Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (67)

Hâl̃buki, yukarılarda naklettiğimiz (“İlk ve Orta Mekteb Terimleri”, TDK’nın 1945 L̃ugat̃i, v.s. gibi) vesîkaları hatırlıyalım: “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nı tâk̆îben de, Kemalist Uydurma Dil projesine muvâfık olarak, “Osmanlıca” denilen İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı kelimeler, gâyet karârlı, pl̃anlı bir şekilde ve tedrîcen Resmî Dilden kovulmıya devâm etmiş, günümüzdeki fecî vazıyet meydana çıkmıştır. Düşünmeli ki Târihî Türkcemizin bir çırpıda sayabileceğimiz “kelime, l̃afız, cümle, şifâhî, l̃ugat̃, ilim, fen, tahsîl, tedrîsât, hayât, dînî, umûmî, husûsî, has, mahsûs, mahsûsen, bilhassa, husûsen, hassaten, gâye, maksad, rü’yâ, hayâl̃, tavsıye, nasîhat̃, teklîf, mekteb, maârif, terbiye, ik̆tisâd, ik̆tisâdî, mâliye, mâlî, nakdî, istihsâl̃, müstahsil, mahsûl̃, îmâl̃, îmâl̃ât, mâmûl̃, mal, metâ, emtia, tahlîl, tabîb, kânûn, âdil, hakkâniyet, elbise, kıyâfet, vâsıta, âlet, çalgı, muhît, etrâf, mânâ, mâneviyât, mânen, rûhî, rûhen, hâletirûhiye, madde, maddeten, ahl̃âk, lüzûm, l̃âzım, elzem, zarûret, zarûrî, bizzarûre, mecbûrî, mecbûriyet, mükellef, mükellefiyet, îcâb, ik̆tizâ, mûcib, muktezâ, ihtiyâc, muhtâc, zevk̆, ink̆il̃âb, tahvîl, tahavvül, tâdîl, asır, muâsır, şehir, vil̃âyet, kazâ, idâre, istik̆l̃âl̃, müstak̆il, hürriyet, hürr, serbest, serbestî, müsâade, müsâmaha, muhtevâ, kaybetmek, iştirâk̃ etmek, seyretmek, neşretmek, neşriyât, matbûât, vak̆it, sene, seyirci, mâcerâ, sergüzeşt, hâtıra, hatırlamak, hatırlatmak, âbide, şeref, haysiyet, fazîlet, müşahhas, mücerred, mahl̃ûk, tecrübe, têsîr, têsîrli, müessir, müessiriyet, têsîr etmek, müteessir olmak, âmil, fâil, mesken, ikâmetg̃âh, mâlik̃âne, binâ, eser, şâheser, şâir, muharrir, edîb, edebî, edebiyat, münevver, âlim, tercüme, mütercim, tercüman, mısrâ, isim, fiil, sıfat, zamir, râbıt, zarf, edât, nidâ, remiz, timsâl̃, iftihâr, kibir, müellif, medeniyet, cem’iyet, ictimâî, mûsık̆î, mûsık̆îşinâs, beste, bestek̃âr, güfte, güftek̃âr, hâkimiyet, hükümrânlık, teşkîl̃ât, tanzîm, tertîb, intizâm, muntazam, nizâm, nâzım, reîs, riyâset, muhtemel, ihtimâl̃, imk̃ân, mümkün, âdet, an’anevî, îtiyâd, mûtad, il̃âve, şüphe, şüpheli, şekk, meşk̃ûk̃, endîşe, tekrâr, mükerrer, tekerrür, murâkabe, murâkıb, teftîş, müfettiş, hey’et, encümen, seviye, tâvîz, mahâl̃lî, tasvîb, tasdîk̆, mukâvemet, mukâvim, haberleşme, irtibât, al̃âka, al̃âkadâr, mes’ûl, mes’uliyet, sal̃âhiyet, salâhiyetli, vazîfe, mêmur, emniyet, emîn, âsâyiş, îtimâd, tâbi, tâbiiyet, tiryâkî, iptil̃â, müptel̃â, hak̆îk̆î, sahîh, vâkıa, vâk̆î, şâhid, beynelmilel, mük̃âfât, saâdet, mes’ûd, mesrûr, bahtiyâr, bahtiyârlık, şöhret, meşhûr, muhabbet, hürmet, tâzîm, hürmetk̃âr, muhterem, edeb, hayâ, hicâb, mahcûb, mahcûbiyet, iffet, afîf, mâzûr, kalb, dimâğ, idrâk, müdrik, teemmül, tefekkür, mütefekkir, uzuv, âzâ, uzviyet, zelzele, mahzûr, kat’î, kat’iyet, sarîh, sarâhat, vâzıh, vuzûh, mutlak, muhakkak, mutlakâ, isbât, müsbit, müsbet, delîl, bürhân, beyyine, hüccet, kanâat̃, kânî, mahzûr, sır, esrâr, esrârengîz, mühim, ehemm, ehemmiyet, kuvvet, kudret, kavî, memleket, diyâr, belde, cihân, cihânşümûl, âlem, k̃âinât, seyyâre (ve Utârid, Zühre, Arz, Merih, Müşteri, Zühal̃), seyâhat̃, seyyâh, harb, muhârebe, muhârib, harb mâl̃ûl̃ü, sul̃h, masl̃ahat, hâric, hâricî, hâriciye, dâhil, dâhilî, dâhiliye, hadd, hudûd, mahdûd, zâlim, mazl̃ûm, mağdûr, sahtek̃âr, imtihân, suâl̃, mes’ele, cevâb, akis, ak̃sülamel, ak̃sisadâ, in’ik̃âs, zıd, tezâdd, mütenâkız, tenâkuz, nakzetmek, lehdâr, aleyhdâr, taraf, tarafdâr, tarafgîr, tekzîb, takbîh, tel’în, nümâyiş, menfâat̃, menfâat̃perest, merhamet, hal̃k, ibdâ, mübdi, Mübdî, Hâlik̆, Allâh, Rabb, Îmân, ak̆îde, akâid, îtikâd, bâtıl îtikâd, Mü’min…” gibi kelimeleri dahi, Resmî Dilin damgalı kelimeleridir ve Resmî Dil, gırtlağına kadar, Fransızca ve uydurma kelimelerle, hattâ kâidelerle dolmuştur!

Dahası, Resmî Dilin bu uydurma kelimelerinden birçoğuna, Korkmaz’ın eserlerinde (meselâ Türkiye Türkçesinin Grameri’nde) de rastlanıyor! Demek ki “Güneş-Dil Teorisi”, onun eserlerinde dahi, “Osmanlıca kelimelerin dilden atılmasına”, yerlerini nesebsiz kelimelerin almasına mâni olmamıştır!

- 11. Fasıl: “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”ndan Geriye Kalanlar

Kemalist Totaliter Rejimde şâşaası ancak birkaç sene sürmüş, sonra sessiz-sedâsız sahneden çekilmiş olsa da, (“Uydurma Târih İnk̆il̃âbı”nın ikiz kardeşi olan) “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”, dîğer Kemalist İnk̆il̃âblar gibi, muvaffak olmuş, hedefine ulaşmış bir “ink̆il̃âb”dır.

Onun başlıca hedefi, aynen ikiz kardeşi gibi, Türk Milletinin Avrupa Medeniyetine temessül etmesini kolaylaştıracak bir fikrî-mânevî vâsıta vazîfesini görmekdi. Bunun için de, Türklerin, İsl̃âm Kültürüyle yoğrulmuş Târihî Türkceden mümkün mertebe uzaklaştırılması, onun yerine, sun’î, l̃aik, alafranga bir dilin resmî dil yapılması l̃âzımdı.

1930’lu senelerden günümüze kadar, bütün Kemalist Hük̃ûmetler (ki olmıyanını zâten “hük̃ûmet” yapmıyorlar ve şimdiye kadar işbaşındaki hiçbir hük̃ûmet böyle bir icrââtta, iddiâda, hattâ îmâda dahi bulunmadı), bu hedefe ulaşmak için çalışmışlardır. 1945’te Esâsiye Kânûnu’nun Uydurmacalaştırılması sâyesinde, bilhassa “İlk ve Orta Öğretim terimleri” ve ders kitablarıyle başlıyan vetîre yeni bir merhaleye ulaşmış, Uydurmaca, hukûkî sâhada da resmî dil statüsü kazanmış, mâmâfih, 1952’de orijinal̃ metne dönülmesiyle, bu vetîrede, birkaç sene süren bir yavaşlama, bir durgunluk hâl̃i yaşanmış, müteâk̆iben, meş’ûm 27 Mayıs İhtil̃âl̃iyle, Uydurmaca, tekrâr ve tâm tekmîl resmî dil olmuş, târihimizin bir başka kara lekesi olan 12 Eyl̃ûl̃ Darbesiyle, bu statüsü pekişmiş, bu meyânda, tedrîcen bütün maârife, bütün matbûât ve neşriyât âlemine hâkim olarak en nihâyet halkın anne dili hâl̃ine gelmiştir.

Bu müşâhedelerimizi evvelki bahislerde kâfî derecede tevsîk etmiş bulunuyoruz…

O, artık “Mustafa Kemâl̃” değil, “Kamâl”dir!

Güneş-Dil İnkilâbı”na bağlı bir dîğer câlib-i dikkat̃ gelişme, Mustafa Kemâl̃’in, kendisini “Türklerin babası” îl̃ân etmekle kalmayıp şahıs ismini de “Kamâl”e (“Kamal̃”) çevirmesidir…

Bir kerre daha Milleti afallatan bu hâdise, 4 Şubat 1935 târihinde yaşanmıştır. O gün, “Büyük Şef”, matbûâta bir “beyânnâme” göndermiş ve bunun altına “Kamâl Atatürk” imzâsını atmıştır. “Beyânnâme”si, onun mutlak ik̆tidârı sâyesinde “muvaffak olunan” büyük işleri sayıp dökdükden sonra “yüce Türk ulusundan itimad isteği” ile bitmektedir… Sanki bir referandum tertîb edilmiştir de “Büyük Şef” halktan îtimâd reyi taleb etmektedir… Bittabi böyle bir şey bahis mevzûu değildir; bu da, sayısız mizansenden bir yenisidir.

Her neyse, okurlardan evvel Anadolu Ajansı’nın gazetecileri, kendilerine gelen bu “beyânnâme”nin altında “Kamâl” ismini görünce şaşırmışlar, bir tertîb hatâsı olup olmadığını tahk̆îk̆ etmişler, muhtemelen Riyâset-i Cumhûr Umûmî K̃âtibliği’nden aldıkları aşağıdaki îzâhâtı, “Beyânnâme”yle berâber gazetelere göndermişlerdir:

Bugünkü tebliğde Önder Atatürkün özadının ‘Kamâl’ olarak yazılmış olduğunu gördük. Bu hususta yaptığımız tahkikten böyle yazılışın sebeb ve temeli anlaşıldı.

İstihbaratımıza nazaran, Atatürkün taşıdığı ‘Kamâl’ adı bir arabca kelime olmadığı gibi, arabca Kemal kelimesinin delâlet ettiği manada da değildir.

Atatürkün muhafaza edilen özadı, türkçe ‘ordu ve kale’ manasına olan ‘Kamâl’dir. Son –â- üstündeki tahfif işareti –l-i yumuşattığı için telâffuz hemen hemen arabca ‘Kemal’ telâffuzuna yaklaşır. Benzeyiş bundan ibarettir.” (“Atatürkün özadı – Anadolu Ajansı bildiriyor”, Cumhuriyet, 5.2.1935, s. 1)

Hiç şüphesiz, “Büyük Şef”, hem Resûlullâh Hazretlerinin isimlerinden biri olan “Mustafa”dan, hem de Arabca menşêli olduğu için “Kemâl̃”den nefret ediyordu ve “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı” sâyesinde bu “menfûr” isimlerden kurtulmuş, nüfûs cüzdanını “Kamâl Atatürk” isimleriyle tanzîm ettirmiş, o günden sonra (üç sene kadar) resmen bu isimlerle anılmış, tabiî Kemalizm de “Kamâlizm”, La Turquie kémaliste mecmûası La Turquie kamâliste olmuş, “Kamâlizm” diye kitablar, makâleler neşredilmiş, bu meyânda, hükmü altındaki Memleketin ismi “Kemalist Türkiye”den “Kamâlist Türkiye”ye dönmüştür…