Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (65)

10. Fasıl: “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı” Hakkında Edebiyâtçı ve Akademisyenlerin Esef Verici Têvîlleri

(Dilmen’in tâbiriyle -) “Türk jenisi”nin (< Frz. “le génie turc”), 1928’de başlattığı “Dil İnk̆il̃âbı”nı ve 1930 civârında şekillendirdiği “Târih Tezi”ni tâk̆îben, 1935’te saçtığı “yeni ışık”, “Güneş-Dil Teorisi” olmuştu. (Dilmen’in “Beşinci Dil Bayramındaki Söylevi”nden, Türk Dili, İlkteşrîn 1937, sy. 23-26, s. 3) Bunların her biri, evvelkilere inzimâm ederek uzayıp giden ve –L̃aik dünyâ görüşü çerçevesinde- birbirini tamâmlıyan yeni “İnk̆il̃âblar”dı; bilhassa, 1932’de başlatılıp noksan kalan “Dîn İnk̆il̃âbı”nın mütemmim cüzleri mesâbesindeydiler…

Hâl̃ böyleyken, “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı” başlayınca, ortalıkta bir şâyia dolaşmıya başlamıştı: G̃ûyâ, her işi dâhiyâne olan “Dâhî Başbuğ”, “Güneş-Dil Teorisi”ni, yeni bir dâhiyâne hamle ile, “özleştirmecilik” sebebiyle çıkmaza giren, Devlet ricâlini ve muharrirleri merâmlarını anlatamaz, birbirleriyle ve bâhusûs halkla anlaşamaz hâle getiren Resmî Dili bu çıkmazdan kurtarmak, tekrâr Târihî veyâ Tabiî Türkceye dönebilmek, merâmı anlatabilmek için kendilerine şiddetle ihtiyâc duyulan, asırlardır Türkcenin malı olan, bununla berâber İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı oldukları için “menfûr” addedilen kelimeleri Türkce asıllı göstererek kullanmıya devâm edebilmek için ortaya atmıştır!

Her ne pahasına olursa olsun “tabu”ya toz kondurmak istemiyen fanatik Kemalistler, böyle bir iddiânın, “tabu”ları hakkında ne kadar menfî bir puan teşkîl ettiğini de herhâlde görmezlikden geldiler… Zîrâ her aklıselîm sâhibi, böyle bir “oyun”un affedilmez bir sahtek̃ârlık ve Millete hakâret mânâsına geldiğini hemen farkeder!

Dîğer taraftan, “Dâhî Başbuğ”a “kocakarı îmânı”yle îmân etmiş fanatikler, bu uydurma dil mes’elesindeki bütün kabâhati, “ehliyetsiz dil âlimleri”nin üzerine yıkmıya çalıştılar: Birbirini nakzeden iddiâlarına nazaran, “Büyük Şef”i “özleştirmecilik”le sun’î bir dil inşâ etmiye yöneltenler, hep bu “ehliyetsiz dil âlimleri” imiş; bir gün hatâsını anlayınca, bu çıkmazdan kurtulmak için “Güneş-Dil Teorisi”ni ortaya atmış… Yâhûd bu “Güneş-Dil Teorisi” de aslında aynı “ehliyetsiz dil âlimleri”nin eseriymiş ve bir müddet “Dâhî Başbuğ”u aldatmıya muvaffak olmuşlar; o, aldatıldığını anlayınca, öldüğü sene olan 1938’de, bu yanlıştan dönmüş ve tekrâr umûmî dile îtibâr eder olmuş…

Yukarılarda serdettiğimiz vesîkalarda da müşâhede edildiği vechiyle, bu kabîlden daha birçok îzâhlar var ki bunlarda müşterek olan husûslar: 1) Hepsinin “tabu”yu her çeşid kusûrdan tenzîh etmeyi esâs alması; 2) Birbirleriyle mütenâkız olmaları; 3) Birçok vesîkanın, şahâdetin, vâkıanın meydana çıkardığı âşik̃âr hak̆îkat̃e muhâlif bulunmalarıdır…

Hangi aklıevveller tarafından tedâvüle sokulduğu mechûl olan bu şâyia ve îzâhların o devirde çok revâc bulduğu, daha o zaman, bizzât “Güneş-Dil âlimleri”nin, bu mesnedsiz iddiâ ve têvîlleri ciddîye almalarından ve onları kat’iyetle reddetmelerinden bellidir.

Bu husûsta elimizdeki vesîkalardan ilki, İbrahim Necmi Dilmen’in, “Beşinci Dil Bayramında T.D.K. Adına” îrâd ettiği “Söylev”dir. Dilmen, mezk̃ûr iddiâyı, “kısa görüşlülük” olarak değerlendiriyor:

“ ‘Güneş-Dil Teorisi’, kısa bir görüşün zannedebileceği gibi, yalnız dilimizin muhtaç olduğu bir takım kelimelerin Türk aslından geldiğini göstermek gayesiyle ortaya konmuş değildir. Teorinin asıl hedefi, Türkçenin kültür dillerinin ana kaynağı olduğunu meydana çıkarmaktır.” (İbrahim Necmi Dilmen, Türk Dili. Türkçe Fransızca Belleten. Bulletin publié par la Société linguistique turque, sayı: 23-26, İlkteşrîn-Octobre 1937, basılış: 1938, İstanbul, Devlet Basımevi, s. 11)

Aynı mevzûdaki ikinci vesîka, yine Dilmen’in, Üçüncü Türk Dil Kurultayına Genel Sekreter sıfatıyle 24 Ağustos 1936 Celsesinde sunduğu TDK Faâliyet Raporudur. Dilmen, Rapor’da, bahis mevzûu şâyiayı, “pek büyük gaflet ve dal̃âlet” olarak tavsîf ediyor:

“ ‘Güneş-Dil Teorisi’, şimdiye kadar dilimize yabancı sanılan dillerdeki varlıkların Türk kaynağından geldiğini ispat etmekle amelî sahadaki dil çalışmalarımıza da büyük bir genişlik ve kolaylık vermiştir. Halkın bildiği, mânâsını anladığı kelimelerin yabancı dilden geliyor sanılarak feda edilmesi zarureti bu teoriyle ortadan kalkmış bulunuyor.

“Burada şu noktayı da önemle ileri sürmek isterim:

“ ‘Güneş-Dil Teorisi’ni, yalnız dilimize lâzım görünen ve karşılığı bulunmıyan birtakım Arapça, Farsça, Fransızca sözleri –Türkçe diyerek- muhafaza gayretiyle ileri sürülmüş zannedenler, pek büyük bir gaflet ve yanlışlık içine düşmüşlerdir.” (Üçüncü Türk Dil Kurultayı 1936; Tezler, Müzakere Zabıtları, İstanbul: T. Dil Kurumu Yl., 1937, ss. 12-13)

WhatsApp Image 2022-04-15 at 15.33.36.jpeg

(Üçüncü Türk Dil Kurultayı 1936; Tezler, Müzakere Zabıtları, İstanbul: T. Dil Kurumu Yl., 1937,

ss. 30-31)

Bu listeye dâhil olan yerli “Güneş-Dil âlimleri”, “Ebedî Şef”in ölümünü müteâk̆ib, bir-iki istisnâyle, bir daha “Güneş-Dil Teorisi”ni ağızlarına almadılar; hattâ içlerinden bâzıları, “Ebedî Şef”i bahis mevzûu etmeden, bu “mûcizevî teori”yle alay ettiler… Çünki onlar, bu işe, “Ebedî Şef”in zoruyle ve dalkavuk tıynetleri îcâbı bulaşmışlardı… Ecnebî profesörlerin bu Encümende yer almaları ise, herhâl̃de, resmî bir mecbûriyet veyâ nezâketten öte bir mânâyı hâiz değildi…

***

1938’de, dîğer iki “Güneş-Dil âlimi” daha, “Güneş-Dil teorisi”ne mütedâir kitab hacmindeki (67 sayfalık) mufassal bir makâlelerinde, hem kendileri, hem dîğer “Güneş-Dil âlimleri” nâmına, bu çeşid iddiâları, en kat’î bir ifâdeyle reddettiler:

“ ‘Güneş-Dil Teorisi’nin dilde yapılmak istenilen bir tasfiye ve temizleme ameliyesini karşılamak ve asla ecnebî kelime kullanmamak yolundaki temayülleri önlemek maksadiyle ortaya atıldığını iddia edenler aldanmışlardır. Güneş-Dil ekolü mensuplarından hiçbir fert böyle bir şey düşünmedi.” (Prof. Hasan Reşit Tankut ve Prof. Şemsettin Günaltay, “Arsıulusal Alanda Dil ve Tarih Tezlerimiz”, Türk Dili. Türkçe-Fransızca Belleten, Ankara, Haziran 1938, sayı 29-30, s. 37)