Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (90)
“Her kelimesinde asîl bir milletin en az bin yıllık bir târihinin biriktirdiği mânâ ve hâtıralar saklı bulunan Türkcemiz”
Bu milletin de bir tek dili vardır: Yerli ve yabancı muhtelif lengüistik
elemanların [lisânî unsurların, dil unsurlarının] tarih kazanında kaynaya
kaynaya helmelenip hamur olmasından meydana gelen ve, her büyük milletin dili
gibi, iç ve dış mantığının icablarına göre, yavaş fakat devamlı bir tekâmül
süzgecinden geçerek süzüle süzüle bugünkü berraklığını bulan memleket dili
türkçemiz. Sayısız fikir ve kalem sahibi nesillerin asırlar içinde göz nuru
dökerek karınca sabrile işleyip şimdiki inceliğine eriştirdiği atalar mirası
türkçemiz. Çatısı ve yapısı itibarile dünyanın en lojik, ahengi ve edası
itibarile en şirin, sadası ve telâffuzu itibarile dünyanın en hoş ve tatlı
dillerinden biri olan güzel türkçemiz. Millî kütübhanemizi dolduran ve
bugünlerimizi dünlerimizin asaletine bağlayan ilmî ve edebî sayısız kitabların
ve kitabelerin sessiz ve mukaddes dili türkçemiz. Her kelimesinde asil bir
milletin en az bin yıllık bir tarihinin biriktirdiği mana ve hatıralar saklı
bulunan, lisan şekline girmiş millî ruhumuz, hararet ve heyecan ocağımız, ana
baba dili canım türkçemiz. Çocuklarımızın evde ana babalarile, mekteb
koridorlarında hocalarile; herkesin sokakta, pazarda, iş üzerinde ve ahbablık
ederken birbirile konuşup anlaştığı millet malı ve âmme patrimuvanı [< Frz.
“le patrimoine”; mâmelek; âmme
mâmeleki] türkçemiz.
“Millet Dilimizin başına
getirilenlerin târihte misli görülmemiştir!”
“İşte, okuyucum! Benim, sizin, hepimizin müşterek dili ve millet
ocağımızın ateşi türkçemiz budur. Ve ben bundan başka bir türkçe bilmiyorum.
Yalnız şunu biliyorum ki, bu memleket dilimizin başına gelenler hiçbir büyük
millet dilinin başına gelmemiş ve uğradığı talihsizliğin tarihte misli
görülmemiştir. Ve işte bu yazımda sizinle dilimizin bu talihsizliği üzerinde
[< Frsz. “sur”; hakkında; dâir,
mütedâir] derdleşecek, içimin acılarını dökeceğim. […]
“Türkcemizin, Hük̃ûmet zoru ve kânûn yoluyle ideolojik
ihtirâslara kurban edilmesi karşısında susmamalı idik! L̃âkin…”
“Uzunuzadıya izaha ve ispata hacet mi var? Türkçemizin, hükûmet zoru ve kanun yolile, içinden çıkılmaz tenakuzlara saplandığı ve bir traji-komik mesele haline konulduğu bugün artık herkesçe ve her sınıf halkça bilinen şeylerdendir. Hakikatin yüzü pektir ve bunu inkâra mecal yoktur. Mızrak harara girmez. Güneş balçıkla sıvanmaz. Eğer bu memlekette baremin ve memurin kanununun ve daha bilmem hangi zabıta ve mahkeme kanununun üstünde, insan hakkını ve ebedî insanlığın yüksek şerefini ve imtiyazını koruyan bir hakkaniyet kanunu varsa; bu kanunun kanadları altına sığınarak söylüyorum ki, memleket dili türkçemiz tarihin hiç bir devrinde ve hiç bir diyarında rastlanmadık bir hükûmet hatasının kurbanı olmaktadır.
Ali Fuad
Başgil, 1948 senesi sonlarında, yânî “Millî Şef” devrinin ağır şartlarında,
Türkce mes’elemizle al̃âkalı olarak Cumhuriyet ve Vatan
gazetelerinde neşrettiği üç makâleyi, aynı günlerde, bir risâlede toplamıştı.
31 sayfalık risâle, yine bu 1948 senesinin sonlarında, başında bulunduğu Hür
Fikirleri Yayma Cem’iyeti’nin 5 numaralı neşri olarak okurlara ulaştı. Başgil,
bil̃âhare, bu risâleyi genişletti ve aynı isimli bu yeni
kitab, günümüze kadar müteaddid baskılar yaptı. Bizim elimizdeki nüsha, 2006
baskısıdır. Başgil’in Türkce mes’elesine mütedâir makâleleri, dil mes’elesi
ötesinden, Kemalist Rejimin totaliter yapısını da teşhîr ediyorlar. Zâten
Memleketimizde, bu sun’î dil mes’elesi, Kemalist Totaliter İdeolojinin bir
dayatmasıdır. Binâenaleyh, Kemalist Totaliter Rejim tasfiye edilmeden, dil
mes’elemiz de hâl̃l̃edilemiyecek, yânî Milletimizin hikmet-i vücûdu olan Târihî
Türkcemiz tekrâr Resmî Dil yapılamıyacaktır. Yapılamazsa da, mâl̃ûm olan târihî şahsıyetiyle bir Anadolu Milleti bu topraklarda
vâr olamıyacak, yerini Frenkleşmiş bir başka topluluk alacaktır… Bir asırdır
devâm eden Kemalist Kültür Jenosidinin çarkları böyle işliyor ve “Târihin
mantığı” da, bizi, ister istemez, bu fikre götürüyor…
***
“Yarının insanlık tarihçisi! Bu sözüm sana armağan olsun! Ta ki
bugünün tarihini yazarken bütün Türk bilginlerini bu müthiş hatanın faili
olmakla itham etmiyesin!
“Gerçi susmamalı idik. Böyle bir hatayı görüp de susmanın bile ağır
bir töhmet olduğunu bilmeliydik. Bu bakımdan hepimiz günahkârız. Fakat:
‘Başım eğikse sanma ki günâhımdandır benim, / Boynum üstünde
evlâd-ü-iyâlin vebâli var!’
Marcellus: “- Ey Sezar, ey
Mutlak Şef! Senin dahi Millet Dili üzerinde tasarruf hakkın yoktur!”
“Koca Marcellus! Seni burada anmadan geçmek kabil mi? Hükûmetle
memleket dili arasındaki münasebetin hakikatini, bundan iki bin yıl evvel sen
görüp söyledin. Hükûmet adamlarına doğru yolu, hakim [hakîm] bir mürşid
cesaretile, sen gösterdin. Ruhun şâd olsun!
“Rivayet olunur ki, eski Romanın şiddeti ve dehşetile meşhur olan
hükümdarlarından Tiberius, bir gün Roma Âyânında yaptığı bir hitabede uydurma
bir kelime kullanıyor. Yüksek otoritesini göstermek için olacak ki, kelimeyi
bir iki defa da üstüne basarak tekrarlıyor. Âyândan Marcellus, hükümdarın
sözünü keserek, memleket diline hürmet etmesini rica ediyor. [“Âyân”, bu
paragrafta, hem Fransızca “le sénat”,
hem de “sénateur (senatör)” mukâbili
kullanılmıştır. “Roma Âyânı”: “le Sénat
romain”, “Âyândan” veyâ “Âyân Marcellus”:
“le sénateur Marcellus –Marcel-”.
Biz (?) “senato”yu İtalyancadan,
“senatör”ü –İtalyancası: “senatore”-
Fransızcadan ik̆tibâs
etmişiz. Mâmâfih, “Senato” mukâbili olarak “Âyân Meclisi” demek, daha
isâbetlidir.] Derhal efendisini müdafaaya atılan saray adamlarından Capito
diyor ki:
‘- Marcellus! Bahis mevzuu ettiğin kelime, tutalım ki memleket
dilinden değildir. Fakat mademki Roma imperium’unun şanlı sahibi Sezar’ın
[Mutlak Şefin] ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur. Bilesin ki Sezar,
her şeyin üstünde ve her şeye kadirdir.’
“Bunun üzerine Marcellus, salonu kaplayan soğuk bir sükûn perdesini
yırtarak, sade hikmet ve hakikat olan şu cevabı veriyor:
‘- Capito yalan söylüyor! Sezar! Sen dilediğin insanlara Roma
vatandaşlığı sıfatı verir, mevki ve rütbe ihsan edersin; fakat memleket
dilinden olmıyan bir kelimeye Romalı olma hakkı veremezsin!’
“Elbette veremez. Zira bir memleketin dili, o memleket tarihinin ve
psiko-sosyolojik varlığının mahsulü ve asırlar içinde nesillerin birbirine
devredip emanet ettiği bir ocak mirası ve bir ecdad mülküdür. Bunda kimsenin,
hükûmet adamı sıfat ve otoritesile, tasarruf hakkı yoktur. [Buna rağmen,
tasarruf ediyorlarsa, bu, siyâsî ik̆tidârı
gayr-i meşrû yollarla, ihtil̃âl̃le gasbetmiş totaliter şefler oldukları
içindir…]