Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (73)

WhatsApp Image 2022-04-23 at 13.39.12.jpeg

(Son Posta, 28.12.1937, s. 1)

Hakîkat değişmez ki!”

***

Denizbank”, alafranga bir söyleyiştir

Sadri Maksudi, “Denizbank” ismine Türkcenin kavâidine uymadığı için îtirâz ederek doğrusunun “Deniz Bankası” olması l̃âzım geldiğini îzâh etmiş, Meclis’de hazır bulunan Meb’ûslar da, ona haklı bulmuş, teklîf lehinde rey kullanarak Kânûnda ismin -Bütçe Encümeni tarafından- bu sûretle tashîhine karâr vermişlerdi.

Filhakîka, “Denizbank” ismi, iki cihetle, tam mânâsıyle Fransız veyâ Frenk söyleyişidir:

Birincisi, Türkcede bu müessese için İtalyancadan ik̆tibâs ettiğimiz “banka” kelimesi kullanılır; “bank” (“la banque”), aynı müessesenin Fransızcasıdır. (Oturulacak “sıra” mânâsında Fransızcadan ik̆tibâs ettiğimiz “bank < le banc” o dilde “ban” –sondaki “n” genizden- tel̃affuz edilir ve onlara da Almancadan geçmiştir.)

İkincisi, bu tarzda tamlama yapmak, Fransızca ve İngilizcenin selîkasına muvâfıktır, bu dillerde bu sûretle kullanılır: Fransızcada Banque Rothschild, İngilizcede Rothschild Bank, Fransızcada Banque Barclays, İngilizcede Barclays Bank gibi… (Kezâ, Fransızcada, Banque Bruxelles Lambert, groupe Bouygues, Hôtel Château Fontenac, Hôtel Galileo, Hôtel Eiffel Seine, La Planque Hôtel, Le B et B Hôtel, Le Select Hôtel, v.s.) Türkceye bunları “Bank Rothschild” veyâ “Rothschild Bank”, “Bank Barclays” veyâ “Barclays Bank” diye değil, “Rothschild Bankası”, “Barclays Bankası” şeklinde tercüme ederiz…

“Denizbank”, Türkcenin mantığı bakımından mânâsızdır, abes bir söyleyiştir, şîvesizlikdir; çünki bu takdîrde, deniz yâhud denizcilikle al̃âkalı banka değil de, “banka”nın kendisi “denizdir”, “denizden yapılmıştır” denmiş olur.

Târihî Türkcemizin “takısız isim tamlamaları”

Târihî Türkcemizde, görünüş olarak “Deniz Bank”a benziyen takısız isim tamlamaları mevcûddur ve bunlar, belirli ve belirsiz isim tamlamalarına nisbetle daha az işlek olsalar da bir hayli yaygındırlar. Dilimizin güzelliklerinden olan bu çeşid tamlamalar, münhasıran aşağıdaki iki sûretle kullanılır, iki vazîfe îfâ ederler:

Birinci sûret: Sıfat vazîfesi gören tamlıyan kelime, tamlanan kelimeyle işâret edilen nesnenin mâhiyetini, yânî neyden îmâl edildiğini veyâ neyden teşekkül ettiğini belirtir: “Demir kapı, tahta bacak, takma diş, mermer tezg̃âh, ipek kumaş, yün eldiven, deri cüzdan, k̃ağıd havlu, bakır tepsi, pırlanta yüzük, kurşun asker, pamuk yatak, keten pantolon, gümüş ayna, teflon kaplama sahan, döküm tava, dolma kalem, dolma bahçe, têlîf eser, tercüme hik̃âye, uydurma dil, kaynak kitab, anahtar kitab, ik̆tibâs kelime, ara başlık” misâl̃lerinde olduğu gibi…

İkinci sûret: Bunlar, takısız isim tamlamalarının pek zarîf bir şekli olan istiâreli söyleyişlerdir; bu edebî san’at̃e muvâfık olarak, tamlanan, (mecâzî mânâ yüklenen) tamlıyana, (“gibi, sanki, misâli, gûne” ve sâir bir benzetme edâtının tavassutu olmadan –ki ak̃si hâl̃de bu bir “teşbîh” olurdu-) herhangi bir cihetten benzetilmiştir: “Gül yanak, kiraz dudak, keman kaş, kömür (menekşe, bâdem, zeytin…) göz, sırma saç, inci diş, selvi boy, taş (/ yufka) kalb, cin fikir, cennet memleket, arslan asker, tunç bilek, tilki siyâsetci”, ilh…

“Çelik tencere”, “çelik irâde” misâl̃lerinde, “çelik” kelimesiyle, hem birinci, hem ikinci sûrette tamlama yapılmıştır. Kezâ, “yapma çiçek (bebek)”, “yapma tavır”da… “Altın halka” tâbirinde ise, her iki kelime de, hem hak̆îk̆î, hem mecâzî mânâlarda kullanılabilir…

Takısız isim tamlaması şeklinde görünen bâzı coğrâfî isimler ise, husûsî bir araştırma ve teemmül mevzûu olmalıdırlar. Bu husûsta vaz’edilecek ilk kâide şudur: Coğrâfî isimlerden bir gramer kâidesi istinbât edilemez; zîrâ bunlar, târihî seyir içinde, muhtelif âmillerin têsîri altında, büyük değişiklikler geçirebilir, menşêine nisbetle tanınmıyacak derecede muharref bulunabilirler…

İkinci bir kâide de, coğrafî isimler üzerinde târihî araştırma yaparak bunların bilhassa Kemalist Rejimden evvel mi, sonra mı meydana çıktıklarını tesbît etmeden hükme varmamaktır.

Mesel̃â İstanbul’un Yunancadaki ismi “Konstantinopolis”, yânî “Konstantin Şehri” idi. Fransızlar, bunu kendi şîvelerine tatbîk̆ ederek “Constantinople (Konstantinopl̃)” şekline çevirmişler, aynı kelime, Arabcada “Kustantiniyye”, Türkcede “Kostantiniyye” olmuştur. Fetihten muhtemelen bir-iki asır sonra, Türkler arasında, “İsl̃âmı, Müslümanı bol şehir” mânâsında “İsl̃âmbol” tâbiri revâc bulmuş, birçok İstanbullu müellif, kitablarını, soy adı sadedinde “İsl̃âmbolî” olarak imzâlamışlardır. İşte günümüzdeki “İstanbul” ismi bu ikinci kelimenin muharref, l̃âkin pek âhengli şeklidir. Bu kelimenin “Kostantiniyye”den türemediği âşikârdır; belki ondan tel̃affuz bakımından bir derece müteessir olduğu düşünülebilir. Türklerin Rumcadaki başka bir kelimeyi bozarak ondan “İstanbul”u türettikleri iddiâsı da mâkûl̃ görünmüyor; zîrâ, Türklerin, bu ikinci kelimeye kadar, mezk̃ûr şehrin adı olarak “Kostantiniyye”den başka bir kelime kullanmadıkları mâl̃ûmdur. “Dârülhil̃âfe”, “Dersaâdet” gibi tâbirler ise, şehrin isimlerinden ziyâde ünvânları mâhiyetindedir.

Bir başka misâl̃, Ankara’daki bir semtin ismi olan “Keçiören”dir. Bu birleşik isim, bugünki tel̃affuzunun zannetirebileceği gibi, bir takısız isim tamlaması değildir ve “keçi”yle de bir al̃âkası yoktur. Eskiden köy olan bu semtin ismi, “Ankara Mufassal Tahrir Defteri H. 867 / M. 1463 târihli kayıdlarda Karye-i Kiçivîrân Tâbi-i Kasaba” ve “Karye-i Kiçivîrân, timâr-ı Turasan” şeklinde zikredilmiştir. (Korgun, 20.2.2007; http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=36302; 30.11.2021) Eski Türkcedeki “kiçig” Anadolu Türkcesinde evvel̃â “kiçi”ye, sonra da “küçük”e dönmüştür. (Kubbealtı Lugati) Binâenaleyh “Keçiören”in aslı “Küçük Ören”, yânî “Küçük Vîrâne”dir ve bir sıfat tamlaması yapısında teşkîl olunmuştur.