Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (59)

TDK Sözlük’ünün damgalı kelimeleri: İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı kelimeler

Bu hedefe muvâfık olarak, Sözlük’de, tamâmen umûmî dilimizin malı olmuş, bâzıları bin senedir kullandığımız, dilimizde yeni mânâlar, tedâîler kazanmış, binbir merâmımıza vâsıta olmuş kelimeler kara listeye alınıyor ve hepsi alnına bir kara damga yiyor:

“Yabancı bir dilden geldiği halde dilimizde henüz kullanılmakta bulunan kelime ve terimlerden Türkçe karşılıkları bulunmuş olanların yalnız bu karşılıkları yazılmak yoliyle bu gibilerden yarın için bir yaşama beklenilmediği belli edilmiş ve tariflerle örnekler –küçük bir kısım kelimeden başkalarında- karşılık olarak bulunmuş Türkçe sözlere konulmuştur. Bununla birlikte bunların yabancı anlamdaşları da –yabancılıkları belirtilmek üzere- yanlarına kalınca bir siyah nokta konularak yazılmıştır.” (“Önsöz”, s. VI)

Meselâ “tercüme etmek” karşılığı olarak “çevirmek” verilmiş ve bu kelime, tercüme keyfiyetinin hakîkatini ifâde etmiyen “bir dilden başka bir dile aktarmak, tercüme etmek” şeklinde târif edilmiştir ve “tercüme”nin başında bir siyah nokta vardır; yânî dilimizin bin senelik bu kelimesi böylece damgalanıp kara listeye alınıyor; okur, bu kelimeyi kullanmamak husûsunda îkâz ediliyor… “Çevrinmek”, “tavâf etmek” demekmiş ve “tavâf” önünde de kara damga var… Kezâ “çevrel” / “*muhitî”, “çevrelemek / “*hasretmek”, “çevren” / “*ufuk”, “çevri” / “*tevil”, “çevrilemek” / “*tevil etmek”, “çevrim” / “*devir”, “çevrimsel” / “*devrî” (s. 121), “dinsel” / “*dinî”, “dinayrısı” / “*lâdinî, *layik”, ilh… “Din” kelimesinin mecâzî mânâsı da şuymuş: “İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü”. Arkasından şu misâl̃ geliyor: “Kemalizm Türkün dinidir.” (s. 153) Şâyed bu kafada bir “Türk” varsa, ona Türklüğünü sorgulaması tavsıye olunur!

Daha birkaç sene evveline kadar “Öztürkce” olduklarını isbât bâbında sayfalar dolusu makâleler yazdıkları Fransızca kelimeleri ise, hiç hicâb etmeden, Milletten özür dilemeden, Fransızca olarak gösteriyorlar… Meselâ “aberasyon”, “abajur” (s. 1)… Ahmet Cevat Emre’nin “Öztürkce” olduğunu isbât etmek için onca hokkabazlık yaptığı “dinamo” kelimesi, kezâ “dinamik”, “dinamometre” kelimelerinin Yunanca olduğu kaydedilmiş… Hâl̃buki bu kelimeler, bu yapı ve tel̃affuzla, bize Fransızcadan geçmiştir. Binâenaleyh bizim için onların menşêi, Fransızcadır; Fransızca için de, Yunanca: “dynamo” < Yun. “dunamis”; “dynamique” < Yun. “dunamikos”; “dynamomètre” < Yun. “dunamis” ve “-metrês, -metros, metron”…

Şu var ki Fransızca kelimelerin artık “Öztürkce” oldukları iddiâ edilmiyorsa da, “arsıulusal̃ terimler” olmaları hasebiyle ik̆tibâs edilmelerinde hiçbir mahzûr olmadığı iddiâ edilip bir çırpıda binlerce Fransızca kelime Resmî Dile buyur ediliyor, umûmî l̃ugat̃teki Fransızca kelimeler yarım asırda beş-altı binlere ulaşıyor; ki bunların –belki- kısm-ı âzamı Türkcede zâten mukâbili mevcûd olan kelimelerdir ve bunlar, sırf İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı oldukları için, yânî İsl̃âma karşı duyulan hadsiz nefretin bir tezâhürü olarak Resmî Dilden tardedilmişlerdir…

- 8. Fasıl: Kıymetli İlim Adamı Sadri Maksudi’nin Büyük Hatâsı

Hukûk Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal (Kazan, 1880 – İstanbul, 20.2.1957, Zincirlikuyu Mez.), 1917’de Ufa’da têsîs edilen Dâhilî Rusya ve Sibirya Millî-Medenî Türk-Tatar Muhtâr Devleti’nin Millet Meclisi Reîsi iken, bu Devletin Bolşevikler tarafından yıkılması üzerine Avrupa’ya kaçmış bir Devlet ve ilim adamıydı.

1906’da Sorbonne Üniversitesi Hukûk Fakültesi’nden mêzûn olmuştu.

“1914 senesinde İdil Havzası ve Sibirya Türkleri İdâre Merkezi tarafından, Hey’et-i Mahsûsa Reîsi sıfatıyle, Pâris’de in’ikâd eden Sul̃h Konferansı’na gönderildi”; orada Çar İmparotrluğu’ndaki Türklerin haklarını müdâfaa etti. (T. Tarih Kurumu Arşivi’ndeki “Sadri Maksudi Arsal Dosyası, No 309-1”; Prof. Dr. Ali Birinci’nin “Türk Hukuk Tarihçisi Sadri Maksudî’nin Hayat Hikâyesi ve Eserleri” başlıklı makâlesinden, s. 82; İstanbul Hukuk Mecmuası, Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal’a Armağan Özel Sayısı, 2017, cild 75, ss. 75-122)

Hukûkşinâslığı yanında bilhassa Türk târihi ve dilleri sâhalarında da araştırmalar yapmış, Finlandiya üzerinden Avrupa’ya geçtikden sonra, Berlin ve Pâris’de daha ziyâde türkiyâta dâir ilmî faâliyetleriyle tanınmış, “1923 senesinden başlıyarak iki sene Pâris Dârülfünûnu’nda Türk Akvâmı Târihi dersi tedrîs etmiş”ti. (“S. M. A. Dosyası”; Birinci 2017: 82) 1925’te, Maârif Vekîli ve Türk Ocakları Reîsi Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ısrârlı dâveti üzerine, âilesiyle berâber, Pâris’ten Türkiye’ye hicret etti ve kalan ömrünü, burada, yine daha ziyâde ilmî faâliyetlerle geçirdi. Türk hukûk târihini bir ilim dalı olarak ihdâs eden oydu. İhtisâs sâhalarına, umûmî hukûk târihi ve hukûk felsefesi de dâhildi.

Siyâsî faâliyetleri cümlesinden olarak, Kazan ve Pâris’teki siyâsî mücâdeleleri ile berâber Türkiye’de, 1931-1935, 1935-1939, 1950-1954 devrelerindeki –sırasıyle- Şebinkarahisar, Giresun ve Ankara Meb’ûsluklarını zikretmek l̃âzımdır.

1930’da, Türkce hakkında, kıymetli bilgiler ve tartışılmıya değer fikirler ihtivâ eden bir araştırma ve tefekkür kitabı neşretti: Türk Dili İçin. İslâmî şuûrdan ve Anadolu rûhundan uzak olduğu hissedilen müellif, hassaten, Târihî Türkcemizden, -“yat, yabancı” diye damgaladığı- İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı kelimelerin tasfiye edilmesi gibi hatâlı bir fikri müdâfaa ettiği için, kitabı, Mustafa Kemâl̃’in takdîrini kazandı ve bu vesîleyle yazdığı bir paragraflık, iddiâlardan ibâret, basît metin, iftihârla, eserin başına konuldu, bil̃âhare, resmî neşriyâtta, sık sık zikredildi, bu meyânda, Dil Kurumu binâsının ön cephesine hâkkedildi, ayrıca önündeki kaldırıma kitâbe hâlinde yerleştirildi:

“2.IX.1930. Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Gazi Mustafa Kemal.”

Ekran Alıntısı.JPG

(TBMM Albümü, 2. Cild: 1950-1980, Ankara: TBMM Yl., Haziran 2010, s. 543)

Kazan Türklerinden kıymetli bir ilim ve dâvâ adamıydı. Türkcenin g̃ûyâ ısl̃âhı hakkındaki yanlış fikirleri ve Kemalist Totaliter Rejimle teşrîkimesâî yapması, onun, isl̃âmî şuûrdan ve Anadolu rûhundan uzak olduğu intibâı bırakıyor. “Denizbank Hâdisesi” sebebiyle, Mustafa Kemâl̃’in ve maşalarının ağır hakâretine mârûz kalacaktır…

***

G̃ûyâ, mezk̃ûr kitab hakkında kaleme alınmış bu âmiyâne metin, o kitabı tahlîl, takdîm, medhetmiyor da, mütekebbir bir edâyle, peş peşe, isbâta muhtâc iddiâlar sıralıyor, ki bunlardan ideolojik bir hedef ortaya koyanı, son cümledir: Türkce, “yabancı dillerin boyunduruğu” altındaymış ve Kemalizm, onu, bu “boyunduruktan kurtaracak” imiş!

İstanbul Türkcesinin değil, ama Osmanlı Resmî Dilinin (“Dîvân veyâ Enderûn Dili”, Osmanlı ricâli tarafından, konuşulmıyan, fakat sâdece yazılan dil) 19. asra kadar Arabca ve Farsçanın istîl̃âsı altında ve halktan kopuk bir dil olduğu mâl̃ûmdur. L̃âkin, III. Selîm’den îtibâren bizzât Pâdişâhların telk̆în ve teşvîk̆leri, Devlet ricâl̃inin gayretleri, hassaten şuûrlu mütercim ve muharrirlerin büyük emeğiyle, Resmî Dil, 20. asra, bu istîl̃âdan pek geniş mik̆yâsda kurtularak girmişti. Tedrîcen Resmî Dil hâline gelmiş umûmî dilde, “Türkceleşmiş Türkcedir” mîyârınca, sâdece temessül edilmiş kelimeler hayâtiyetlerini muhâfaza ediyorlardı. “Terkîbler”, yânî Türkcenin mantığına mugâyir olarak Farsçaya göre teşkîl edilmiş tamlamalar (kalıplaşmış olanları hâric) terkedilmişlerdi veyâ kullanılmaları artık abes tel̃âk̆k̆î ediliyordu. Bu umûmî seyre muvâzî olarak, Arabca, Farsça gramerlere göre teşkîl edilmiş ıstıl̃âhların Türkcenin selîkasına muvâfık şekle kavuşturulması yolunda da ilerleniyordu ve 1930’lara gelindiğinde, devâm eden bu vetîre artık hedefine ulaşmak üzereydi…

Şâyed Mustafa Kemâl̃, pişmiş aşa su katmasaydı! Resmî Dilin -19. asırdan beri devâm eden- tabiî inkişâfına mâni olup onu bambaşka bir mecrâya sokmasaydı! Anadolu Milletini her bakımdan İsl̃âm Medeniyet ve Kültüründen koparıp ona Frenklik aşılamayı ve bunu dilde de yaparak, l̃aikleşmiş sun’î bir dil inşâ etmeyi bir dikta hâlinde Millete dayatmasaydı! (Bu tesbîtlerimiz, Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar -2013-, Türkçenin İnkişâfı İçin Tercüme -2014- gibi eserlerimizde tafsîl̃ edilmiş ve delîllendirilmiştir.)

Sadri Maksudi, Türkceyle iştigâlinin başlıca sebebinin “Türkceyi düzeltmek” olduğunu beyân ediyor. (s. 17) Bu “düzeltmek” tâbirini de “ıslâh etmek” mukâbili olarak kullanıyor. Hâl̃buki Anadolu veyâ İstanbul Türkcemizde, “düzeltmek, tashîh etmek, ıslâh etmek” birbirlerine yakın mânâlar ifâde etseler de, tıpatıp birbirlerinin müterâdifi değildirler…

Müellife, “Türkcenin düzeltilmiye ne ihtiyâcı var?” diye sorulacak olsa, cevâbı, hülâsaten şöyle oluyor: “Türkce; Arabca ve Farsçanın boyunduruğu altındadır.” (s. 11) Bu hâl̃, millî şuûr ve hiss ile kâbil-i têlîf değildir: “Osmanlı devrinden kalma bu yazı dilinin milletçi ve demokratik Türkiyenin dili olarak kalması mümkün değildir.” Binâenaleyh milliyetcilik îcâbı olarak, “yat [yad] dillerden alınmış sözleri dilden çıkarmak, türkçeliğini gaip etmek yoluna girmiş olan yazı dilini türkçeleştirmek” (s. 20), “Türk dilini yabancı sözlerden ayırtarak, arıtarak, öz türkçe sözlerden bir yazı dili yaratmak” lâzımdır. (s. 11)

Yalnız, Sadri Maksudi, dîğer Kemalistlerin yaptığı gibi, Türkçenin türetme kâidelerini ihl̃âl̃ ederek yeni kelime teşkîl edilmesine muhâliftir: Yeni kelimeler, “dilin sarf ve nahiv kaidelerine uygun bir surette yaratılmalıdır”. (s. 18) Ayrıca, “Arabca ve Farsça” kelimeleri tasfiye edebilmek için, hiç çekinmeden, eski ve muâsır Türk dillerinden (Anadolu şîvesine uyarlıyarak) bol bol kelime ik̆tibâs etmelidir. (ss. 324-345)