Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (93)

Uydurmaca, kânûn dili yapılmak sûretiyle de yaygınlaştırıldı

 

“Daha geçenlerde, mevzuumuza dair okuduğum bir yazıda, Dil Kurumunca otuz beş bin yeni kelimenin hazırlanmış olduğu müjdeleniyordu. [Bahis mevzûu olan, Dil Kurumu’nun –Resmî Dildeki bütün İslâm Medeniyeti kaynaklı kelimeleri tasfiye etme hedefini açıkça îlân eden- 1945 baskısı ilk g̃ûyâ Türkçe Sözlük’üdür ki buna Yoztürkce L̃ugat demek l̃âzımdır…] Bu mesaiyi ve bu neticeyi takdir etmekle [???] beraber, kendi kendime şunu sordum: Bu kelimeler niçin peyderpey serbest dil piyasasına sürülmüyor da, adeta baskına hazırlanan bir tümen gibi mevcudunu ikmal etmeyi bekliyor? Yoksa bunlar (ana kanunlarımız) ın oturmuş kelimelerini tekmeleyip yerlerine geçmek için fırsat mı kolluyor? [Hak̆îkat̃en de öyle oldu! 1930’lu senelerde başlayıp, 1945’te, 1924 Esâsiye Kânûnu’nun Uydurmaca tercümesinin kabûlüyle hızlanan bir vetîre netîcesinde, günümüz resmî hukûk dilinin kısm-ı âzamı Uydurmacalaşmıştır… 1924 Teşkîl̃ât-ı Esâsiye Kânûnu’nun Uydurmaca metni, birkaç sene hazırlıktan sonra, 1945 Ocak ayı başında, İzmir Meb’ûsu ve Başvekîl Şükrü Saraçoğlu, Çankırı Meb’ûsu ve TBMM Reîsi Abdülhâlik Renda ile 221 Meb’ûs arkadaşının imzâsıyle, bir kânûn l̃âyihası hâlinde, TBMM’ye arz edilmiş, teklîf, -İstanbul Meb’ûsu General Kâzım Karabekir’in de Âzâsı bulunduğu ve Reîsliğinin Ankara Meb’ûsu M. Ökmen tarafından deruhde edildiği- Teşkîl̃ât-ı Esâsiye Encümeni tarafından tedk̆îk̆ edilmiş ve Encümen’in 6 Ocak 1945 târîhli –“Büyük Millet Meclisi, Ana Yasa Türkçesiyle, şerefli tarihinde örnekleri eksik olmıyan kılavuzluk ve önderlik görevlerinden birini daha yapmaktadır” şeklinde- lehte mütâl̃aa bildiren mazbatasıyle, “müstâceliyetle müzâkere edilmek üzere Umûmî Hey’etin yüksek tasvîbine arzolunmuştur”. (Öztürkçe Anayasa 1945: 55-58) L̃âyiha, 10 Ocak 1945’te –tek fırka CHP’nin umûmî hey’eti mesâbesindeki- TBMM’de reye konulmuş, kabûl̃ edilmiş ve 15 Ocak 1945 târihli Resmî Gazete’de 4695 kânûn numarasıyle neşredilerek mer’iyete girmiştir. (Yasa 2013: 479-480) ] […]

 

“Yeni bir millet dili îcâd edenler”

“Sorarım ihtiyar tarihe: Dilci ve gramercilerin elile bir millet dili icad edildiğini ömrü boyunca görmüş müdür? [Aslında, bu işi başlatan, ne dilci, ne de gramerci idi! Kezâ, bu işe mêmûr edilenler de! İçlerinde hak̆îkat̃en dilci olan bir-iki kişi de kerhen emre itâat̃ ediyorlardı…]

“Kelimeleri kanunlara geçirilmek ve mekteb kitablarına konulmak üzere ‘sözlük’ emirnamesi ısdar edildiğini işitmiş midir? […]

“Ruhiyatçı ruh, tarihçi tarih icad eder mi? […]

“Hayır, dostlarım! Hesabcı aded, hendeseci şekil icad etmediği gibi, dilci de dil icad etmez; sadece, konuşulan ve muayyen bir millet insanlarının birbirile anlaşmasına vasıta olan dilin kelime tasarruflarına, fonetik esaslarına ve cümle teşkiline dair, esasen dilin kendi bünyesinde mevcud olan kanunları meydana çıkarır; bunları formülleştirir ve birer kaide halinde tesbit eder. Dile kelime sokmak, dilden kelime söküp çıkarmak dilcinin ve dilcilerden mürekkeb bir kurumun, hattâ daha ileriye gideceğim, bir dil akademisinin işi değildir. İlh…” (Ali Fuad Başgil, “Gene Türkçe Meselesi”, Cumhuriyet, 13.11.1945, s. 2)

 

Başgil: “Uydurma Dil Fâciası: 1.- “Yoktan îcâd edilen bu dil keşmekeşi, öyle bir fâcia olmuştur ki, vatanımın mukaddes topraklarını bir düşman ordusu istîl̃â etseydi de bu ordunun kumanda hey’eti, Türk milletini, yanıp yavaş yavaş tükenen bir mum gibi, sessizce söndürmek için bir şeytanlık düşünseydi, bundan daha ihânetk̃âr bir tertîb bulamazdı!”

Bundan sonra nakledeceğimiz dört makâleyi de, Eşref Edib Fergan’ın neşrettiği Sebilürreşad mecmûasından ik̆tibâs ediyoruz. Bu makâleler, muhtemelen başka gazetelerde neşredilmiş, Sebilürreşad da onlardan ik̆tibâs etmiştir. Bunlardan bâzılarının, o devirde, İslâm Dünyası, Ehli Sünnet gibi mecmûalar tarafından da ik̆tibâs edildiği görülüyor. Ve maâlesef, hiçbiri kaynağını tasrîh etmiyor. Sebilürreşad’da da, sâdece birinci makâlenin Tasvîr gazetesinden ik̆tibâs edildiği belirtilmiştir; mâmâfih, onun da târihi mechûldür. Kaynağını belirtmeden, hattâ müellif veyâ ilk nâşirden izin almadan bu şekilde bütün bir makâleyi ik̆tibâs etmenin, vahîm bir hak ihl̃âl̃i olduğu meydandadır. Her nedense, bu çeşid hak ihl̃âl̃leri “Müslümanlar” arasında bir hayli yaygındır. Hâl̃buki kul haklarına en fazla riâyet etmesi l̃âzım gelenler onlardır…

Sebilürreşad’dan ik̆tibâs ettiğimiz ilk üç makâlenin üçüne de, mezk̃ûr mecmûa, “Uydurma Dil Fâciâsı” başlığını koymuştur. Bundan nâşî, onları, târih sırasına göre numaralandırarak naklediyoruz:

“Mekteplerde hocalar ve çocuklar, mahkemelerde ve dairelerde iş sahibi vatandaşlar, hulâsa memleketin genç ve aktif unsurları hükûmet zoru ile gönüllerinin almadığı uydurma bir lisan öğrenmeğe ve kullanmağa cebrolunmakta ve bu hal karşısında da pervasızca demokrasiden bahsedebilmektedir.

“Memlekette perde perde oynanan bu dil faciası yürekleri sızlatıp eritecektir.

“Hakikaten yoktan icad edilen bu dil keşmekeşi, son sahnesi nasıl biteceği şimdiden kestirilemiyen bir facia olmuştur. Öyle bir facia ki, vatanımın mukaddes topraklarını, Allah göstermesin, bir düşman ordusu istilâ etseydi de bu ordunun kumanda heyeti, Türk milletini, yanıp yavaş yavaş tükenen bir mum gibi, sessizce söndürmek için bir şeytanlık düşünseydi, bundan daha ihanetkâr bir tertip bulamazdı.

“Milletimizin harsî ve fikrî mevcûdiyetini hançerliyenler” (Kültür jenosidcileri)

“Hükümlerim ağır ve ithamlarım acıdır. Fakat bu milletin bağrında açılan dil yarası daha acı ve ağırdır. İnsaf ve itidal bize değil, ellerindeki siyasî iptilâ hançerini gözümün nuru milletimin harsî ve fikrî mevcudiyetine, ilmî ve medenî varlığına ve istikbaline amansızca saplıyanlara düşer.

“Fakat ne yapalım ki, frensiz bir kuvvet ve iktidar daima hodbin, inatçı ve mağrurdur. Bunu düşünerek insaf ve itidal yoluna yine bizler girelim ve senelerdir oynanan şu dil faciası önünde uydurmacılar ne diyor, biz tekâmülcüler ne diyoruz? bunu sükûnetle mütalâa edelim:

“Diyorlar ki, dilimizi yabancı kelimelerden ayıklayıp özleştireceğiz. ‘Osmanlıca’yı kovacak ve yerine ‘Öz Türkçe’ koyacağız.

Târihî Türkcemiz, Anadolu’da yaşıyan bütün toplulukların ortak eseridir

“Diyoruz ki, Osmanlıca ve Öz Türkçe diye yaptığınız bu tasnif tamamiyle yanlış ve uydurmadır. Osmanlılık sırf siyasî bir etikettir. Dillerin ise siyasetle alâkası yoktur.

“Hakikatte, en az bin senelik bir zaman vukuatı içinde ve binbir çeşit tarihî ve sosyolojik istihaleler arasında çalkanıp yoğrulan bir millet dili, bir tek Türkçemiz vardır ve bu da, bugün, memleketin yalnız münevver sınıfının değil, köylüsüne varıncıya kadar herkesin, bilgi seviyesine göre, konuşup anlaştığı Türkçedir. Bu dili ne Saray hademesi, ne de Bâbıâlî ketebesi uydurmuştur. Bu dili, bu topraklar üstünde yaşayan ve muhtelif cins ve ırka mensup camiaların birbiriyle kaynaşmasından meydana gelen, nev’i şahsına münhasır bir milletin dehâsı yaratmıştır.

“Dil İnk̆il̃âbı perdesi arkasından, Memleket insanlarına, resmen soysuzluk, saygısızlık, milliyetsizlik telk̆în ediliyor”

“Osmanlıcayı kovacağız demek, bizzat dünkü kendimizi inkâr etmek, öz atalar dilini kovacağız demek olmaz mı? Bu ise gerek şahsımıza ve gerek atalarımıza karşı kötü bir hakaret ve bir soysuzlaşma değil midir? Bu memleketin nesillerine, dil inkılâbı perdesi arkasından, resmen soysuzluk, saygısızlık ve milliyetsizlik telkin ve neşretmiş olmuyor musunuz?

Dilimizdeki hazmedilmiş ik̆tibâslar da Türkcedir

“Türkçeyi yabancı kelimelerden ayıklayıp tasfiye edeceğiz yolundaki iddiaya gelince; bu iddianın asla ilmî ve mantıkî bir mesnedi yoktur. Dilimizdeki yabancı diye aforoz edilen Arapça ve Farsça asıllardan gelme kelimeler yabancı değildir. Bunlar tamamiyle ve hakkiyle yerlidir ve millîdir.

“Dünyanın her büyük milletinde iş böyledir. Hiçbir büyük millet dili gösterilemez ki, sâf bir mahallî diyalektten [lehçeden] ibaret olsun.

“Hem ne gariptir ki, Türkiyede üç beş sene ikamet eden yabancı bir kimse bu sebeple kanunen Türk tâbiiyetini iktisap eder de, sayısız Türk nesillerinin dilinde, dimağında ve gönlünde asırlar boyunca yaşamış olan kelimeler hâlâ Türk olamaz mı?

“Bana ecdadımın mirası ve şerefli tarihimin yadigârı olan kelimeler Türk değildir de, rastgelenenin post kapma hırsiyle uydurup imal ettiği soysuz ve köksüz kelimeler mi Türktür? Zehî dalâlet!

“Sultan Mahmut türbesinin mezarlık kapısında Maarif Vekâletine ait bir levha var. Üstünde ‘Millî Eğitim Bakanlığı Rölöve Bürosu’ yazılıdır. Millî dilimin yerine koymak istediğiniz bu ifade midir Öz Türkçe? Fakat insaf edelim, az çok hayâsı olan insanlar için safsatanın [da] bir hududu vardır.” (Ali Fuad Başgil, “Uydurma Dil Faciası -1-”, Tasvir gazetesinden ik̆tibâs; Sebilürreşad, Ağustos 1948, c. 1, sy. 11, s. 171)