Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (62)
Dil dâhil hiçbir sâhada otoritesi münâkaşa edilemiyen “Mutlak Şef” tarafından resmî riyâziye ders kitablarına esâs olmak üzere hazırlanan ve 1937’de Maârif Vek̃âleti Neşriyâtı arasında çıkan Geometri kitabından iki sayfa… O günlerden günümüze devreden Türkceden bozma ve Fransızcayle karışık Uydurma Resmî Dilin “açı, açıortay, ayrıt, bıramıt (piramit), boyut (direget), bütey açı, çekül, çeşitkenar üçgen, çokgen, dikey, dörtgen, düşey, düzey, düzgen poligon, eşit, eşitleyin, genlik, gerekçe, imsel, imsiy, kapsa, kapsamak, karşıtilgin, köşegen, oput açı, orantı, ökül, özel, teğet, tümey açı, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayı, yanal, yatay, yüre, yüzey”, kezâ “çember” (< çenber), “dakka” (< dak̆îka), “hacım” (< hacim), “dayire” (< dâire) gibi uydurmaları ona âiddir… Ayrıca, “geometri, homolog, kare, koni, küp, matematik, paralel, piramit, poligon, prensip, pürüzma, silindir, tablo, teorem, teori” gibi Fransızcalar… Bu kitab dahi, Mustafa Kemâl̃’in hiçbir zamân Uydurma Resmî Dil dâvâsından vazgeçmediğinin birçok delîlinden biridir…
***
“Tanrılar benzeri kahraman”,
gürlüyor: “Doğu (İslâm-Arap) kültürünün ıstılâhları atılacak!”
Emre, Hâtırât’ında, bu “Arab ıstıl̃âhları yerine Fransızca ıstıl̃âhlar
ikâme etme projesi”nin “Mutlak Şef”in kumandası altında nasıl tatbîkâta
konulduğunu da anlatıyor:
“Gazi artık en büyük ehemmiyeti
terim [< Frz. “terme”; ıstıl̃âh]
komisyonlarına [< Frz. “commission”;
encümen] veriyordu. Bu komisyonlar ellerinden geldiği kadar cep kılavuzundan,
taramalardan, derlemelerden, Divandan [Dîvânu
L̃ugât̃i’t-Türk’den] ve başka kaynaklardan malzeme alıp şaşılacak derecede
çok terim uyduruyorlardı.
“Gazi, bu çalışma tarzını durduracak
hiç bir emir vermedi. Ancak akşamları, konuşarak, komisyonlara sağlam prinsipler [< Frz. “principe”; umde] aşılamağa bakıyordu:
“Doğu
(İslâm-Arap) kültürünün ıstılâhları atılacak!
“Batı terimlerinin Türkçe
karşılıkları aranacak:
“Bulunacak Türkçe karşılık
Batı teriminin kavramını anlatabilmelidir. Karşılık, terimin kavramını
anlatmıyorsa alınmayacak.
“Batı terimi Türk fonetiğine
[< Frz. “phonétique”; savtiyat]
uygun imlâ (ortografi) [< Frz. “orthographe
(ortograf)”; “orthographie”, iml̃â mânâsında değildir] ile millîleştirilip
alınacak; bu terim artık Türkçe sayılarak orta okul [< Frz. “école”; mekteb] ve lise [< Frz. “lycée”; idâdî] öğretiminde kullanılacak.
“Gazi, bütün komisyonların
hazırladığı uzun listeleri teftişinden geçiremezdi; buna vakti yoktu. Yalnız
riyaziye komisyonunun terimlerini kendi kontrolü altına almış, birer birer
münakaşasını yaptırarak alınacak terimleri, Türk imlâsiyle, tespite çalışmıştı.
[Frz. “contrôler” kelimesinin ifâde
ettiği mânâlar Türkcede, üç farklı kelimeyle karşılanıyor: 1) Emre’nin
kullandığı gibi, “teftîş etmek, teftîşten geçirmek”, ki bu kelimemiz, aynı
zamânda “inspecter”nin mukâbilidir (“inspecteur”: müfetiş); 2) murâkabe
etmek, ki Emre’nin kullandığı cümlede, “kendi murâkabesi altına almış” demek
lâzım gelir (“contrôleur”: murâkıb);
3) “hâkim olmak”…]
Mustafa Kemâl̃’in tâlimâtıyle, Resmî Dilde, Fransızcadan ik̆tibâs edilen riyâziye ıstıl̃âhlarının yek̃ûnu
“80’i geçmektedir”
“İlk terim ‘riyaziye’
kelimesi idi. [“La mathématique”:
riyâziye; “les mathématiques”:
riyâziyat; “mathématique”: riyâzî.]
Komisyonun listesinde bu terime bir karşılık bulunmamıştı. Münakaşa başladı:
“Gazi: ‘Riyaziye nereden
gelir, mânası nedir?’
“Komisyon reisi: ‘Efendim,
riyazat’tan gelir, sofuların sıkı perhizi demektir.’ [???] [“Riyâzet /
riyâzât”, nefsi terbiye etmek, nefsâniyetine gem vurarak yüksek ahl̃âk̆î
hasletler kesbetmek gâyesiyle, -az yemek, az konuşmak, az uyumak, az görüşmek,
Allâh’ı zikrederek kalbini temizlemek gibi- birtakım sıkı tedbîrlere, kâidelere
uymadır. “Riyâziye”nin bu kelimeyle aynı sül̃âsî cezirden (“râ, ye, dâd”) olması, bu
müştereklik için akla şöyle bir îzâh getiriyor: Riyâziye de, aklı inzibât
altına alma, aklî muhâkemeyi sıkı kâidelere (mantık kâidelerine) uymıya
zorlama, aklı, mantıklı muhâkeme yürütecek ve buna uymıyan muhâkeme tarzlarını
kabûl etmiyecek sûrette terbiye etme ve bu sûretle, yeni kemmî bilgilere ulaşma
usûlü, ayrıca bu mâhiyetteki bilgilerin mecmûudur.]
“Gazi: ‘Bunun batı terimi
nedir?’
“K. R.: ‘Sayılabilen,
ölçülebilen şeylerin sayılması, ölçülmesi yollarını araştıran ilimler,
demektir.’
“Gazi: ‘Burada sofuların,
perhizlerinin işi yoktur. Bu terimin Türkçesi ‘matematik’tir, Efendim.’ […]
“Böyle, münakaşadan
geçirilerek alınan matematik terimlerinin sayısı sekseni geçmektedir. Misaller:
Fr. géométrie [hendese; “géométrique”:
hendesî], İng. geometry, Al. geometrie, İtl. geometria, Tür. geometri.
“Fr. arithmétique [hesâb],
İng. arithmetic, Al. aritmetik, İtal. aritmetica, Türk. aritmetik.
“Fr. théorème [dâvâ], İng.
theorem, Al. theorem, İtal. teorema, Tür. teorem. vs. vs. […]
“Gazi, terim komisyonlarını Türkçe
karşılıklar aramaktan men etmemiştir; komisyon özleştirme ruhu ile çalışarak
bir çok matematik terim karşılıkları uydurmak imkânını bulmuştur: Açı, geniş,
dar açı, yüzey, dikey, uzay, ikiyüzeyli açı… üçgen, beşgen, yay, kapak,
eşkenar, ikizkenar, birim, birey… vs. vs.
“Not:
1) Komisyonun, bütün uydurduğu
karşılıklarda isabet ettiğine kani değilim. Üçgen bileşiğindeki gen, genişin
eski bir kök şeklidir; üçgen ne anlatabilir?” (Emre 1960: 339-341)
Emre’nin haklı olarak mânâsız
bulduğu “üçgen” kelimesi, Mustafa Kemâl̃’in (Geometri kitabındaki) birçok uydurma riyâziye ıstıl̃âhından
biridir.
Bu kelimeyi uydurabilmek için,
evvelâ, “Güneş-Dil mantığıyle”, “polygone”daki
“-gone (gon)”un aslının “geniş” kelimemizdeki
“gen-” olduğu “isbât edilmiştir”. (Türk
Dili T-F Belleten, 1937/23-26: 123’teki “isbât”a nazaran “polygone”un aslı da “bolgen”miş!
Hak̆îkat̃te, Fransızca kelimedeki “-gone”un menşêi, Yunancada zâviye
mânâsına gelen “gônia”dır ve
Türkcemizdeki “gönye”nin aslı da bu kelimedir.) Her şeyi bilen “Dâhî Başbuğ”,
bu “isbât”tan sonra, “-gen”i bir son ek gibi kullanmak sûretiyle birçok hendese
ıstılâhı îmâl etmiştir: “üçgen, dörtgen, sekizgen, çokgen, köşegen (~ Frz. “la diagonale”)”… L̃âkin Türkcedeki “müsellesât”ı
Resmî Dilden def’edip yerine, hiç bozmadan “trigonométrie
(trigonometri)”yi ikâme etmiştir…
(“Frenklerden hiç farkımız kalmasın!” diye) Mustafa Kemâl̃’in “Bay, Bayan”
uydurmaları
Kemalizmin Millete şırınga etmiye
çalıştığı aşağılık kompleksi ve taklîd zihniyeti, zirve yapıyor ve “Bey,
Beyefendi, Hanım, Hanımefendi, Efendi, v.s.” atılıyor, yerlerini Frenk taklîdi
“Bay” ve “Bayan” uydurmaları alıyor:
“(Soyadı kanûnuyla berâber)
Bay, Bayan isimlerini yeni ünvan olarak kabul etmekle, dilimiz bu yönden de
Avrupalılaşmış oldu. Şimdi biz de bütün medenî milletler gibi Bay Hasan Yılmaz,
Bayan Sevim H. Yılmaz diyebilmekte ve mektupların zarflarında
kullanabilmekteyiz.
“ ‘Bay’ Türklerde bir şeref
ünvanıdır [???]; -an ekiyle Bayan şekli de vardır. [???] Türkçede gün, güneş ve
er, eren gibi iki şekilli isimler çok bulunur. Bir şekli erkek öbürünü kadın
için kullanmada ilmî isabet vardır. [???] Erkek isminin sonunu değiştirerek
kadın ismini türetmek dilimizde eski bir kuraldır [???]: han, hanım, beg, begüm
veya bike, biçe gibi. […]
“Askerî ünvanların da bir
kısmı Avrupalılaştırılmış: general amiral mareşal [< Frz. “général, amiral, maréchal”] gibi; bir
kısmı ise Türkçeleştirilmiştir: teğmen, asteğmen, üsteğmen, yarbay, albay, kurmay…
gibi. […]
“Yabancı yüksek rütbeli
sivillere mahsus olarak alınan Ekselâns [< Frz. “Excellence”] ve Hükümdarlara mahsus Majeste [< Frz. “Majesté”] ünvanları da, […] dilimize son
medenîleşme armağanlarıdır.” (Emre 1960: 341-342)