Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (79)

“…Kendimde ilmî bir cesaret vardır ki müsaadenizle bunu söyliyeyim:

“Ben Türk Ermeni denilen bir kabilenin Türk çocuğuyum. Büyük Harbde Atatürkün maiyetinde askerlikle Türkiye ve Türklük için uğraştım. Ondan sonradır ki Türklüğün büyük hasretlerinin [hasletlerinin] meclûbu olarak türkçe üzerindeki merakımı ve etüdlerimi Avrupada ikmal ettim. Bulgar Üniversitesinde Türkçe profesörlüğü yaptım. Bugün Türk Dil Kurumu üyesi ve ayni zamanda Ankara Tarih, Dil-Coğrafya fakültesi doçenti bulunmakla bahtiyarım. İşte bu sıfatla ve ilmî cesaretime güvenerek Bay Sadri Maksudiyi suale çekmek vazifem olduğunu bütün Türk milletine ve Türk münevverlerine beyan eylerim.

“Biz bugüne kadar Bay Sadri Maksudi arkadaşımıza, hiç de tetkike lüzum görülmiyen bir mütehassıs olmak sanısı ile kendisini hürmete şayan görüyorduk. [Bozuk cümle!] Fakat Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin şüphesiz en mütehassıs dilcilerimize danıştıktan sonra ortaya koyduğu ‘Deniz Bank’ sözüne itirazını o kadar gayriilmî ve cahilâne gördük ki artık o zatın Türk ilim ailesi içinde bir yeri olduğunu kabul edememekte mazurum.” (Anadolu Ajansı, Tan, 29.12.1937, s. 10; Cumhuriyet, 28.12.1937, s. 7; Ulus, 28.12.1937, s. 8)

Dilaçar’a ve “Şef”ine sormak l̃âzım: Türkistan ve sâir Türk beldelerinde konuşulan “Türk lehçeleri, Rusçayle karışmış geri lehçeler” ise, nîçin (inşâ ettiğiniz Resmî Dilde) Anadolu Türkcesindeki İsl̃âm Medeniyeti kaynaklı bâzı kelimeler yerine o lehçelerden ik̆tibâs ettiğiniz kelimeleri ikâme ettiniz ve nasıl oluyor da “Güneş-Dil Teorisi”ne nazaran fil̃anca veyâ falanca kelime aslında Türkcedir iddiâsını isbât etmek için o “Rusçayle karışmış geri Türk lehçeleri”ne (bilhassa Yâkutçaya) istinâd ettiniz?

Mânevî linç ekibinin beşinci ismi Özdeş: “Osmanlı’dan kalma gramer kitablarının yeri, sokak süprüntülerinin arasındadır!”

Mensûb olduğu Cemâat îcâbı çekirdekden Komitacı yetişen Mustafa Kemâl̃’in Erk̃ânıharbiye Yüzbaşısı olarak tâyîn edildiği Şam’da, ilk işi, “Milletin, zulüm ve istibdâdı altında mahvolduğu, zevk̆ ve saltanatına düşkün, her zilleti irtik̃âb edecek menfûr şahsıyet” Abdülhamîd Hân’ı devirmek gâyesiyle çalışan Vatan ve Hürriyet Komitasını têsîs etmek olmuştu (Nisan 1906). (Yeni Söz, 17.3.2019/177; 30.6.2019/279) Komitasına mensûb olan ve kendisine her zaman sâdık kalanlardan biri de L̃utfî Müfîd Özdeş (Kırşehir, 1874 – İstanbul, 18.4.1940) idi. Dâvâ arkadaşının sadâkat̃ini karşılıksız bırakmıyarak onu Kırşehir Meb’ûsu (1923-1939) ve Târih Kurumu Âzâsı tâyîn etmiş, mâhûd Şark İstikl̃âl̃ Mahkemesi’nde de kendisine rol̃ vermişti. Bu bakımdan, “Tek Şef”in, Sadrî Maksudi’yi mânen linç etmek üzere teşkîl ettiği ekibe Müfîd Özdeş’in de dâhil edilmiş bulunmasına hayret etmemek l̃âzım…

“Sâhibinin sesi” Özdeş’e nazaran da, “köhne kitablara aklını bağlıyarak, Türk Dilinin ihyası yolunda çalışanların” karşısına bir “barikad gibi” dikilmekden “utanmıyan adamlara, herhangi bir ilim branşında profesörlük vazîfesi verilemez”:

“Denizbank terkibi hakkında bu gece Kırşehir mebusu Müfid Özdeş, radyo ile şu mütalealarda bulunmuştur (Ulus, 28.12.1937, s. 8):

“Çok hürmet ettiğim vatandaşlarım, türkler, belki şimdiye kadar benim sesimi ve sözümü işitmediniz, ben daima bunu tercih ettim. Fakat şimdi söylüyorum, eski bir asker olarak söylüyorum, Atatürk’ün bir asker kumandan arkadaşı olarak söylüyorum.

WhatsApp Image 2022-04-29 at 14.42.00.jpeg

Sâhibinin sesi” Müfid Özdeş de, Devlet Radyo’sundan, kendisine müdâfaa hakkı tanınmıyan Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal’a, mugâl̃atadan ibâret bir nutukla taarruz ediyor, onun köhne Osmanlı gramer kitablarına takılıp kaldığını, bunun için “Denizbank” tâbirine îtirâz ettiğini iddiâ ediyordu… Hâlbuki, Kemalist Rejim, o kitabları sokak süprüntüleri arasına fırlatmıştır! Binâenaleyh, bu kadar köhne bir zihniyetin temsîlcisine Türkiye üniversitelerinde kürsü verilemez!

***

“Ben oldum olasıya türküm ve türklüğe âşıkım. Türk dili, benim, küçük yaştan beri çok alâka ile takib ettiğim zengin hazinedir. Ne yazık ki, ben bütün klâsik mektebleri takib ederken, buralarda türkçe öğretilirken, benim sevgili doğum yerim olan Kırşehirdeki türkçemi hatırlatan bir tek kelime demiyeyim, bir cümleye tesadüf edememekle, uzun zaman bedbahtlık duydum. Çünkü osmanlı grameri diye elimize sunulan kıtabı türkî [Kitâb-ı Türkî], türk âleminin genişliğini, zenginliğini bilmiyen bir takım hoca taslakları tarafından, tabir yerinde midir bilmem, imparatorluk grameri diye ortaya atılmış kitabdan başka bir şey değildi.

“Bu gramer kitabında türkçe unutulmuştur. Osmanlı dili ileri sürülmüştür. Bu dilde güya arabca, farsca ve ne yazık yüzünü görme nasibesinden türkleri mahrum kılan türkçe. [Bozuk cümle!] Bu gramerde türlü kaideler vardır. Bunlar bilinmedikçe osmanlı dili öğrenilemez.

“Bu gramercilerin türklüğe ve türk diline yaptıkları hiyaneti izah çok uzun ve güçtür. Onu yeni türk tarihine bırakıyorum.

“Fakat artık anlamak lâzımdır ki bu dil, kafa şaşkınlığının şuursuz eserleri idi. Teşekküre şayandır ki cumhuriyet hükûmetinin Kültür Bakanı bu safsata dolu ve türk zekâsını paslandırmaktan başka bir vazife yapamıyan köhne, köhne olduğu kadar kıymetsiz olan kitabları Türkiye cumhuriyetinin gür gençleri ile dolu mekteblerinin kapısı dışına, sokak süprüntücülerine atmıştır. Şimdi benim buruda söyliyeceğim şudur:

“Bu süprüntülere karışmış olan köhne zihniyetle yazılmış kitabları esas tutan, köhne kitablara aklını bağlıyarak, bugünkü türk gençliğini ve uyanık âleme karşı hâlâ bu çürük temellere dayanarak, türk dilinin ihyası yolunda çalışanların barikadı gibi kendini göstermiye utanmıyan adamlara, bu Türk gençliğinin herhangi bir ilim branşında mürebbîliği, profesörlüğü vazifesi verilebilir mi? [Cümle, asıl metinde böyle bozuktur…] İşte Türkiye cumhuriyeti Kültür Bakanının buna cevab vermesine bütün türk âlemi, bilhassa türk gençliği intizar ediyor.” (Ulus, 28.12.1937, s. 8; Cumhuriyet, 28.12.2021, s. 7)

Ne demişler? “Şecâat̃ arzederken merd-i Kıptî, sirkat̃in söyler!”

Mânevî linç ekibinin altıncı ismi Atay, Radyo konferansında, “Güneş-Dil Teorisi”ni mutlak hak̆îkat̃ gibi takdîm etti

Mânevî linç için vazîfelendirilen altıncı isim, Ulus Başmuharriri ve Ankara Meb’ûsu Falih Rıfkı Atay’ın, Denizbank hakkında Kemalist Meclis’deki yeni karârı tâk̆îben verdiği “Radyo konferansı”, tek kelimeyle, mugâl̃atadan ibârettir. Tankut ve Özdeş gibi o da, “Osmanlı devrinin kısır asırlarında mahdud kafaların uydurduğu gramer” olmakla ithâm ettiği Türk gramerini reddediyor. Hâl̃ böyle olunca, “Denizbank”ın, uydurdukları yeni gramere nazaran “Türkce” olduğunu îl̃ân etmelerinin önünde bir mâni kalmıyor! Ayrıca, seneler sonra “Güneş-Dil Teorisi”ne hiç inanmamış olduğunu beyân eden Atay’ın (“Ben bu teoriye hiçbir zaman inanmamıştım.” –Çankaya, 1980: 479-), radyo konuşmasında, bu sahte teoriyi genclere mutlak hak̆îkat̃ gibi takdîm etmesi bir ibret mevzûudur:

“Sayın yurddaşlarım;

“Kamutayda ‘Deniz Bank’ tabiri münasebetile açılan bir münakaşanın türlü tezahürlerini ve bunun üzerine kıymetli dil âlimlerimizin, hükûmetin bu ünvanı tercih edişindeki isabeti izah eden sözlerini işittiniz. Ben bu izahlara yeni bir şey ilâve etmek için karşınıza çıkmıyorum.