​Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (37)

 

 19mart2022yesevizade7ed5d2b8-1b78-4aec-af83-005d8e901943.jpg

(Cumhuriyet, 25.8.1936, s. 1) 

Devletin bütün imk̃ânları, “dâhiyâne” bir safsata uğrunda seferber ediliyor!

 

 

Farmasonlar da “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nı destekliyorlardı

Türkiye’de, Sabataîlik gibi Farmasonluğun da Kemalizmle nasıl iç içe geçmiş olduğu, her Farmasonun (yine her Sabataî gibi) fanatik bir Kemalist olduğu mâl̃ûm olunca, 1930’lu senelerde, Farmasonların da “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nı harâretle desteklemiş olmaları, insana şâyân-ı hayret gelmiyor. Bu husûsta bir misâl̃ kâfî olsa gerektir: 1933 senesinde Vefâ Muh. L. Üstâd-ı Muhteremi, 1933-1936 Türkiye Büyük Meşrik̆i Dâimî Büyük Hey’eti Âzâsı, Merk Şirketi Fennî Mümessili, 22 Mayıs 1948 tarihinde Üstâd-ı Âzam Mim Kemal Öke öncülüğünde têsîs edilen Ülkü Locası Âzâsı Dr. Muhittin Celâl Duru… “B. Muhittin Duru”, “Şişli Halkevi”nde yeni “ink̆il̃âb” hakkında pek heyecânlı bir “söylev veriyor”:

“…Güneş-Dil Teorisi sayesinde anladık ki İndo-Öropeen, Ural-Altay, semitik adlarıyle ayrılan dil familyaları tek bir aile efradıdır. […]

“Bilhassa şu hakikat tebellür etmiştir ki dillerdeki müşterek prensipal kökler ve yine müşterek kültürel kelimeler ve sesler Türk Dilinin öz malıdır. […]

“Güneş-Dil Teorisinin meydana koyduğu yüksek hak̆îkat̃: Bütün dillerde kültüre âid kelimelerin kaynağı Türk dilidir ve geçmiş çağlardaki medeniyetler, Türk eli ve diliyle bütün cihâna yayılmıştır”

“Gizlenemez, inkâr edilemez güneş kadar parlak bir hakikattir ki bütün dillerde kültüre, zekâ evolüsyonuna ait konkre ve abstre kelimelerin kaynağı Türk dilidir. Dil araştırmalarının ve hususiyle (Güneş-Dil Teorisinin) meydana koyduğu bu yüksek hakikat geçmiş çağlardaki medeniyetlerin Türk eliyle ve Türk diliyle bütün cihana yayılmış olduğunu gösterir. […]

“Mısır medeniyeti, Hint medeniyeti, Asur ve Babil medeniyeti, Maya ve Çin medeniyeti, Elen ve Fars medeniyeti… Bütün o sayısız medeniyetlerin hep Türkten kudret, hep türkçeden eleman aldıklarını görürsünüz. (Güneş-Dil Teorisinin) nuriyle bu hakikatler daha iyi anlaşılıyor. Fikir tarihinin yolları dahi iyi aydınlanıyor. […]

“Değerli arkadaşlarım, dört senelik dil araştırmaları ve bu araştırmaların üzerinde parlıyan (Güneş-Dil Teorisi) Türkün asaletini, Türkün ezeliyetini, Türkün medeniyetini meydana koyan bir devrim yaratmıştır. Medeniyet âleminde, kültür hareketlerinde, insanlık ve fazilet yollarında göz kamaştıran her iyi ve güzel, Türkün yavrusudur.” (Türk Dili, Türkçe-Fransızca Belleten, İstanbul: Türk Dil Kurumu neşri, İlkteşrîn (Ekim) 1937, sayı: 23-26, basılışı: 1938, s. 27)

“Güneş-Dil” safsatasına îtirâz edenlerin âk̆ibeti

Totaliter Rejim îcâbı, “Mutlak Şef” ne söylerse herkes onu doğru kabûl̃ etmek ve her husûsta ona tâbi olmak mecbûriyetindeydi. Îtirâza cür’et edenlerin ise, kısaca, defterleri dürülüyordu… Bunlara bir misâl̃, Fil̃ol̃oji Prof. Dr. Fazıl Nazmi Rükün’dür. Prof. Dr. Mehmed Ali Aynî’nin şahâdetine nazaran, Girit muhâciri olan bu fil̃ol̃oji profesörü, Türkçe ve Rumcadan mâadâ, Arabca, Almanca, İngilizce ve Fransızca bilmekteydi. Onun başına gelenleri bize rahmetli Sâmiha Ayverdi naklediyor:

“Dolmabahçe Sarayı’na dâvet edilerek günlerce orada misâfir edilip dışarı ile alâkaları kesilenler arasında değerli ilim adamları olduğu gibi, bol bol dalkavukluk eden menfâat düşkünü k̃âselîsler de mevcûddu.

“Atina”nın “at anası”ndan bozma olduğu hezeyânını reddetmenin cezâsı

“Bu arada Profesör Fâzıl Nazmî Bey de Saray’da kapalı olanlar meyânında idi. Bir toplantı sırasında sözde ilmî müzâkerelerden biri yapılmakta iken, eyyamcı bir âzâ, masa üstüne çıkarak, dünyâ dillerinin Türkçe’den türemiş olduğunu söyledikten sonra, misâl olarak da Atina’nın at anasından türemiş bir kelime olduğu iddiâsında bulununca, bu dalkavukluğa sinirlenen üstâd, söz istemiş ve:

- Ben Atina Üniversitesi’nde okudum. Böyle gayr-i ilmî ve mantık dışı bir iddiâ olamaz!

demiş.

“Evet, demiş amma, sabahleyin Saray’daki odasında uyandığı zamân, kapısının altından atılmış kâğıtta Üniversite’deki kürsüsünden istîfâ etmesi yazılı imiş.

“Tabiî, etmiş de.

“Bu ciddî ve değerli ilim adamı, o hâdiseden sonra, kitabının dahi Üniversitece basılmadığını söylemiş ve küskünlüğünü saklayamayan yüzü de, sonuna kadar gülmemişti.”  (Sâmiha Ayverdi, Ne İdik? Ne Olduk?, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı,  2007, ss. 203-204)