Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (72)

WhatsApp Image 2022-04-22 at 15.30.02.jpeg

(T. Dil Kurumu’nun nâşiriefkârı Türk Dili Türkçe-Fransızca Belleten, sayı 29-30, Haziran 1938, Kapak ve 68. s.)

Mutlak Şef”in 17 Kasım 1937, sabah 3.45’te, Dil Kurumu mêmurlarına telgrafla tâlimâtı: “Diyarbekir şehrinin isminin Bakır memleketi manasına olan Diyarbakır olması gerektir ve artık bu isimle tanınacaktır!” Bu kat’î emir üzerine, Dil ve Tarih Kurumlarının “Güneş-Dil âlimleri” derhâl̃ seferber olacak, birkaç gün içinde, bu dogmaya (çünki onun her hükmü, münâkaşa götürmez bir dogmadır) “ilmî” bir kılıf uyduracaklardır… Kemalist Totaliter Rejimde ilmî faâliyet böyle yapılıyor…

***


Dilmen, alelacele, bu tâlimâta uygun kelime tahlîlleri yaptığı bir rapor hazırlıyor. “Bu telgraf üzerine yapılan araştırma verimi, 20-21.XI.1937 gecesi Ankarayı şereflenidren Ulu Öndere istasyonda arzediliyor”. (aynı mêhaz, s. 71)

Dilmen: “Arab tahrîfâtı, Âmid’in de, Diyârıbekir’in de Türk orijinini değiştiremez!”

Dilmen’in, “Güneş-Dil mantığı”nı “Büyük Şef”in tâlimâtına uygun şekilde kullanarak yaptığı kelime tahlîlleri, beklenen netîceye ulaşıyor:

Görülüyor ki gerek ‘diyar’ ve gerek ‘Bekir’ kelimeleri, Türk orijininden gelen ve manaları ancak ana Türk dilinin analiz metodiyle ortaya çıkabilen sözlerdir.

Mezopotamya illerini dolduran Türk göçmenleri, ‘Bakır evi, Bakır eli’ anlamlariyle bu mıntakaya ad vermeyi düşündükleri zaman, bu adı ‘Dier’ veya ‘Durak’ sözleriyle ‘Bakır’ kelimesinden kurmuşlar ve buna –meselâ Dierbakır veya Durağbakır gibi- bir ad takmışlardır. Sonra bu kelime halk ağzında değişerek ve İslâmdan sonra her sözü Arap orijinine bağlamak hevesi ortaya çıktığı zaman arabî terkip şivesi alarak ‘Diyarı Bekir’ şekline girmiş ve bunun üzerine de ‘Bekr-İbni-Vâil’ masalı uydurulmuştur. […]

“…Gûya mevhum bir kabile adı denilen ‘Bekr-ibni-Vâil’ isminin türk orijini ‘geniş bakır cevheri ülkesi’ manasına olarak ‘Bakır ebin avıl’ sözleridir. […]

“…(Amid) ve (Amida) isimleri ‘bakır’ anlamına Türkçe ‘Amıday’dan gelmektedir.

(Amida) ismine Asûr’lular devrindenberi rasgelinmesine bakılırsa, hükmedilebilir ki, en eski Türk göçmenleri buralara geldikleri zaman, bu yerlerdeki bakır zenginliğine bakarak, (Amıday) ismini kullanmışlardır. Sonradan gelen başka Türk göçmenleri, kendi lehçelerinde bu manaya kullandıkları (bakır) sözünü, bu (Amıday) kelimesinin yerine koyarak ve bütün hıttayı da düşünerek (Diyarbakır) demişlerdir.

İkisi de su katılmamış Türk kelimesi olan bu sözlerden birincisini Grekler (Amida) ve Araplar (Âmid) kılığına koymuşlar, ikincisi de Arap coğrafyacılarının ağzında (Diyarı Bekir) şeklini almıştır. Bu sonradan yapılmış tahriflerin hiç biri, ne (Amıday) ın, ne de (Diyarbakır) ın Türk orijinini değiştiremez ve değiştirememiştir.” (Türk Dili Belleten 29-30/Haziran 1938: 92-93, 94, 98)

Tankut: “İl̃âhî ocakta çakan bir kıvılcım, Diyârıbekir’i, pas ve curuftan temizledi, tekrâr Diyarbakır yaptı”

Tankut da, Dilmen’den geri kalmıyor: Coğrâfî isimlerin târih boyunca birçok değişikliğe mârûz kaldığını misâl̃lerle ve “Güneş-Dil analizleriyle” îzâh ettikden sonra, Diyârıbekir’in aslının Diyarbakır olduğunu –coşkun tezâhürâtla- îlân ediyor:

Halk etimolojisi o günkü zihniyetlerin doktrinlerini zerkederek kelimeleri, bilhassa yer ve insan adlarını hem semantik, hem fonetik bakımdan değiştirebilir. Etüdümüz olan Diyarbakır da böyle bir istihale geçirmişti.

Her vasfı ile öz ve temiz Türk olan Diyarbakır adı yabancı tesirlerle uzun müddet pas ve curuf içinde yaşadı. Atatürk’ün yurd ve milletseverlik aşkının ilâhî ocağı olan kalbinden bir kıvılcım şimdi onu yeni süzülmüş temiz bir bakır parçası haline getirdi. Ne mutlu Diyarbakır’a.” (Türk Dili Belleten 29-30/Haziran 1938: 112)

Hasan Reşit Tankut’un bu “tedk̆îk̆”i, ayrıca, 14 sayfalık bir risâle hâlinde basılmıştır: Diyarbakır Adı Üzerinde Toponomik Bir Tetkik, Ankara: Ulus Basımevi, 1937.

Diyârbekir”in kara bahtında son perde: Totaliter Hükûmetin Karârnâmesi

Hiçbir sûretle tasarrufları münâkaşa edilemiyen “Büyük Şef”, 15 Kasım 1937’de, iki bin senelik Diyârıbekir’i “Diyarbakır” îl̃ân etmiş, sür’atle, hâdisenin üzerinden henüz bir ay dahi geçmeden ve mes’ele efk̃ârıumûmiyede veyâ Diyârbekirliler nezdinde kat’iyen müzâkereye açılmadan, kimsenin fikri sorulmadan, İcrâ Vekîlleri Hey’eti, 10 Aralık 1937 günki toplantısında, Diyârbekir’e son darbeyi indirmiş, (“El̃âziz”in Elazığ”a çevrilmesinde olduğu gibi) “Büyük Şef”in tasarrufuna zâhiren “hukûk̆î” bir kılıf giydirerek, bir Karârnâmeyle, Diyârbekir’i “Diyarbakır” yapmıştır… Bu “hukûk̆î” kılıf için de, cümlesi bir kuklalar topluluğundan ibâret olan Belediye Meclisi, Vil̃âyet İdâre Hey’eti, Şûrâ-i Devlet, v.s.’nin isimleri kullanılmıştır.

Aynen El̃âziz veyâ Denizbank hâdiseleri gibi, Kemalist Totaliter Rejim hakkında pek ibretâmîz olan Diyârbekir hâdisesinin son perdesi, Cumartesi, 18 K̃ânûnuevvel 1937 târih ve 3786 sayılı Resmî Gazete’de neşredilen 10 Kânûnuevvel 1937 târih ve 7789 sayılı Karârnâmedir:

(Diyarbekir) beldesi adının (Diyarbakır) olarak değiştirilmesi hakkında Belediye Meclisi ile Vilâyet İdare Heyetinin kararları ve Şûrayı Devlet Reisliğinin 2/12/1937 tarih ve 19430 sayılı tezkeresile gönderilen Mülkiye Dairesile Umumî Heyetin mazbataları İcra Vekilleri Heyetinin 10/12/1937 tarihli toplantısında okunarak 1580 sayılı kanunun 9 uncu maddesine göre bu belde adının (Diyarbakır) olarak değiştirilmesi onanmıştır [tasvîb edilmiştir]. 10/12/1937.

Reisicümhur K. Atatürk, Başvekil C. Bayar, Adliye Vekili Ş. Saracoğlu, Millî Müdafaa Vekili K. Özalp, Dahiliye Vekili Ş. Kaya, Hariciye Vekili Dr. T. R. Aras, Maliye Vekili F. Ağralı, Maarif Vekili S. Arıkan, Nafia Vekili A. Çetinkaya, İktisad Vekili Ş. Kesebir, Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekili Dr. H. Alataş, Gümrük ve İnhisarlar vekili R. Tarhan, Ziraat Vekâleti V. Ş. Kesebir.”

3. Alt Fasıl: Denizbank Hâdisesi (Sadri Maksudi Arsal)

Yukarıda, riyâk̃ârca “Öztürkce” yaftası altında sahneye konulan Uydurma Dil harek̃âtını desteklediği ve Kemalizmi yanlış değerlendirdiği için tenk̆îd ettiğimiz Hukûk Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’ın, bu fâhiş hatâlarına rağmen, kıymetli, -en azından “Güneş-Dil” maskaralığına iştirâk̃ etmiyecek kadar- haysiyetli bir ilim adamı olduğuna dâir kanâat̃imizi izhâr etmiştik. Bu Alt Fasılda bahis mevzûu edeceğimiz Denizbank Hâdisesi, doğrudan doğruya onunla al̃âkadârdır.

24 Aralık 1937 Cumâ günü, “Büyük Millet Meclisi, Fikri Sılayın reisliğinde toplanıyor ve (birkaç başka lâyihanın görüşülmesini müteâkib) Denizbank kanun lâyihasının müzakeresine başlıyor…” Bâzı Meb’ûslar söz alarak fikir, teklîf ve suâl̃lerini dile getiriyorlar… İk̆tisâd Vekîli “Bay Şakir Kesebir, söz alan mebusların mütalâalarına cevab veriyor…” “Bundan sonra (Denizbank kanununun) maddelerinin müzakeresine geçiliyor…” (Akşam, 25.12.1937, Cumartesi, ss. 1 ve 8) İlk maddeyle berâber, Sadri Maksudi’nin takrîri ele alınıyor:

“(Denizbank kanununun) birinci maddesinin müzakeresi sırasında Sadri Maksudinin, Banka adının Deniz bankası olması hakkında verdiği takrir reye konularak kabul edildi ve madde ona göre tashih edilmek üzere encümene verildi.” (Akşam, 25.12.1937, s. 8)

Bu karâr üzerine, iki gün sonra, 27 Aralık 1937 Pazartesi, Meclis’de kızılca kıyâmet kopacaktır!

Nîçin? Çünki Sadri Maksudi, “Denizbank” tâbirinin Türkcenin gramerine, şîvesine, rûhuna mugâyir olduğunu söylemekle, dolaylı olarak, bu tâbirin mûcidi olan “Dâhî Başbuğ”a îtirâz etmek cürmünü işlemiş, baltayı taşa vurmuştur!