Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (89)

Başgil’in fâhiş kusûru

Bizim nazarımızda ise, Başgil’in 27 Mayıs İhtilâli ve Sebebleri kitabı, her şeyden evvel, ne pahasına olursa olsun hak̆îkat̃ düstûruyle hareket etmediği için kusûrlu bir eserdir. Ayrıca, muâsır Türkiye siyâsî-ictimâî-ik̆tisâdî târihi hakkında, müellifin (mesel̃â akademik muhîtlere dâir -1963: 194/195-) şahsî müşâhedeleri, (bâhusûs 28 Nisan 1960 ile müteâk̆ib günlerdeki müretteb talebe nümâyişleri ve Bayar, Menderes ve sâir Hük̃ûmet erk̃ânıyle 30 Nisan 1960 günü, Çankaya Köşkü’ndeki görüşmesinde, onlara, İhtil̃âl̃ sath-ı mâilinden çıkmak için Menderes Hük̃ûmetinin istîfâsını tavsıye etmesi gibi -1963: 132/155-) hâtıralarıyle de zenginleşen pek kıymetli mâl̃ûmât ihtivâ etmekle berâber,  siyâsî hâdiselerin, perde-arkası kuvvetler hiç kâle alınmadan îzâh edilmesi, onların sebeblerinin yanlış teşhîs edilmesi, netîce îtibâriyle, vâkıaların tahrîf edilmesi mânâsına gelir. Kitabın en affedilmez tarafı ise, “Râdife”nin “günâh keçisi” yapılıp “Tabu”ya dokunulmaması, bilakis, -muhtemelen- gizli-âşik̃âr ik̆tidâr mihrâklarına şirin görünmek veyâ sâdece onların gazâbına uğramamak endîşesiyle, meddâhlığa sapılmasıdır…

Şehâdet, en fazla, Hakîkatperver ilim adamlarına yakışır!

Hâl̃buki, biraz aşağıda müşâhede edeceğimiz vechiyle, Başgil, 1940’lı senelerin ortalarında ve sonlarında, hak̆îkat̃leri ifâde etmekden çekinmiyordu!

Çok yazık! Bizde kahraman ilim adamı yetişmiyor! Sanki şehâdet sâdece askerler ve zâbıta içindir! İlim ve devlet adamları ile muharrirler, onları şehâdete, gâzîliğe teşvîk eder, haklarında pek heyecânlı nutuklar îrâd eder, makâleler, eserler têlîf ederler, fakat onlara örnek olmak akıllarına gelmez; Hakk ve Hak̆îkat̃ uğrunda dünyâ hayâtından vazgeçmenin en fazla ilim ve Devlet adamları ile muharrirlere yakıştığını anlamamış gibidirler! Bu nasıl Îmân, bu ne büyük nefsânî zaaf!

Başgil: “Çeyrek Asır Devâm Eden Zulüm Devri”

Ali Fuad Başgil’den nakledeceğimiz ilk makâle, “Çeyrek Asır Devam Eden Zulüm Devri” başlığını taşıyor. O günlerde, Son Posta gazetesinde intişâr etmiş olan makâleyi, Eşref Edib’in haftalık Sebilürreşad mecmûasının Ağustos 1950 târihli 85. sayısından ik̆tibâs ediyoruz. Şüphesiz, en dikkat̃ çekici tesbîtlerinden biri, “Millî terbiye ve millî tarih dediler, milliyeti ve târih ilmini toptan ink̃âr ettiler!” şeklindedir:

“Benim dâvam, son çeyrek asırlık devre ait müzmin ve müthiş bir memleket derdine deva aramaktır. İsterim ki bu aziz vatanda bir daha darağaçları kurulmasın. Ve gölgesinde memleketimin dili, dini, tarihî ve millî kıymetleri, hulâsa hakikaten millî olan neleri varsa, bu mukaddesatla pervasızca oynayıp alay edilmesin.

“Millî tarihin, Slâv komünizmine karşı, asırlar içinde, vücude getirdiği rampaları gözü kapalı yıkanlar; memlekette yalancılığı, dalkavukluğu ve kombinezonculuğu muvaffakıyetin tek sırrı ve kanunu haline koyanlar, vatansever nikabile, tekrar sahneye çıkıp karanlık komedyalar oynamasın… Ve nice nice mevta kemikleri üzerine ayvansaraylar kurup şehrâyinler yapmasın.

“Kamutaylar, kurultaylar toplayıp zalim bir istibdadın fermanlarını, sultanlara nasip olmıyan bir alâyişle, alkışlamasın. Memleket münevverlerinden kimini tehdit ile susturup, kimini dilinden menfaat çengeline asarak dilsizler diyarında hitabet dersi vermesin. Allah bana, o günleri bir daha göstermesin.

 kk.jpg

(Yeni İstanbul, 18.12.1964, s. 1; https://www.trendyol.com/gokce-koleksiyon/yeni-istanbul-gazetesi-18-aralik-1964-ali-fuad-basgil-in-ifadesi-alindi-gz53162-p-175220607; 2.1.2022)

Meş’ûm 27 Mayıs 1960 İhtil̃âl̃inin –aslında, bütün bir Milletle berâber- mağdûrlarından biri de, Ali Fuad Başgil’di… Burada, 18 Aralık 1964 târihli Yeni İstanbul’daki fotoğrafta, (71 yaşında, vefâtından takrîben 2,5 sene evvel) Kadıköy Adliyesi’nde ifâdesi alındıktan sonra, eşiyle berâber Adliye’den çıkarken…

***   

 

“Millî terbiye ve millî tarih dediler, milliyeti ve târih ilmini toptan ink̃âr ettiler!”

“İnsan olan insan için etrafında doğruluk ve namuskârlık görme ihtiyacı, suya ve ekmeğe olan ihtiyaç kadar, hattâ daha ıztıraplı bir ihtiyaçtır. İşte bu memleket halkı senelerce bu ihtiyacın ıztırapları içinde kıvranıp sızlandı. Sözüm hilâf-ı hakikat midir?

“Anayasa dediler, üstüne çul örtmediler mi? Cumhuriyet dediler, Osmanlı sultanlarına parmak ısırtacak bir saltanat sürmediler mi? Millî hâkimiyet dediler, meb’usları şef idaresi ve işaretile tayin etmediler mi? Demokrasi dediler, otokrasi tatbik etmediler mi? Hürriyet dediler, terör yapmadılar mı? Laiklik dediler, Moskovayı imrendirecek bir din ve maneviyat düşmanlığı takip etmediler mi? Devletçilik dediler, yâran sofrası kurmadılar mı? Mülkiyet dediler, müsadereye koyulmadılar mı? Adalet dediler, hâkimleri tehdit altında tutmadılar mı? Millî terbiye ve millî tarih dediler, milliyeti ve tarih ilmini toptan inkâr etmediler mi? [Sabataîlikle yoğrulmuş seciyeleri böyle tezâhür etmedi mi?]

“Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfûrdan!” (Ali Fuad Başgil, “Çeyrek Asır Devam Eden Zulüm Devri”, Son Posta gazetesinden iktibâs; Sebilürreşad, Ağustos 1950, c. IV, sy. 85, s. 146) 

“Türkce Mes’elesi”

Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in, Kemalist Uydurma Dil tedhîşine dikkat̃ çekdiği ve Türkceye hürriyet istediği ilk makâlesi, 25 Ekim 1945 târihli Cumhuriyet gazetesinde neşredilmiştir. Kendisi, La Révolution militaire de 1960 en Turquie kitabında (1963: 49), aklında kaldığı şekilde, mezk̃ûr makâleyi ve onu tâk̆îb eden –yine Türkce mes’elesine dâir- dîğer ikisini (ki biri yine Cumhuriyet’te, dîğeri Vatan’da intişâr etmiştir) “1944 yazının sonuna doğru” neşrettiğini yazıyorsa da, hâfızası onu yanıltmıştır; doğrusu, kaydettiğimiz târihtir. Zâten, henüz serbestî istikâmetinde bir adımın atılmadığı 1944 senesinde bu makâleleri neşrettiremezdi… 

Başgil, aynı kitabında (1963: 50-51), bu makâlelerin, “Millî Şef”i ve Maârif Vekîli Hasan Âli Yücel’i bir hayli kızdırdığını, mâmâfih, dîğer birkaç İcrâ Vekîlinin (Adliye Vekîli Ali Rıza Türel, İk̆tisâd Vekîli Ali Fuad Sirmen ve Ürgüplü’nün) Müellifin lehinde müdâhil olmaları sebebiyle, onların kendisini tecziye niyetlerinin ak̆îm kaldığını naklediyor. Rivâyetin kaynağı, o târihlerde Gümrük ve İnhisârlar Vekîli olan (daha evvel Büyük Elçi, 1960’larda “Cumhuriyet Senatosu Başkanı”) Suat Hayri Ürgüplü’dür.

Başgil’in Türkce mes’elesine mütedâir makâleleri, aslında, dil mes’elesi ötesinden, Kemalist Rejimin totaliter yapısını da teşhîr ediyorlar… Nitekim, Rejim de, Şefi de totaliter olmasalardı, hiç, Milletin dili üzerinde böyle pervâsızca tasarrufta bulunabilir, en az bin senede yoğrulmuş Millî Dil yerine, ondan bozma, uydurma, alafranga, l̃aik bir dili ikâme edebilirler miydi? Ve Hâkim Düzen, totaliter özünü muhâfaza etmemiş olsaydı, Uydurma Resmî Dil hâlâ hükümfermâ olabilir miydi?

Her ne kadar, sun’î dilin terkedilip Tabiî, yânî Târihî Türkceye rücû edilmesini taleb eden ilk makâle (muhtemelen) Hüseyin Cahit Yalçın’a âid ise de (“Neşriyat Kongresi Münasebetile”, Yeni Sabah, 24 Mayıs 1939; Yasa 2013: 445), Başgil’in aşağıdaki makâlesi, (şimdiye kadarki araştırmalarımıza nazaran) Kemalist Uydurma Dil Projesini, onun, Kemalist Totaliter Rejimin bir ifâdesi olduğu vâkıasına dikkat çekerek alenen tenk̆îd ve takbîh eden ilk makâledir (araştırmacıların tesbît ettikleri bu mâhiyette ve mezk̃ûr makâlelere tekaddüm eden başka neşriyât mevcûdsa, bunları öğrenmekden memnûn olur ve kendilerine müteşekkir kalırız):

“Okuyucularımla bugün türkçemiz üzerinde [hakkında] derdleşeceğim. Türkçemiz, diyorum, zira benim nazarımda ve tarihin öğrettiği hakikatler önünde, bu memlekette ‘osmanlıca’ ve ‘öz türkçe’, beyaz türkçe, kızıl türkçe… gibi bir kaç dil yoktur. Nitekim bu topraklar üstünde Osmanlılar, öz Türkler… diye kimi, Bizanslılar gibi, gelip geçmiş; kimi de nereden gelip ne idüğü belli olmıyan bir çok millet yoktur.

“Bu topraklar üstünde bir tek millet vardır: Muhtelif soy unsurlarının uzun bir tarih vukuatı ve istihaleleri içinde ve bir çok ruhî ve sosyal faktörlerin yumruğu altında yuğrulup Türk ekseriyetinin kanı, inanı ve kültürile kaynaşmasından hasıl olan ve ülke hududları Lausanne muahedesile çizilen bugünkü Türk milleti.