VF kat sol
VF kat sağ


Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (66)

Boş bir şâyia resmî tez hâline geldi

“Güneş-Dil ekolü mensupları”nın bu gibi kat’î redd ifâdelerine rağmen, ipe sapa gelmez şâyia, hükmünü yürütmiye devâm etti, bâzı muharrir ve edebiyatçılar tarafından alenen ifâde edilmiye başladı ve netîcede, İlmî Zihniyet ve Ahl̃âkın neredeyse esâmesinin okunmadığı bir totaliter düzende resmî tez, resmî îzâh şekli hüviyetine büründü…

Mes’elenin en ıztırâb verici tarafı şudur ki bu edebiyatçı, muharrir, fikir adamları, üstelik, Türkcemize, edebiyâtımıza pek kıymetli hizmetleri olan, bu zâviyeden kendilerine karşı ancak şükrân duyduğumuz şahsıyetlerdir…

Edebiyatçı ve muharrirler içinde, “Güneş-Dil”in tasfiyecilikten kurtulmak için bir tâbiye olduğu yorumunu ilk def’a dile getiren, tesbît edebildiğimiz kadarıyle, muharrir, edebiyat ve tercüme târîhçisi İsmail Habib Sevük’dür.

Cumhuriyet gazetesinde 20 Kasım 1948’den 25 Mart 1949 târîhine kadar intişâr eden 19 makâlesini topladığı Dil Da’vâsı’nda, “Güneş-Dil”in, “dilde inkılâb olamıyacağını isbât ettiğini ve onun ne bir nazariye, ne bir şey; apaçık şanlı bir ric’at olduğunu” ileri sürmektedir. (İsmail Habib Sevük, Dil Da’vâsı, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1949, s. 29)

Yine 1940’lı senelerin ikinci yarısında “Öztürkçe” yaftalı Uydurma Dile karşı Târîhî Türkceyi müdâfaa eden makâleler neşreden Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’de de benzeri bir têvîl dikkat̃i çekmektedir. (Ali Fuad Başgil, Türkçe Meselesi, İstanbul: Yağmur Yl., 2006 –ilk baskısı: 1948-, ss. 51-52; ayrıca, “27 Mayıs İhtilâli hakkındaki Fransızca kitabı: La Révolution militaire de 1960 en Turquie – Ses origines-; Contribution à l’étude de l’histoire politique intérieure de la Turquie contemporaine, Genève: Éd. Perret-Gentil, 1963, p. 42)

Aynı têvîli, Sâmiha Ayverdi’nin ve Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ın dahi tekrâr ettikleri görülüyor. (Sâmiha Ayverdi, Ne İdik, Ne Olduk?, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 2007, 2. baskı -1. baskı: 1985-, ss. 202-203; Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Türkçemiz ve Uydurmacılık, İstanbul: Boğaziçi Yl., 1977, s. 58)

Kezâ, Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu… (Necmettin Hacıeminoğlu, Türkçenin Karanlık Günleri, İstanbul: İrfan Ye., 1977, 2. basım -1. basım: 1972-, s. 97)

Bunlardan daha dikkat̃e ve hayrete şâyân olanı, yıllarca Dil-Târîh ve Coğrafya Fakültesi’nde “Güneş-Dil Teorisi” dersini vermiş olan Prof. Dr. Abdülkadir İnan’ın da bu istikâmette bir makâle kaleme almış olmasıdır. (Abdülkadir İnan, “Atatürk’ün Etimoloji Anketi”, Türk Kültürü, Ankara, Kasım 1965, sayı 37, ss. 74-79)

Banarlı’nın inanılmaz tahrîfâtı ve yakıştırmaları

İki cildlik Resimli Türk Edebiyâtı isimli muazzam eserin müellifi Nihad Sâmi Banarlı’nın –evvelce Meydan mecmûasında ve Yeni Sabah’da neşredilmiş makâlelerini bir araya toplıyan- Türkçenin Sırları, sâdece Târihî Türkcemizin bir müdâfaanâmesi değil, aynı zamanda onun en güzel nümûnelerinden biridir. Türkcenin birçok “sırrı”, hak̆îkaten bu kitabla keşfolunuyor: Târihî seyir içinde, -başta Arabca ve Farsça olmak üzere- temâs ettiği dillerden feyizlenerek durmadan tek̃âmül eden ve 20. asra dünyânın en kudretli ve zarîf dillerinden biri olarak giren bir dil… Bu îtibârla, o, bir Târihî Türkce rehberi mesâbesindedir ve isl̃âmî-millî hislerle meşbû bir okurun onu heyecânlanmadan, derin düşüncelere dalmadan, zevk̆yâb olmadan mütâl̃aa etmesi bize imk̃ânsız görünüyor…

Bütün bu fazîletleri yanında, kitabın büyük kusûru, bâzı bahislerde, Kemalizmi Kemalizme karşı kullanarak da Türkceyi müdâfaa etmiye kalkışmasıdır. Bu cümleden olarak yazılanlar, samîmiyetsizdir, hil̃âf-ı hak̆îkat̃tir, tahrîfk̃ârdır… Bu müşâhedemizi, buraya, büyük üzüntüyle kaydediyoruz.

Kitabın son 39 sayfası (1972: 281-319), Banarlı’nın 24 il̃â 31 Temmuz 1960 târihli Yeni Sabah nüshalarında tefrika edilen “28 Yıl Sonra” başlıklı uzun makâlesidir… Makâlesinde, hem Dil İnk̆il̃âbını ve “Öztürkcecilik” cereyânını, hem de “Güneş-Dil Teorisi”ni değerlendiriyor ve maâlesef, sırf “tabu”yu her yaptığında iyi niyetli ve isâbetli göstermek endîşesiyle târihî vak’aları fecî şekilde tahrîf ediyor… Bu kısımdan değil de, “Atatürk, Güneş-Dil Teorisi vâsıtasıyle tabiî dile dönmek istemiştir.”, “Güneş-Dil Teorisi, […] Atatürk’ün, evvelce girilen çıkmaz bir yolu, milletin gönlünü incitmeden terketmek şeklindeki çok ince bir görüşüdür.”, “Atatürk, dâhiyâne bir davranışla ve mutlak bir emirle uydurma Türkçe’den tabiî Türkçe’ye dönme işini yine aynı adamlara yaptırdı.” kabîlinden (ss. 101, 99) –evvelce serdettiğimiz vesîkaların tekzîb ettiği- görüşlerini hül̃âsaten beyân ettiği “İlmi Yenen Vehim” başlıklı Fasıldan (1972: 97-102) ik̆tibâs ettiğimiz - ciddî bir tenk̆îde tâbi tutulduklarında tuzla buz olan, delîlsiz, zayıf muhâkemelere dayanan, tenâkuzlarla dolu- aşağıdaki pasajlar (Faslın başı), bu husûsda bir fikir verebilir:

“Atatürk, her yaptığını milletinin iyiliği için yaptığına inanırdı. Dil İnkılâbındaki tutumu da böyleydi: Önce ‘dilimizi ne ölçüde özleştirebiliriz?’ diye bir tecrübede bulunmuş, sonra, bunun iyi netîce vermediğini görünce, özleştirme’den vazgeçmişti. Arkasından, güzel ve tabiî Türkçe’yi alaylı dil âlimleriyle bozguncuların elinden kurtarmak için de bütün gücüyle Güneş-Dil Teorisi’ne sarılmıştı.

“Bu teori, Türkçeleşmiş her kelimenin Türkçe olduğunu isbât yolunda kullanılıyordu. Böylelikle 1935 sonlarında, ilk bakışta biraz fantastik gibi görünen fakat vazîfesi Türkçeyi korumak ve kurtarmak olan yeni bir güneş doğmaya başlamıştı.

“Daha sonra Türk Dili Belleten’lerine güneş kursu’nun resmi konmuş ve o zamânın Dil Kurumu âzâsı [âzâları], aldıkları emir üzerine, Türkçeye Arapçadan, Farsçadan hattâ Fransızcadan geçmiş kelimelerin Türkçe olduklarını harıl harıl isbâta koyulmuşlardı.

“Atatürk’ün hayâtının son dört yılı, Türkçeyi kendi tabiî yoluna getirmek için yaptığı çalışmalarla geçti.

“Yaptığı inkılâbın alaylı âlimlerin veyâ bozguncuların oyununa geldiğini çok iyi anlayan Atatürk, şimdi bütün gücünü Türkçeyi bu oyundan kurtarmaya sarfediyor ve bu işi de milletin uydurmacaya inandırılmak istenmiş rûhunu zedelemiyecek, yeni bir incelikle yapıyordu. Atatürk’ün dünyâya göz yumarken son sözünün ‘dil’ olması da [???] milletine Türkçeyi korumak ve kurtarmak için bulunan son yolda devam mânâsında, azîz işâretiydi. [???]

“Çünkü o alaylı dil âlimleri Atatürk’ün huzûrunda dil adına ne şaklabanlıklar, Lilliput’un devlet adamları gibi, ne canbazlıklar yapmamışlardı.” (Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Neşriyâtı, 1972 –ilk baskı-, ss. 97-98)

Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’ın makyavelist têvîli

Türk Dili sâhasında takdîre şâyân pek çok araştırmasıyle tanınan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz gibi bir Türkce âlimi de, ne kadar şâyân-ı teessüftür ki, Meydan mecmûasının Ocak 1982 târih ve 601-83 sayılı nüshasında intişâr eden “Güneş-Dil Teorisi ve Yöneldiği Hedefler” başlıklı makâlesinde, makyavelist bir muhâkeme tarzıyle, “Güneş-Dil Teorisi”ni, hedefine ulaşmış bir siyâset olarak değerlendiriyor:

“Kısacası, tarih konusu gibi dil konusunun da milletin sosyal hayatı ile fikrî terbiyesinde bir vasıta olarak kullanılması, milletçe bir dil ve tarih şuuruna ulaşılması gerekiyordu. İşte Güneş-Dil Teorisinin dil inkılâbı yolu ile kültür hayatımızda ulaşmak istediği hedeflerden biri bu idi. Eğer bu gün dilimizin zengin bir tarihî varlığa sahip olabildiğinin bilincinde isek, bunu o devrin heyecanlı atmosferine borçluyuz. [???] Bu bakımdan Güneş-Dil teorisi gayesine ulaşmıştır denebilir.

“Güneş-Dil Teorisi, dil inkılâbının uygulama safhası içinde ikinci bir görev daha yüklenmiştir. O da Türkçeleşmiş olsun olmasın, Türkçeye girmiş bütün yabancı kelimeleri dilden atma amacı güden ‘tasfiyecilik’ hareketinin frenleyicisi olma görevidir. […]

“…Dili tasfiyecilik çıkmazından kurtaracak bir tedbir arandığı noktada Güneş-Dil Teorisi devreye girmiştir. Mâdem ki Türkçe öteki dillere de kaynaklık etmişti, o hâlde, dilimizde yer almış ve yüzyıllardır kullanıla kullanıla esasen Türkçenin bugünkü ses yapısına, anlam ve zevk ölçülerine de sinmiş bulunan Osmanlıca kelimelerin dilden atılmasına gerek kalmamıştı. […] Güneş-Dil Teorisi bu noktada da hedefine ulaşmıştır.” (Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, “Türkçede -°l Eki”, Türk Dili Üzerine Araştırmalar, Ankara: T. Dil Kurumu Yl., 1. cild, 1995, ss. 782-783)

tt.JPG

(Bütün Dünya, Nisan 2002, s. 20)

“Güneş-Dil âlimleri”nden bir grup… “Dâhî Başbuğ”un sağında Şükrü Kaya, solunda Prof. Hasan Reşid Tankut, Tankut’un arkasında Agop Martayan Dilaçar (uzun boylu, gözlüklü), Ş. Kaya’nın arkasında, solunda Dr. Mehmet Ali Ağakay (uzun boylu)… “Ebedî Şef”in ölümünden sonra, bir-iki istisnâyle, hepsi, “Güneş-Dil Teorisi” defterini kapıyacaktır…

***