VF kat sol
VF kat sağ


Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (61)

e3.JPG

Türkçenin Istilâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar kitabımızda (Ankara: Kurtuba Yl., 2013, s. 540), tercüme ilmi sâhasında teşkîl ettiğimiz ıstıl̃âhları hâvî iki cetvelden birincisi… (Yalnız, o zaman teşkîl ettiğimiz ıstıl̃âhlardaki “bilim ve anlam” kelimeleri yerine, şimdi “ilim ve mânâ”yı tercîh ediyoruz…)

***

Sadri Maksudi, “Büyük Şef”i ve “Râdifesi”ni çok yanlış değerlendirmişti

“Lâtin harfleri kabul edilmekle, Türk ırkı için imlâ, yazı mes’elesi hallolunmuş bulunuyor” gibi pek şâyân-ı tenk̆îd bir kanâat̃ izhâr eden Sadri Maksudi, Mustafa Kemâl̃’i ve “Râdifesi”ni değerlendirmekte de büyük hatâya düşmüştü:

“Türk dilini düzeltme işinin ciddî bir istikamet alması ve bu sahada yapılan işlerin, alınan tedbirlerin bütün Türk ülkelerine yayılması, bilhassa muvaffakıyetle neticelenmesi için bu mukaddes işin başında müstakil Türkiye hükûmeti bulunması lâzımdı. Dil ıslahı yolunda yapılan işleri Türk ırkının bütün boy ve kabilelerine kabul ettirebilmek için bu işin başında Türkleri siyasî kulluk tehlikesinden kurtaran, Türklerin özbeyliğini temin eden, şahıslarına karşı bütün ırk efradının perestişkâr bir hürmet, hudutsuz bir itimat beslediği Gazi gibi büyük bir dahinin, uluğ bir rehberin bulunması şart idi. Bu işin başında Gazi gibi bir müceddit ve bu müceddidin bütün fikirlerine ve işlerine iştirak eden, bu fikirleri hayatta tahakkuk ettirmeğe selâhiyeti olan İsmet Paşa gibi bir hükûmet reisi olmasaydı, bu büyük ve mukaddes olduğu kadar da ağır işler muvaffakıyetle neticelenemezdi…” (Sadri Maksudi 1930: 13-14)

9. Fasıl: Resmî Dil Nasıl Alafrangalaştırıldı?

Yukarıda seciyesi ve Uydurma Resmî Dil inşâsı projesindeki rol̃ü hakkında mevsûk mâl̃ûmât verdiğimiz “Güneş-Dil âlimi” Ahmet Cevat Emre’nin, Arsal’ın fikirlerini, bittabi, bizimki gibi bir noktainazardan tenk̆îd etmesi beklenmez.

Nitekim, Emre, Arsal’ı, İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı ıstıl̃âh ve sâir kelimeleri (umûmî dilin kelimelerini) tasfiye etmek istemesi sebebiyle değil, onların yerine “arsıulusal̃” dedikleri Fransızca (veyâ “Frenkce”) ıstıl̃âhlar ikâme edilmesine tarafdâr olmadığı için tenk̆îd ediyor! G̃ûyâ, Arsal’ın tavrı, “milliyetcilik” bile değil, “milliyetçilik maskesine bürünmüş bir” irticâ, kendi tâbiriyle “geri dönüş” imiş:

“Yanlış ve aldatıcı tez

“Türk Dili Tetkik Cemiyetinin birinci kongresi (kurultay) Dolmabahçe sarayında toplandığı sırada, milliyetçilik maskesine bürünmüş bir geri dönüş kuvvetli bir propaganda halini almıştı. Şöyle deniliyordu:

“Arapça ıstılâhlar atılacaksa yerlerine yine yabancı dillerden yenileri alınmamalı! Arapça kelime ve ıstılâhlardan kurtulalım derken, dilimizi yine yabancı kelime ve terimlerle mi dolduracaktık!

“Batı medeniyetinin grekolatin elementlerle kurulmuş milletlerarası terimleri, arapçacı komisyonlardan çıkmış olan ıstılâhlar gibi, yabancı sayılıyordu. Bu propagandanın kitabı da basılmıştı: Türk Dili İçin (Prof. Sadri Maksudi 1930).

“Prof. Maksudinin tezi milliyetçi ruha yakın, alâka çekici bir tezdi: Türkçe arapçadan da sartçadan (farsçadan) da daha zengin bir dildir.

“Türkçe, -zengin dil hazinelerinden, kök ve eklerinden faydalanarak- Batı kültürünün terminolojilerini millîleştirebilirdi!” (Emre 1960: 328-329)

Daha da ötesi, Arsal, “ırkçılık” yapıyormuş ve o, bu “ırkçı teziyle”, “Tanrılar benzeri kahraman”ı bir müddet “yanlış yola sevk̆ederek” Kemalist “Kültür İnk̆il̃âbı”nı geciktirmiş! Neyse ki, sonunda, “Büyük Şef”, aldatıldığını farkedip Arsal’a haddini bildirmiş:

“…Prof. Sadri Maksudi, ya dilimizde pek profan [< Frz. “profane”; müptedî] olduğundan veya milliyetçi görünerek Gazi’nin gözüne girmek istediğinden, bu ırkçı tez üzerinde koca bir kitap yazmıştır; Gazi’yi, geçici bir zaman için, yanlış bir yola sevkettiğinden büyük adamın fazla yorulmasına sebep olmuş, kültür inkılâbımızı geciktirmiştir.

“Birkaç sene sonra, Gazi, Denizbank, Etibank gibi inkılâpçı isimlendirme yoluna, bilgisizce itiraz eden Prof. S. Maksudi’ye, Agop Dilaçar kalemiyle, cahilliğini yüzüne çarpan bir cevap verdirmişti. Profesörün kazancı bundan ibaret kalmıştır.” (Emre 1960: 331)

Emre’nin müdâfaa ettiği Kemalist “Kültür İnk̆il̃âbı” (ki kültür jenosidinden başka bir şey değildir)

Bu bir müddet gecikip tekrâr mecrâsına giren “Kültür İnk̆il̃âbı” nedir, diye sorulacak olursa, Kemalizm nâmına konuşan Emre’nin cevâbı şöyle oluyor: “Çağdaş medeniyeti tam mânasiyle benimsemek için ne lâzımsa yapmak” (ki “Gâzî”, zâten bu istikâmette ilerliyor) (s. 324), “Doğu ortaçağ kültüründen batı medeniyetine dönmek” (s. 322), “Saltanat-Hilâfet idaresi altında geri, batıl inançlara esir, hurafelere inanır bir halde olan Türk milletini” (s. 324) “ve Türkiye’yi Avrupalılaştırmak” (s. 330), “kültürümüzü Avrupalılaştırmak” (s. 334); ki bunun için de, Türkleri iki büyük engelden, “Arap yazısından ve Arap ıstılâhlarından kurtarmak” lâzım geliyor:

“Biz artık dünkü kültür ve tekniğimizi işe yaramaz, paslı âletler gibi atmak zorundayız; en paslı ve en işe yaramaz kültürümüz ise yazımızdır. Bu yazı ile, Arap yazısı ile, batı kültürünü benimsemek imkânsızdır.” (s. 323)

Tabiî ki yazıdan çok daha mühim olan mes’ele, “Arabca ıstıl̃âhlar”ın atılmasıdır:

“Arapça malzemelerle ve arabici encümenlerce -Tanzimat ve Meşrutiyet- devirlerinde kurulmuş olan ıstılahlar sisteminin boyunduruğundan kurtulmak lüzumu hakkındaki bir yazımı Gazi çok beğenmiş ve Kurultayda okutmuştur.” (s. 334)

Kemalist zihniyet: Frenk ıstıl̃âhları benimsenmeli ki biz de onlarla aynı milletten olabilelim!

Bu fikrine, “Prof. S. Maksudi’nin kitabına bir önsöz veren meşhur Alman orientalisti [< Frz. ‘orientaliste’; şark̆iyatçı, müsteşrik̆] Brockelmann”ı da mesned ediyor:

“ ‘Avrupa lisanlarında bütün medenî milletlerce kullanılmış müşterek terimler vardır. Bunlar sayesinde, lisan bünyeleri büsbütün ayrı olan Lâtin, Cermen ve Slavların müşterek bir kültür sahibi olmaları sağlanmaktadır. (…) İleride, lisan meselesine vukufu olanlar, milletleri yaklaştırmağa hizmet eden müşterek terimlerin birleştiricilik rolünü anlayıp kullanılmalarına itiraz etmiyecek, engel olmıyacaklardır.’

“İşte hakikî ilmî görüş budur; fakat Prof. Sadri Maksudi’nin görüşü bundan çok uzaktır. […]

“Gazi, Türkiye’yi ve Türk milletini Avrupalılaştırmak istiyor, Prof. S. M. ise, bizi Orta Asya ve Volga Türklerini kurtarmak için ırkçı ve Asyalaştırıcı bir ilim ve edebiyat dili yaratmağa sevk etmek hülyasiyle çalışıyor. Oysaki böyle bir dil uydurulabilse, ne bize, ne onlara, hiç bir şeye yaramıyacağı aşikârdır.” (ss. 229-330)

“Arabca ıstıl̃âhlar” atılıp Frenkler arasında ortak olan ıstıl̃âhlar benimsenecek, bu sûretle Resmî Dil mümkün mertebe Fransızcalaştırılacaktır ki biz de onlarla aynı milletten olabilelim! Yukarıda da naklettiğimiz gibi:

“…Bütün medenî milletlerde hekimlerin, hâkimlerin, avukatların, mühendislerin, makinistlerin, askerlerin, siyasîlerin… kullandığı grekolâtin unsurlardan yapılmış terminolojiler vardır. Bunlara ihtisas veya zümre dilleri (Langues spéciales) denilir. Bu terminolojileri almak bizim en büyük ihtiyacımızdır. Arapça ıstılâhları bırakıp milletlerarası terimleri almak… İşte bizim muhtaç olduğumuz lisan inkılâbı budur.” (Emre 1960: 338-339)

“Hekimlerin, hâkimlerin, avukatların, mühendislerin, makinistlerin, askerlerin, siyâsîlerin, v.s. kullandıkları” ıstıl̃âhlar Fransızcadan ik̆tibâs edilmeliymiş! Kemalist Zihniyetin bu has temsîlcisine sormak lâzım geliyor: Öyleyse geriye ne kalıyor? Bu projeniz, Resmî Dili, adım adım Frenk kılığına sokmak değil midir? Sizin bu projenizle, bir müddet sonra, halkın umûmî dili de alabildiğine Frenkleşmiyecek midir? Filvâkî öyle de olmadı mı?

Zîrâ bir dilin içinde, birbirinden kopuk, kompartimanlar hâl̃inde müstak̆il diller yoktur; ihtisâs dilleri (tâbirleri, ıstılâhları) denilen şeyler, umûmî dilin farklı hayât sâhalarındaki uzantılarıdır ve umûmî dilin kavâid ve zevk̆ine tâbidirler. Bir dilde, bilfarz, böyle kompartiman hâl̃inde bir ihtisâs dili meydana getirseniz, bir müddet sonra, o, kullanıcıları vâsıtasıyle umûmî dile de nüfûz etmiye, onun bünyesini, -tâbir câizse- irsî yapısını değiştirmiye başlar ve netîcede, belki de yeni bir dilin teşekkül etmesine âmil olur…

Dîğer taraftan, neden bâzı Avrupa milletleri arasında müşterek olan ıstıl̃âhlar beynelmilel olsun? Dünyâ, Avrupa’dan ve Avrupalılardan mı ibârettir? Avrupalılar, -haydi bizi bir tarafa bırakalım- mesel̃â Çinliler, Japonlar, Hindliler, Arablar ile kafa kafaya verip bu ıstıl̃âhları öyle mi tesbît etmişlerdir ki biz de bunları “beynelmilel” hükmüyle kabûl̃ edelim? O ıstıl̃âhların bâzı Avrupa milletleri arasında müşterek veyâ birbirine yakın olmasının esâs sebebi, onların Yunanlılarla başlıyan ortak bir târihe ve birbirlerine yakın kültürlere sâhib olmaları değil midir? İlmî ve felsefî pl̃andaki Rönesans’ın gerisinde, İsl̃âm Medeniyetinin bulunduğu bir vâkıadır; l̃âkin Avrupalılar, birçok Arabca ıstıl̃âhı temessül ederek (yânî dillerine intibâk ettirerek) ik̆tibâs etmiş olsalar da, Müslümanların ilminden istifâde edebilmek için dillerini Arabcalaştırmak akıllarından dahi geçmemiştir! Aynen İsl̃âm dînini kabûl̃ etmeyi veyâ İsl̃âm Medeniyetine dâhil olmayı düşünmedikleri gibi! Çünki İsl̃âm Medeniyetinin eseri olan İlmî Zihniyet ve müsbet ilimler, cihânşümûl̃dürler; onları her millet benimseyip geliştirebilir…