böyle bir itirazın imasını bile duymadık?

Bu millete acı veren, sıkıntı veren hâl ve tutumlardan dolayı kendini hiçbir zaman tehdit altında hissetmeyen Kemalizm neden sâdece onun dînî söz konusu olduğunda muarız hassasiyetler taşıdı ve taşımaya devam ediyor, neden kendini tehdit ve tehlike altında görüyor? Bu bir tür tez-antitez ilişkisi mi?

Bir Türk çocuğu Kur'an-ı Kerim öğrenirken, genç kızı başını örterek okuluna giderken, bir Türk erkeği haram olduğu gerekçesiyle altın yüzük değil de gümüş yüzük takarken hatta Türk gençleri alkolden uzak tutulmaya çalışılırken bile teyakkuzda ve tehlikede olan Atatürkçülük, neden bir Türk vatandaşı işkenceyle öldüğünde tehlikede olmuyor, en iyimser yorumla bu hâdise ilgi alanına dahi girmiyor?

Bir milletin acılarına ve sıkıntılarına karşı değil de dinîne ve medeniyet değerlerine karşı teyakkuz hâlinde olan bir ideoloji o milletin yanında mıdır, yoksa o milletin karşısında mı?

Kemalizm, Türk Milleti'nin bireylerine değer vermeyen, olumlu istikâmette ilgilenmeyen, sâdece onu kontrol altında tutmak isteyen bir ideolojiyse ve bu ideoloji yalnızca bu milletin dinine karşı mevzilendiyse,  esas kurgulayıcısı kim?  

Herhangi bir coğrafyada doğup büyüyen insanlar, kendilerinden yedi veya yetmiş sene önce yaşayıp ölmüş bir adamın gözünden, insana, topluma ve hayata bakmaya mecbur edilebilirler mi? Onlara o adamın zamanı, bilgileri, kanaatleri, hezeyanları, duyguları, evhamları, sempatileri, antipatileri, tecrübeleri, zanları, güdüleri, zevkleri, eğilimleri ve nefretleri doğrultusunda zorunlu bir dünya görüşü dayatılabilir mi?

Hâlbuki hiç kimsenin, hiç kimseden, geçmişte yaşamış yahut hâlen yaşamakta olan politik veya ideolojik bir figürün, diğer insanlarca kendilerinden daha doğru, daha iyi, daha isabetli düşündüğünü, kendisinden daha büyük, daha vatansever veya daha ahlâklı olduğunu kabul etmesini beklemeye hakkı yoktur.

Herkes bu hayatı bir kez tecrübe etme, kendi şahsiyetini, zihnini ve kalbini inşa etme hakkıyla doğar. Allah'ın verdiği bu Aziz hakkı kimseye tarumar ettiremeyiz!

Bir milleti “hiçleştirmek” istiyorsanız önce içlerinden bir adamı “hepleştirmelisiniz”. Eğer bir adamı “hepleştirmek” istiyorsanız geriye kalanları “hiçleştirmelisiniz”. Milletimizi kim hiçleştirmek istedi?

Bir dünya görüşü olduğunu iddia eden ideolojinin değeri kendisini neyle ihlâl ve tehdit edilmiş gördüğüyle ilgili olduğu kadar neyin onu ihlâl ve tehdit etmediğiyle tespit edilir. Yani neye karşı olduğu kadar neye karşı olmadığı da mühim!

İnsanların inançları, ibadeti veya fikirleriyle kendini ihlâl edilmiş ve tehdit altında hisseden bir ideoloji veya rejim, insanların aşağılanması, haksızlıklara uğraması veya işkence görmesiyle ihlâl edilmiş ve tehdit altında olmuyorsa, o ideoloji, insanlık suçudur!