Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (95)

“Türk dilinin istiklâli de yirminci asrın ortasında Kaşgarîler devrine dönmek demek değildir.

“Bir dilin milliyeti, sâdece kelimelerinde değil, onun rûhunda, husûsî âheng, üsl̃ûb ve edâsındadır”

“Hem bir dilin milliyeti, sadece kelime unsurlarında değildir. Nitekim bir ferdin milliyeti de sadece damarlarındaki kanda değildir. Kan birliği, milliyet değil, şuur yaratır. Milletdaşlık ile ırkdaşlık ise, aynı bir şey değildir. Bir dilin, hattâ bir mimarî ve musikî eserinin milliyeti, ruh ve anlamında ve bunu haricîleştiren hususî âhenk, üslûp ve edasındadır.

“Süleymaniye camiinin Türklüğü, inşa tarzındaki hususiyette, ahenk, üslûp ve edasındadır. Koca Sinan bir taraftan Bizans, bir taraftan Selçuk ve Arap mimarisinden aldığı ilham ve elemanları [unsurları] Türk sanat dehâsiyle yoğurup mezcetmiş ve bununla da Süleymaniye âbidesi vücude gelmiştir.

“Türk musikisi de, Arap, İran, Kürd musiki nağmelerinden aldığı ilham ve elemanlar sayesinde Dede Efendiler gibi sanat dâhilerinde kemalini bulmuştur.” (Ali Fuad Başgil, “Uydurma Dil Faciası -2-”, Sebilürreşad, Ağustos 1948, c. 1, sy. 12, s. 182) 

Başgil: “Uydurma Dil Fâciası: 3.- ‘Osmanlıca’, Türkcedir ve onun birçok dilden istifâde etmiş olmasıyle ancak iftihâr ederiz!”

Başka dil ve kültürlerden istifâde ederek kendini geliştirmemiş dil, iptidâî dil demekdir; Allâh’a şükür ki Türkcemiz öyle bir dil değildir; nasıl ki İslâm Kültürü ve Türk Dili mihrâkı etrâfında harmanlanmış birçok kavim Anadolu Milletini teşkîl etmişse, Türkce de, özünü, târihî şahsıyetini kaybetmeden birçok dille harmanlanmış, fevkalâde gelişmiş bir dil hâline gelmiştir; bununla iftihâr edemiyenler, kendilerini sorgulasınlar:

“Türkçeye ihanet edenlerin başında gelenlerden biri, Cumhuriyette neşrettiği bir yazıda, ‘Osmanlıcayı’ yâni Türkçemizi Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden mürekkep bir dildir diye tarif ediyor ve bununla gûya türkçeyi kötülüyordu.

“Türkçemiz üç lisandan değil, altı yedi lisandan, Arapçadan ve Farsçadan başka (İtalyanca, Yunanca, Fransızca ve İngilizceden) mürekkeptir. Onun şirinliği ve zenginliği de buradan gelmektedir. Nitekim, İngilizce, Fransızca ve Almanca da, tıpkı Türkçemiz gibi, mürekkep birer dildir. Lisanların basiti, iptidaî olanıdır. Terakki terekküptedir.

Türkce, bir “ırk dili” değil, büyük bir “millet dili”dir

“Millet, aynı bir yer çevresi üstünde oturan, aynı bir iklim ve muhit şartları içinde yaşayan ve aynı bir tarih teknesinde hal ve hamur olan nesillerden mürekkep bir gönül ve mukadderat birliğidir. Bu birliğin konuşulan ve bilfiil yaşayan diline de ‘millet dili’ denir. Bu dil, ırk dili gibi, mezarında yalnız kol, bacak kemikleri kalmış bir mevtâ değil, canlı bir mevcut ve bir içtimaî uzviyettir.

45.PNG

(Yeni İstanbul, 19.4.1967, s. 1)

(https://www.gittigidiyor.com/koleksiyon/yeni-istanbul-gazetesi-19-nisan-1967-halk-ali-fuat-basgil-i-eller-ustunde-goturdu-butun-istanbul_pdp_649794157; 3.1.2022)

Cumhûr Reîsi seçilmesi Millet düşmanı ihtil̃âl̃ciler tarafından engellenen AP Samsun Senatörü ve İstanbul Millet Vekîli Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, 74 yaşındayken, 17 Nisan 1967’de İstanbul’da vefât etti ve Karacaahmed Mezarlığı’na defnedildi. Bir ömür boyu, Milletinin yükselmesi için çalıştı, bu uğurda, zaman zaman, Mütehakkim Zümrenin gadrine uğradı, çile çekdi. Milleti de ona vefâ gösterdi, cenâzesini, on binler hâlinde ve eller üstünde, kabrine götürdü. (Son Havadis, 19.4.1967, s. 1) Şu var ki Başgil’e hak̆îk̆î vefâ, onun, uğrunda en fazla mücâdele ettiği üç dâvâya (bilhassa bu üç dâvâya) sâhib çıkmak ve bunların (nefsimizden başlıyarak) Memleketimizde galebe çalması için mücâdele, mücâhede etmekdir: Müsbet İlim Zihniyeti, İnsan Hakları ve (Kemalist Totaliter Rejimin ve onun Uydurma Resmî Dilinin tasfiye edilerek) Târihî Türkcemizin tekrâr resmî dil yapılması… Ali Fuad Başgil’e ve bütün samîmî dâvâ arkadaşlarına, Cenâb-ı Allâh’tan, rahmet, mağfiret, büyük mük̃âfât niyâz ediyoruz. 

*** 

 

Hadsiz Osmanlı (binâenaleyh Türk ve Müslüman) düşmanlığı üzerine binâ edilmiş hurâfî bir târih ve alafranga bir dil

“On beş senedenberi zedelenip tahrif edilmiş; yalnız millet dilimiz değil, hem de millet tarihimiz yanlış yollara saptırılmış, mânasız taassuplara ve yaraşmaz bir magalomaniye boğulmuştur. Acınalım ki, meslekî formasyondan ve ilmî kifayet ve faziletten mahrum eller tarafından, devrin ‘Mührü Süleyman’ sahiplerine daha iyi kulluk edebilme gayretile, millî varlığımızın dil ve tarih gibi iki ana temeli insafsızca sarsılmıştır.

“Mevhum bir Osmanlılık ve Osmanlıca düşmanlığı ile gözleri kızaran iktidar sahiplerimiz, bu memleketin, ömrü asırlara yayılan millet dili gibi, millet tarihini de küçümsemiş, Türklüğün umduğu kurtuluş nurunu tarihten evvelki devirlerin zifirî karanlıkları içinde aramıştır. Ve genç nesle henüz birer tez halindeki faraziye ve tahminleri tarihî birer hususiyet diye okutmuş, Türkçe ile münasebeti olmıyan bir dili mekteplerde çocuklara ve hocalara, mahkemelerde dâvacıya ve hâkime, dairelerde memura ve iş sahiplerine mecbur tutmuştur. Zavallı tarih ve zavallı hakikat.

 

“Emin olalım ki, bugünkü çocuklar mektepte sınıf geçme ve diploma tehdidi altında hakikat diye öğrenmeğe mecbur tutuldukları bilgilerden bir çoğuna yarın, hurafedir, deyip geçecektir.

Alafrangalığa özenen Uydurma Resmî Dil

“Vakıa Türkçemizin bazı noksanları var… Fakat bundan, ana baba dilimizin yüzüne tükürelim de genç nesillere küstahlık örneği verelim mânası çıkmaz, rica ederim. Kâtip değil, sekreter; müdür değil, direktör; cetvel değil, çizelge; hesap değil, aritmetik türkçedir, diyorlar. Fakat demekle kalmıyorlar, erk, etki, yetki gibi dilimin dönmediği ve ruhumun sevmediği uydurma kelimeleri kullanmağa mecbur ediyorlar.

“Bugün Anayasaya girmiş olan ve bildiğimiz Türkçe ile münasebeti olmıyan kelime ve tabirleri kullanmağa vatandaşları zorlamaları haklı bir iş midir?

“Kanun, yalnız halk için mi vardır? Memlekette haklılık ve haksızlık ölçüsü, halk için ve iktidar adamları için başka başka mıdır? Eğer böyle ise, o halde bu memlekette bir vakittenberi niçin korkunç bir ahlâk sukutu ve bir çözüntü vardır diye hayret etmiyelim. Zira, balık baştan kokar. İlh…” (Ali Fuad Başgil, “Uydurma Dil Faciası -3-”, Sebilürreşad, Eylûl 1948, c. 1, sy. 14, s. 221)

Başgil: “Bizde Nîçin İlim Adamı Yetişmez?”

Başgil, bu başlık altında, hayâtî bir mes’elemiz üzerinde duruyor:

Âşik̃âr bir vâkıadır ki Türkiye’de bol bol Akademisyen yetişiyor, vel̃âkin İlim Adamı yetişmiyor! Kezâ sahîh muharrir, Devlet adamı, hukûkçu, san’atk̃âr, ilh… Nîçin?

Başgil’in tesbîtine nazaran, bunun iki esâs sebebi vardır: Memlekette tam tekmîl İnsan Haklarının hüküm sürmemesi ve sun’î bir Resmî Dilin dayatılması…

Hâl̃buki, evvelemirde hürriyet ve emniyet, daha şümûl̃lü olarak Temel İnsan Hak ve Hürriyetleri, ilim adamı için, ekmek ve sudan daha elzem, daha mübrem bir ihtiyâcdır; onlardan bir l̃ahza bile mahrûm kalmıya tahammülü yoktur…

Ve gelişmiş bir dil! Bütün büyük kültür dilleriyle dengi dengine münâsebet kurabilen bir dil! İlim için, felsefe için, edebiyat için, hattâ sâdece medenî bir hayât için, mutlakâ, târihin derinliklerine kök salmış, istik̆rârlı, ifâde kâbiliyeti yüksek, kelime hazînesi zengin, tedâîli, âhengli bir dil l̃âzımdır! Tam da Târihî Türkcemiz gibi! Uydurma Resmî Dil ise bütün bu şartların zıdlarıyle mâl̃ûldür; binâenaleyh onunla ilim olmaz, tefekkür olmaz, san’at̃ olmaz:

“Türkiyemizin son devrinde ilim adamı ve yüksek tefekkür şahsiyeti niçin yetişmedi? Yetişmesi için neyimiz eksikti? Zekâmız mı? Fikrî hazırlığımız mı? Çalışmamız mı?