VF kat sol
VF kat sağ


Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (60)

Sadri Maksudi, hatâlı fikrini, aslında, bizzât cerhetmişti

Sadri Maksudi’ye bu hatâlı görüşleri için uzun uzadıya cevâb verilebilir. (Bu gibi görüşlere, Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar kitabımızda -2013-, zâten, delîlleriyle cevâb vermiş bulunuyoruz...) Mâmâfih, buna lüzûm da yoktur; zîrâ o, aşağıdaki tesbîtiyle, ne kadar yanlış bir fikre kapılmış olduğunu kendisi isbât etmiştir:

“Umumiyetle kaideli, zengin ve güzel olan Türk dili lehçeleri arasında, Türkiyenin konuşma lehçesi, en çok inkişaf etmiş, en mütekâmil, en güzel Türk lehçesidir. Sarf ve nahvinin inkişafı, savtiyatının ahengi, letafeti, edebiyatının zenginliği cihetinden, Türkiye lehçesi, Türk lehçeleri arasında birinci mevkii işgal ediyor, ve her zaman edecektir. Bu lehçe bütün Türk lehçelerine örnek olacaktır. Başka lehçelerin yükselmesi, inkişafı bu lehçeye yaklaşmak istikametinde gidecektir.” (s. 21)

Sadri Maksudi’nin haklı olarak medh-ü-senâ ettiği İstanbul Türkcesi acabâ neden bu kadar güzel, zengin, oturmuş bir dildir? Çünki o, Arabcadan, Farsçadan, Fransızcadan ve –bir imparatorluk dili olarak- temâs ettiği başka dillerden istifâde etmiş, onlarla temâs sâyesinde kendini geliştirmiş, yeni bir şahsıyet kazanmıştır. (Rahmetli Şemseddîn Sâmi, bu tek̃âmülü isâbetle tesbît etmişti.) Şimdi onu bu têsîrlerden tecrîd etmek demek, onu, tekrâr iptidâî, cılız, kaba hâline döndürmek demekdir. Nitekim bu vasıfları, dikkat edilirse, cebren ve hîleyle resmî dil yapılmış –mantıksız, köksüz, tedâîsiz, zevk̆siz, istik̆rârsız- Kemalist Uydurma Dilde müşâhede etmek mümkündür…

Sadri Maksudi, hatâlı noktainazarını, bil̃âhare, alenen terketti

Türkceye dâir araştırmalarına ve tefekkürüne devâm eden Sadri Maksudi, ilim adamı haysiyetine sâhib olmanın bir tezâhürü olarak, 1940’lı senelerde Türk Dili İçin kitabındaki hatâlı noktainazarını terketti; Kemalizmin sun’î Resmî Dil projesine cephe aldı.

Onun bu tavrının şâhidi, İstanbul Muallimler Birliği’nin 23-31 Ekim 1948’de akdedilen ilk Dil Kongresi’nde takdîm ettiği üç sayfalık, “Medenî Milletlerde Dil Islahı Tarihine Umumî Bir Bakış” başlıklı teblîğdir. Kongre hakkında Birlik tarafından neşredilen kitabın (Birinci Dil Kongresi, 23 Ekim 1948 – 31 Ekim 1948, İstanbul Muallimler Birliği neşri, İstanbul: İsmail Akgün Matbaası, 1949, 2. basılış, 200 s.) 52 ilâ 54. sayfalarında münderic bulunan teblîğini, Uydurma Dil siyâsetiyle mücâdele eden bu derneğin bir âzâsı sıfatıyle takdîm etmişti.

Sadri Maksudi, mezk̃ûr teblîğinde, pek doğru bir tavırla, umûmî dile müdâhaleyi kabûl̃ etmiyor, bilakis, ıstıl̃âh türetme işinde onun kelime hazînesi ve kâidelerinin esâs alınmasını istiyor, uydurma ve keyfî teşkîlleri mahk̃ûm ediyor, bu türetme işinin Türkcenin inceliklerine bihakkın vâkıf, ehil, sal̃âhiyetli kimseler tarafından îfâ edilmesi lüzûmuna işâret ediyor ve yanlış bir zihniyeti temsîl eden, böyle ehil [ve iyi niyetli] şahıslardan müteşekkil olmıyan Dil Kurumu’nu ve onun anlayışını tenk̆îd ediyor:

“Halk dili, bütün milletin eseridir. Bu sahada şuurlu müdahale zararlıdır.

“Fakat ilim dili, medeniyet ıstılahları ancak şuurla yaratılabilir ve bütün milletlerde şuurla yaratılmıştır.

“Bugünkü Türkçe köklerden bir ‘ilim dili’ yaratma teşebbüs ve cereyanı, mahiyeti ve gayesi itibarile müsbet ve zarurî bir cereyandır. Elverir ki bu mukaddes iş salâhiyetli kimseler tarafından, ilmî metodlara göre, Türk dilinin ruhuna, bünyesine, gramer kaidelerine, kelime yaratma usullerine uygun bir şekilde yapılsın.

“Bugüne kadar Dil Kurumu tarafından yapılmış ıstılahî kelimelerin, terimlerin hepsi muvaffakıyetli değildir. Bir çok kelimelerin yaradılışında ilmî metodlardan inhiraf edilmiştir. Onun için hem bir çok Türk dilinin dehasına, hem millet münevverlerinin vasatî zevkine mugayir, çirkin kelimeler ortaya atılmıştır.

“Dil Kurumunun bu ilmî metoddan inhirafları, bu yüksek heyetin tâ işe başladığı zaman terim yaratmak işinde behemehal takip edeceği prensipleri tesbit etmemiş olmasından, dil ıslahı işinde dümensiz kayık gibi gitmesinden ileri gelmiştir kanaatindeyim. [Bu, onlar hakkında, müşahhas verilere uymıyan, aşırı hüsn-i zann eseri bir kanâat̃tir…] […]

“İlim dili şuurla yaratılır, fakat herhangi bir şahsın veya bir Kurumun keyfî iradesine göre değil, ilmî metodlara göre hareket eden kimse ve kıymetlerin şuur ve iradesile yaratılır." (Arsal 1949: 54)

e2.JPG

Kazanlı Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’ın, Kemalist Totaliter Rejimin sun’î bir Resmî Dil inşâ etme siyâsetini desteklemek gibi çok hatâlı bir noktainazarla têlîf edilmiş olmakla berâber, Türkce hakkında gâyet kıymetli bilgiler ihtivâ eden kitabının iç kapağı ve Mustafa Kemâl̃’in bu kitabın başına konulmuş, hil̃âf-ı hak̆îkat̃ olarak Türkcenin Arabca ve Farsçanın boyunduruğu altında olduğunu iddiâ eden âmiyâne metni…

Sadri Maksudi, mezk̃ûr teblîğinde, “Bütün medenî milletler ‘ilim dili’ yaratma işinde aynı prensiplere istinat etmişlerdir” tesbîtinde bulunarak altı esâs kaydetmiştir. Biz de, Türkçenin Istilâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar kitabımızda (Ankara: Kurtuba Yl., 2013) onun kaydettiği bu esâslara sâhib çıkmış, kitabımızı onları aynen naklederek bitirmiştik (s. 496):

“1.- İlmî ıstılah (terim) mutlaka halk dilinde mevcut olan kelime ve kelime köklerinden yapılmalıdır.

“2.- Yapılan yeni terim millî dilin yeni kelime yaratma usullerine uygun olarak yapılmalıdır.

“3.- Yeni kelime millî dilin ruhuna, bünyesine uygun olduğu gibi dilin gramer kaidelerine de uygun olmalıdır.

“4.- Yeni ıstılah hem şekil, hem telâffuz, hem âhenk bakımından milletin zevkine uygun, milletin münevverlerinin ekseriyetinin tasvip edeceği bir kelime olmalıdır.

“5.- Istılah mümkün mertebe kısa olmalı, iki, en çok üç kelimeden terekküp etmelidir.

“6.- Istılah tarif şeklini almamalı[dır].” (Arsal 1949: 52)

O zaman da tasrîh ettiğimiz gibi: “Muhakkak ki bunlara bir takım il̃âveler yapılabilir; fakat ıstıl̃âh teşkîlinde birer mîyâr olarak kıymetlerini bugün de muhâfaza etmektedirler”. Nitekim, kitabımızın, “3. Zeyl”inde (ss. 539-542), bunlara iki esâs il̃âve ettik ve bunların tatbîkâtı mâhiyetinde, tercüme ve kelime ilimleri (“traductologie” ve “lexicologie”) sâhalarında bizzât türettiğimiz veyâ teşkîl ettiğimiz ıstılâhları, Uydurmacacıların teşkîlleriyle mukâyeseli üç cetvel hâlinde takdîm ettik…

Sadri Maksudi’nin kaydettiği esâslara bizim il̃âve ettiğimiz iki esâsı dahi aşağıda zikrediyoruz. Onlar üzerinde teemmül etmeden evvel şu husûsu bilmek l̃âzımdır ki, son iki-iki buçuk asırdır Türkcemizde ihtiyâc duyduğumuz yeni kelimelerin ifâde ettiği mefhûmlar, esâs îtibâriyle Avrupa Medeniyeti kaynaklıdır ve kâhir ekseriyetinin asılları, Fransızcadır. Binâenaleyh bizde yeni kelime teşkîli mes’elesi, neredeyse her zaman karşımıza bir tercüme (bâhusûs Fransızcadan tercüme) mes’elesi olarak çıkıyor. (Türkce, Göktürkler, Uygurlar devrinde de, Soğdca, Çince, Sanskritçe, Toharca gibi dillerden yapılan tercümelerle inkişâf etmişti. Müslümanlık devrinde ise, ıstılâhları, Arabca ve Farsçadan tercüme etmek zarûretiyle karşılaşıldı…) Bu tesbîtten de şu iki netîce ıstidl̃âl̃ edilebilir: Birincisi, yeni ıstıl̃âh veyâ umûmî kelimeler teşkîlinde, belki en fazla söz sâhibi olması lâzım gelen insanlar, tercümecilerdir (“traductologues”; tercüme ilminin mütehassısları); ikincisi de, yabancı dillerdeki ıstıl̃âhlara, Türkcede, (bizim târif ettiğimiz mânâda) “sahîh tercüme” usûl̃üyle karşılıklar (türetmeler, teşkîller) bulunmalıdır.

Sadri Maksudi’nin kaydettiği esâslara, mezkûr kitabımızın “3. Zeyil” Faslında bizim il̃âve ettiğimiz esâslara gelince, onları da şu sûretle ifâde etmiştik (cüz’î tâdîlâtla naklediyoruz):

“Türkcede karşılığı olmıyan yabancı kelimelere –çeviri değil- sahîh tercüme anlayışıyle karşılık bulunmalıdır. Bunun için de başlıca şu iki husûsa dikkat̃ edilmelidir:

1) Her dilin –bütünü noktainazarından kendine münhasır mantığıyle- kapalı bir sistem olduğu ve bu sebeble dillerin değil, ancak metinlerin tercüme edilebileceği tesbîti hâtırda tutularak, evvel̃â kaynak dildeki kelimenin mânâsı tam olarak kavranmalı, sonra, -kelime yapısı örnek alınmadan (istisnâî tevâfuklar hâric)- o mânânın dilimizin selîkasına (kâidelerine ve söyleyiş güzelliğine) uygun olan ifâde şekli aranmalıdır.

2) Uygun ifâde şekli aranırken riâyet edilmesi elzem olan dîğer pek mühim kâide ise şudur: Kelime o şekilde teşkîl edilmelidir ki onu duyan sâde bir vatandaş dahi o kelimenin ifâde ettiği mânâyı az-çok sezmeli, zihninde, o mânâ, az-çok canlanmalıdır; kelimenin tam mânâsı ise, târifiyle tesbît edilecekdir.” (Yasa 2013: 539) (Elbette günlük hayâttan kopuk –bilhassa tabiî ilimlerle al̃âkalı- araştırma sâhalarında, buradaki 2. kâideyi tatbîk, mümkün olmıyabilir…)