Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (81)

yesevi.jpg

(Kurun, 28.12 1937, s. 1)

Mustafa Kemâl̃’in has adamlarından Asım Us, mânevî linç seferberliğine katılarak, bir sonraki günün (29 Aralık 1937) Kurun’unda (evvelki ve sonraki ismiyle Vakit), Denizbank Hâdisesi hakkında, bekleneceği üzere, Sadri Maksudi’yi haksız çıkaran bir başmakâle neşretti. Makâlesinin sonunda, apâşik̃âr ve akılalmaz rezâlete rağmen, mürâîce: “Kamutay âzalarının her bahis üzerinde düşüncelerini söylemek hususundaki hakları açıktır” diye yazmaktan hayâ etmiyordu!

*** 

 

Fanatik Kemalist muharrir Peyami Safa, evvel̃â doğruyu yazdı, sonra dilini yuttu!

Devrin Kemalist matbûâtında (ki olmıyanı yoktu, olamazdı) “Denizbank” tâbiri hakkında doğruyu yazan –belki- tek muharrir Peyami Safa idi. Herhâl̃de bir gaflet eseri olarak! Onun fıkrasını neşreden Yunus Nadi ve gazetesi de, bunu, yine gaflet eseri olarak yapmış olmalıdırlar! Zîrâ hepsi de gâyet iyi biliyorlardı ki “Sümerbank, Etibank, Denizbank” tâbirleri Mâbûd’un îcâdlarıdır; binâenaleyh bunlara îtirâz etmek peşinden ağır müeyyidelere mârûz kalmayı getirebilir!

Nitekim, bâzı fıkra ve romanlarında “Server Bedi” nâmımüsteârını kullanan ve en gözde muharrirlerinden olduğu fanatik Kemalist Cumhuriyet gazetesinde hem asıl ismiyle, hem de nâmımüsteârıyle fıkralar, romanlar neşreden, en az gazetesi kadar fanatik bir Kemalist olan Peyami Safa, gazetesinin 26 Aralık 1937 târihli nüshasının 5. sayfasında, “Pazardan Pazara” sütûnunda, Sadri Maksudi’nin “Denizbank” tâbirini “haklı bulan” ve bununla berâber “Sümerbank” isminin de değiştirilmesini temennî eden bir fıkra yazdı; l̃âkin ortalıkta “Orkestra Şefi”nin tertîb ettiği kızılca kıyâmetin koptuğunu görünce, üstüne üstlük, yine linç seferberliğinde vazîfelendirilmiş Nâşid Uluğ’un matbûâtaki taarruzuna mârûz kalınca, hemen sus pus oldu, Uluğ’un süflî taarruzuna cevâb vermedi, bu bahse bir daha dönmiye cesâret edemedi…

Pekâl̃â, bu fevkal̃âde mânîdâr, fevkal̃âde ibretâmîz hâdiseden Totaliter İdeolojiye dâir bir ders çıkardı mı? Ne gezer! Bu vahîm hâdiseden sonra da (tâ ömrünün sonuna kadar) Kemalist Propagandanın bellibaşlı bir kalemşörü olmıya devâm etti, mâhûd hâdiseden sekiz ay sonra, yine Cumhuriyet’te (6.8.1938-22.9.1938, 42 tefrika), Türk İnkılâbına Bakışlar isimli hak̆îkat̃siz, basît propaganda eserinin tefrikasına başladı! (Çalışması, aynı sene Kanâat Kitabevi tarafından tab’edildi; bil̃âhare, cüz’î tâdil̃âtla müteaddid baskıları -1958, 1981- çıktı… Hâlen neşre hazırlamakta olduğumuz “Peyami Safa Efsânesi” isimli araştırmamızda, bu kitabının tenkîdine de yer verdik…)

“Deniz Bank, gayr-i millî bir terkîbdir”

Hayâtının seyri ve yaptığı neşriyât umûmiyetle hayırsız olsa da, Peyami Safa, bu def’a, kalemini hak̆îkat̃in hizmetine vermiş, “Deniz Bank, gayr-i millî bir terkîbdir [tamâmlamadır]” diye yazmıştı:

“Deniz Bank mı, Deniz Bankası mı?

“Büyük Millet Meclisinde, Sadri Maksudi, yeni açılacak ‘Deniz Bank’ müessesesinin adına itiraz etmiş. Büyük dilcimizi haklı buluyorum. Türkçede ‘Deniz Bank’ şeklinde bir terkib kaidesi olmadığı gibi ‘bank’ diye de bir kelime yoktur. Fransızların ‘lampe’ kelimesine biz ‘lâmba’ dediğimiz gibi ‘banque’ kelimesine de ‘banka’ deriz. ‘Vakıf han’, ‘Ege palas’, ‘Kültür park’ gibi terkibler de türkçe değil, ingilizcedir. ‘Beyazıd kulesi’ yerine ‘Beyazıd kule’, ‘Eminönü meydanı’ yerine ‘Eminönü meydan’, ‘İzmir belediyesi’ yerine ‘İzmir belediye’ diyebilir miyiz? Bunu anlıyan Kamutay, pek yerinde bir kararla ‘Deniz Bank’ ünvanını ekseriyetle reddetmiş ve teşekkül edecek büyük bir millî bankamızın adını gayrimillî bir terkibden ve kelimeden kurtarmış. Darısı ‘Sümer Bank’ın başına!”

Linç ekibinin sekizinci ismi Nâşid Uluğ’un Peyami Safa’ya pek süflî taarruzu

Sadri Maksudi’ye karşı teşkîl edilmiş linç ekibindekilerden biri de, Hâkimiyet-i Milliye Neşriyât Müdürlüğünü deruhde ve muhtelif resmî müesseselerde idârecilik etmiş olan Kütahya Meb’ûsu Nâşid (sonradan Naşit) Hakkı Uluğ (İstanbul, 1902 – 27.4.1977) idi. Bil̃âhare, Kemalizmin Dersim’deki jenosid siyâsetini müdâfaa eden bir kitab (Tunceli Medeniyete Açılıyor, 1939, 207 s.) ve Kemalizme medhiye kabîlinden daha başka kitablar (Hemşehrimiz Atatürk, 1972, 399 s.; Üç Büyük Devrim, 1973, 214 s.; Halifeliğin Sonu, 1975, 221 s., v.s.) têlîf eden Uluğ’a verilen vazîfe, bir ân “fevkal̃beşer Büyük Şef”ine karşı  Sadri Maksudi’yi haklı bulmak gafletine düşen Server Bedi veyâ Peyami Safa’ya bir fiske vurarak onu da hizâya sokmaktı… O, bu vazîfesini kendisine gönderilen Anadolu Ajansı muhâbirine beyânât vererek îfâ etti:

“Kamutayda müzakeresi yapılan ‘Denizbank’ sözü hakkında Kütahya mebusu Naşid Uluğ’la Ajans muharrirlerinden biri bir mülâkat yapmıştır. Anadolu Ajansı bu mülâkatı şöyle vermektedir:

“Sayın mebusun Ajansa söyledikleri kısa bir izahı da profesör Tankut’un nutkundan sonra vermeyi münasib görüyoruz:

“Sual:

“- Bugün okuduğumuz Cumhuriyet gazetesinde Server Bedi imzalı yazı üzerinde noktai nazarınız nedir? Bu yazıda bir resim vardır: ‘Deniz Bankası’ yazısının son üç harfinden evel [O devirde böyle yaygın bir resmî iml̃â vardı: “evvel” yerine “evel”!] yukardan inen bir balta, ve [Bu da, sık karşılaşılan bir imlâdır: virgülden sonra “ve”…] bunun şiddetli darbe ve keskinliğinin fışkıran alâmetleri… Server Bedi Denizbank’ın yanlışlığını ve ‘Deniz Bankası’ denilmek lüzumunu ileri süren hukuk profesörü Sadri Maksudiyi teyid için bir takım misaller getiriyor. Ezcümle diyor ki: ‘İzmir belediyesi yerine -İzmir belediye- diyebilir miyiz?

“Sayın mebusumuz Naşit Uluğ’un bize verdiği kısa cevab şudur:

“- Hayır, İzmir belediyesi yerine İzmir belediye diyemeyiz. Ve şimdiye kadar türkler bize böyle bir terkibî isim kullandıklarına dair misal vermiş değillerdir. İzmir belediyesi, İstanbul belediyesi, Ankara belediyesi ve her şehrin bir belediyesi vardır. Bunun mânası çok açıktır: İzmirin belde işleri ile uğraşan müessesesi… Bunun Denizbank ünvanını taşıyacak bir müessese ile hiç bir ilmî münasebeti olmadığı meydandadır.

“Yalnız ben de sizden şunu sormak isterim:

“Denizbank ifadesinin yanlışlığını, yanlış olarak, ileri süren, ve türk dili ile ne ilmî ve ne de –bilhassa- fonetik alâkası olmadığı kendini tanıyanlar ve duyanlarca malûm bulunan Bay Sadri Maksudiyi teyid etmek için getirdiği misaller arasında niçin Server Bedi denilen zat: ‘Maltepe’, ‘Kumkapı’, ‘Beşiktaş’, ‘Ayvansaray’ gibi terkibleri hatrılıyamamıştır? Bu noktada durmak her türkün hakkı ve vazifesidir. Bu Server Bedi denilen zat ya çok âlimdir, bu takdirde benim işaret ettiğim iki isimden mürekkeb unvanları da dikkat nazarına alarak ilim yolundan izahta bulunacaktı. Ve yahut türk dili etimolojisinde cahildir, söze karışmıyacaktı.” (Ulus, 28.12.1937, s. 8; Akşam, 28.12.1937, s. 8)

Ukal̃â ve mütecâviz bir tavırla Sadri Maksudi ve Peyami Safa’ya Türkce dersi vermiye kalkışan, dîğer mütecâvizler gibi, edebsizce, Sadri Maksudi’yi “Türk Dili ile ilmî ve de –bilhassa- fonetik alâkası olmamak”la ithâm eden Nâşid Uluğ, onları değil, kendisini küçük düşürüyor: Peyami Safa’nın îtirâzına “Belediye, belde işleriyle uğraşan müessesedir; öyleyse bir bankaya verilen isim ona verilemez”,  şeklinde bir târif ve muhâkemeyle cevâb vermiye kalkışmasındaki basîtliği bir tarafa bırakalım, “Deniz Bank” tamlamasının, “fonetik (savtiyat)” veyâ “etimoloji (iştikâk ilmi)” ile ne al̃âkası var ki, hedef tahtasına oturttuğu şahısları, bu sâhaların câhili olduklarını iddiâ ederek (tabiî kuru kuruya!), bu mevzûda fikir beyân etme hakkından mahrûm bırakıyor? Zîrâ lisâniyatın bu gibi mes’elelerle iştigâl̃ eden dalları “şekliyat (la morphologie)” ve “kelime ilmi (la lexicologie)”dir…