Kemalizmin ciddiyet korkusu hakkında
Atatürkçülük sorulardan korkuyor! Çünkü sorular karşısında verilen ya da veril(e)meyen cevaplar kalabalıkların bir anda ciddileşmesine sebep olabilir. Kemalist teorininse ciddiyet zemininde hayatta kalabilme imkânı akvaryum dışına alınmış bir balığın akciğer solunumu yapmaya başlama ihtimalinden daha az görünüyor.
Türkiye'de doksan üç senedir istisnasız tüm insanlar ilkokuldan başlayarak ortaöğretim ve üniversitelerde devam edecek şekilde atatürkçülük eğitimi alır ve yoğun şekilde tek taraflı bir ideolojik propagandaya mâruz bırakılırlar.
Bütün devlet üniversitelerinde Atatürk ilkeleri ve inkılâp tarihi enstitüleri mevcut ve her biri onlarca yıldır aktif şekilde çalışıyor. Bugün atatürkçülüğe yahut kemalizmin mihveri/çekirdeği olan Atatürk'e yönelik herhangi bir eleştiri karşısında bir atatürkçünün göstereceği tepki veya söyleyeceği söz nedir diye sorulsa, milyonlarca insan koro hâlinde ve tek ses olarak aynı şablon repliği tekrarlayabilir; “Atatürk olmasaydı annen yine aynı olurdu ama baban Yorgo mu olurdu, başkası mı bilemeyiz”. Bu ciddiyetsiz, kaba, çiğ ve sığ replik, akademisyen ve bürokratından, iş adamı, memur, esnaf ve köylüsüne kadar bütün atatürkçü tipolojinin sabit ve değişmez ortalamasıdır.
Sadece seksen yıllık kemalist literatürün gelebildiği nihâi nokta, ortaya koyabildiği nihâi cümle olması sebebiyle önemli değildir bu söz! Kemalist esas, usûl ve estetik anlayışının tamamı, en son raddesine kadar bu cümle ve tavır içinde tezâhür etmiş, görünür olmuştur.
Kemalist zihin ve içgüdü hızla çalışır, muhatabını düzeyden ve ciddiyet alanından süratle kopartarak düzeysizlik ve laubâlilik alanına çekmek ister. Bu tavrın esas hedefi anlam-bağlam ilişkisini yok ederek muhakeme üzerinden yürüyecek bir diyalogu imkânsız hâle getirmektir. Burada hem anne kutsiyetine hem de kadının namusuna yöneltilen açık tecavüz imâsı, koşullu önerme hâline sokulmuş bir piçlik ithamıyla birleştirilmiştir.
Yapılan da muhatabın sinir- zihin uyumunu kilitlemeye yönelik, gayet bayağı ama bilinçli bir şirretliktir. Umumiyetle ilkel ve sığ ideoloji sahipleri, mutlak haksızlıklarını ve tutarsızlıklarını gözlerden kaçırmak için bu tür söylem illüzyonlarına teşebbüs ederler. Kendi yargılarını onaylatmak amacıyla kirli şuur altlarını da ifşa ederek kadın cinselliğine yöneltilmiş bir saldırganlık söylemiyle tasdik mevziileri oluştururlar.
A.B.D.'de zenci düşmanı ve kölelik taraftarı olanların da ırkçılık karşıtı ve eşitlik taraftarı olan beyazlar karşısında sürekli kullandıkları meşhur ve şablon replikleri vardı; “Yani ileride kızını bir zencinin becermesinin senin için sorun olmayacağını mı söylüyorsun?” Geçmişte ya da ileride anne veya kız, ancak kadına tecavüz ve “becerme” imgeleri üzerinden kendini savunabilen, ifade edebilen, tanımlayan ideolojilerle karşı karşıyayız.
Buna örnek olarak Atatürk'e yahut atatürkçülüğe eleştiri getiren kişinin kadın olması hâlinde, kemalistin muhavereyi yılışık bir tacize dönüştürerek yaptığı “bir erkeğin ikinci üçüncü karısı olmaktan hoşlanma ve cariye olma” ithamını da ilave etmeliyiz.
Aynı zihin, aynı bilinçaltı… İlginçtir, haksızlar haklılar karşısında dünyanın her yerinde ve tarihin her kesitinde, güç ve güçsüzlük düzeylerine göre aynı tepkileri veriyor, aynı davranış biçimlerini gösteriyorlar. (Birkaç gün evvel Suriyelilere karşı dillendirdiği nefret söylemine tepki gösterenlere “Suriyelileri o kadar seviyorsanız kızlarınızı onlara verin” dediğini söyleyen kötü bir “adam” gördüm. Emin olun ne kadar isterse istesin başka cümleler kuramaz, farklı şekilde düşünemez.
Ne yaparsa yapsın küpün dışına sızan ancak içindeki olacak.) Irkçı ya da atatürkçü, muhalifiyle anlam-bağlam ve tarihi veri –vakıa ilişkisi üzerinden konuşmasını bir kaç adım öteye taşıyamayacağını, müktesebatının tükeneceğini ve savlarının çürüyeceğini bilen her fanatik için, ciddiyet tahrip edilmesi gereken ilk köprüdür.
Muhatap ya koruma kanunlarını ihlâlle suçlanacak böylece fikri ifade, adli bir hadise olarak kriminalize edilecek ya da rekabet edemeyeceği ve aynı irtifasızlıkta karşılık veremeyeceği bir çirkeflik alanına çekilmeye çalışılacaktır.
Konuşan ve dinleyen zihinin muhakeme ve tahlilin sıralı süreçlerinden geçmesini istemezler. Fanatik, abes ve saçma üzerinden kendini ifade ettiğini, tartışmada muarızına galebe çaldığını, en kötü ihtimalle, gerçekten bir şey söylediğini sanır. Öte yandan hakikaten muhatabını çaresiz bırakan bir düzlemdir bu. Polisin rüşvet almasına yahut işkence yapmasına karşı çıktığında o sana “başın sıkıştığında polisi arama öyleyse” ya da “onun kurduğu ülkede yaşama o zaman” diye cevap verir.
Kemalizmin/atatürkçülüğün ciddiyetle incelenmesinin önündeki en büyük engel yine kendisidir. Zira bu güne kadar kendini tanımlamamış, tanımlayamamıştır.
Bunda kendini hiçbir ilke, kural ve kriterle sınırlamayarak, kayıt altına alınmama, çelişkilerinde boğulmama çabası da var şüphesiz. Ancak gerçek daha vahim; üzerinde konuşulacak ve çalışılacak bir malzeme de yok! Atatürkçülüğün altı ilkesi Mustafa Kemal'in yaşadığı dönemde batı ülkeleri tarafından tüm dünyaya pompalanan, popüler ve içi istenildiği gibi doldurulabilir boş kavramlar.
Bu tanımsız popüler sözcüklerle bir bulamaç yapılarak dışarıdan bakıldığında ideoloji gibi görünen bir kabuk oluşturulmak istenmiş. Bu ölçüsüzlük ve tanımsızlık sayesindedir ki kemalist, ülkesini işgal eden düşmanlarının şapkasını takarak, alfabesini benimseyerek, onların kisvesini giyerek, telâkkilerine ve kanunlarına tâbii olarak yüzyılın ilk ve en büyük antiemperyalist savaşını verdiğini -belki de inanarak- söyleyebilir ve başkalarının da buna inanabilmesini bekleyebilir. Aynı tanımsızlık sayesinde fevkalade pozitivist olan atatürkçü, bilim ve fennin dışında hiçbir mürşit tanımaz ve bu arada senenin belli günlerinde bir dağın üzerine düştüğüne inandığı “Atatürk siluetini “tüyleri diken diken olmuş şekilde” gözyaşlarıyla seyredebilir. Ayrıca hâlâ Ata'sını sevmeyenlerin bu manzaradan ibret alıp nâdim olmasını isteyebilir. Uzay çağında yine mi tekke, zaviye, türbe diye anıtkabire şikâyete gidebilir.
Atatürk'ün ateist veya agnostik bir bilimci olduğunu “göklerden indiği sanılan bir kitapla ” ve “ arap oğlunun yâveleriyle” zerre kadar bağının olmadığını iftiharla anlatırken bu inanç düzleminin İslam teolojisindeki ıstılâhi karşılığının kâfir/küfür olduğunu duymaya tahammül edemez. Bir anda ve büyük bir kıvraklıkla ayarlarını ülkede “onun sayesinde okunan” ezanlar üzerinden “rahmetli ve cennetmekân Atatürk” olarak yeniler. Kilise ve havralarda papaz ve hahamları büyük bir saygı ve sempati halesiyle dinlerken agnostik ya da ateist olduğunu iftiharla söyledikleri Atatürk'e dua etmedikleri için onlara karşı bir kere bile seslerini yükseltmez ama camilerde imamları azarlamaya, yuhalamaya teşebbüs edebilirler. Kemalist, körkütük cehaletten zilzurna sarhoştur! Onu asla biraz ciddi olmaya ikna edemezsin.