Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (37)
(Cumhuriyet, 25.8.1936, s. 1)
Devletin bütün
imk̃ânları, “dâhiyâne” bir safsata uğrunda seferber ediliyor!
Farmasonlar da “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nı
destekliyorlardı
Türkiye’de, Sabataîlik gibi Farmasonluğun da
Kemalizmle nasıl iç içe geçmiş olduğu, her Farmasonun (yine her Sabataî gibi)
fanatik bir Kemalist olduğu mâl̃ûm
olunca, 1930’lu senelerde, Farmasonların da “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nı
harâretle desteklemiş olmaları, insana şâyân-ı hayret gelmiyor. Bu husûsta bir
misâl̃ kâfî
olsa gerektir: 1933 senesinde Vefâ Muh. L. Üstâd-ı Muhteremi, 1933-1936 Türkiye Büyük Meşrik̆i
Dâimî Büyük Hey’eti Âzâsı, Merk Şirketi Fennî Mümessili, 22 Mayıs 1948 tarihinde Üstâd-ı Âzam
Mim Kemal Öke öncülüğünde têsîs edilen Ülkü Locası Âzâsı Dr. Muhittin Celâl Duru… “B.
Muhittin Duru”, “Şişli Halkevi”nde yeni “ink̆il̃âb” hakkında pek heyecânlı bir “söylev
veriyor”:
“…Güneş-Dil Teorisi sayesinde anladık ki
İndo-Öropeen, Ural-Altay, semitik adlarıyle ayrılan dil familyaları tek bir
aile efradıdır. […]
“Bilhassa şu hakikat tebellür etmiştir ki
dillerdeki müşterek prensipal kökler ve yine müşterek kültürel kelimeler ve
sesler Türk Dilinin öz malıdır. […]
“Güneş-Dil
Teorisinin meydana koyduğu yüksek hak̆îkat̃: Bütün dillerde kültüre âid kelimelerin
kaynağı Türk dilidir ve geçmiş çağlardaki medeniyetler, Türk eli ve diliyle
bütün cihâna yayılmıştır”
“Gizlenemez, inkâr edilemez güneş kadar parlak
bir hakikattir ki bütün dillerde kültüre, zekâ evolüsyonuna ait konkre ve
abstre kelimelerin kaynağı Türk dilidir. Dil araştırmalarının ve hususiyle
(Güneş-Dil Teorisinin) meydana koyduğu bu yüksek hakikat geçmiş çağlardaki
medeniyetlerin Türk eliyle ve Türk diliyle bütün cihana yayılmış olduğunu
gösterir. […]
“Mısır medeniyeti, Hint medeniyeti, Asur ve
Babil medeniyeti, Maya ve Çin medeniyeti, Elen ve Fars medeniyeti… Bütün o
sayısız medeniyetlerin hep Türkten kudret, hep türkçeden eleman aldıklarını
görürsünüz. (Güneş-Dil Teorisinin) nuriyle bu hakikatler daha iyi anlaşılıyor.
Fikir tarihinin yolları dahi iyi aydınlanıyor. […]
“Değerli arkadaşlarım, dört senelik dil
araştırmaları ve bu araştırmaların üzerinde parlıyan (Güneş-Dil Teorisi) Türkün
asaletini, Türkün ezeliyetini, Türkün medeniyetini meydana koyan bir devrim
yaratmıştır. Medeniyet âleminde, kültür hareketlerinde, insanlık ve fazilet
yollarında göz kamaştıran her iyi ve güzel, Türkün yavrusudur.” (Türk Dili, Türkçe-Fransızca Belleten,
İstanbul: Türk Dil Kurumu neşri, İlkteşrîn (Ekim) 1937, sayı: 23-26, basılışı:
1938, s. 27)
“Güneş-Dil” safsatasına
îtirâz edenlerin âk̆ibeti
Totaliter Rejim îcâbı, “Mutlak Şef” ne söylerse
herkes onu doğru kabûl̃ etmek
ve her husûsta ona tâbi olmak mecbûriyetindeydi. Îtirâza cür’et edenlerin ise,
kısaca, defterleri dürülüyordu… Bunlara bir misâl̃, Fil̃ol̃oji
Prof. Dr. Fazıl Nazmi Rükün’dür. Prof. Dr. Mehmed Ali Aynî’nin şahâdetine
nazaran, Girit muhâciri olan bu fil̃ol̃oji profesörü, Türkçe ve Rumcadan mâadâ,
Arabca, Almanca, İngilizce ve Fransızca bilmekteydi. Onun başına gelenleri bize
rahmetli Sâmiha Ayverdi naklediyor:
“Dolmabahçe Sarayı’na dâvet edilerek günlerce
orada misâfir edilip dışarı ile alâkaları kesilenler arasında değerli ilim
adamları olduğu gibi, bol bol dalkavukluk eden menfâat düşkünü k̃âselîsler de mevcûddu.
“Atina”nın
“at anası”ndan bozma olduğu hezeyânını reddetmenin cezâsı
“Bu arada Profesör Fâzıl Nazmî Bey de Saray’da
kapalı olanlar meyânında idi. Bir toplantı sırasında sözde ilmî müzâkerelerden
biri yapılmakta iken, eyyamcı bir âzâ, masa üstüne çıkarak, dünyâ dillerinin
Türkçe’den türemiş olduğunu söyledikten sonra, misâl olarak da Atina’nın at
anasından türemiş bir kelime olduğu iddiâsında bulununca, bu dalkavukluğa
sinirlenen üstâd, söz istemiş ve:
- Ben Atina Üniversitesi’nde okudum. Böyle
gayr-i ilmî ve mantık dışı bir iddiâ olamaz!
demiş.
“Evet, demiş amma, sabahleyin Saray’daki
odasında uyandığı zamân, kapısının altından atılmış kâğıtta Üniversite’deki
kürsüsünden istîfâ etmesi yazılı imiş.
“Tabiî, etmiş de.
“Bu ciddî ve değerli ilim adamı, o hâdiseden sonra, kitabının dahi
Üniversitece basılmadığını söylemiş ve küskünlüğünü saklayamayan yüzü de,
sonuna kadar gülmemişti.” (Sâmiha
Ayverdi, Ne İdik? Ne Olduk?,
İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 2007, ss.
203-204)