Kendime dürtüler 2
Kendini bil denen yerde
kendimizden bilmek ne kadar doğrudur? Daha doğrusu her şeyi şahsi algılayarak
düşlemek ne kadar gerçekçidir? Toplum içinde kendözün safiyeti ile kendimiz
arasında iyi doğrunun güzelliği hayata bizden nasıl akseder? İnsanın en büyük
meselesi kendisini neye ayine edeceği konusu değil midir? Tercih bu yolda neye
ve niçindir?
Hayat bazen kafamızın
içindeki bir arı kovanı gibi cereyan eder zihinde ve/veya algımızda. Kendimize
söylediğimiz tüm vehimli ve zanlı sözler kafamızda öyle kalabalık bir koğuş var
eder ki kendimizi duyamaz oluruz. O kadar çok sanrı kafamıza üşüşmüştür ki
onlarla yaşadığımız hırgür içerisinde ne önümüzü görebiliriz ne de idrakimiz
kendimize yetecek kadar makuliyet var edecek mecali bulabilir. İşte bu durumda
insan aslında, kaygılar ve korkular arasında sıkışıp kalmış da olabilir. Zira
maruz kalınan iç ve dış tüm etkiler ve halleri olduğu gibi anlamak yerine
olması muhtemel ya da bizim sandığımız gibi düşünmeye başladığımız bir
gürültünün içerisinde kalmışızdır. Öyle bir patırtı kütürtü içinde yuvarlanırız
ki kafamızı kaldıracak halimiz kalmamış gibidir. Her şeyi ve herkesi kendimize
rağmen bir öteki olarak gördüren bu iç şeytanlaştırma hâli doğru ile yanlışı
ayırt etme ve sezgilerimizi aslında ne ise onu anlama alanından uzaklaştırarak
bizi karanlık bir koridora sürükleyebilir. Evet, evet bu bir sürüklenmedir.
İşte bunun içinden çıkmak insan için esaslı bir farkındalık ve kendini
kendinden kurtarma ameliyesi haline gelebilir. Lakin bunun sebebi de kendini
ayine edeceğin niyetle yakından alakalıdır.
İnsanın bu durumu
yaşamasının saiklerinden birisi bazı şeyleri gerektiğinde fazla üstüne alınması
ve gerekmediği kadar algısını şahsileştirerek meselelere bakmasıdır. Her sözün
güzel söylenmesi ve duyulması her açıdan güzelin doğru iyiliği olarak
hayatımıza akseder. Lakin maruz kaldığımız kelimelerdeki her şeyi süzgeçsiz şahsileştirdiğimiz
her durum bizim için kafamızda yeni bir gürültünün daha doğmasına yol açabilir.
Başkalarının sözlerindeki her şeyi kendimize kabul edip bunları makuliyet süzgecinden
geçirmemek kendimize dair olmayan düşünceleri üstlenerek kendimize hasar
vermemize yol açabilir. Peki, bu durum neye yol açar?
Sözlerin çıkarma
yaptıkları zihnimizde bir kaos oluşarak zanların ve sanrıların bağırtısı
arasında kendimize yargıç kesilip öte yandan da kendi kendimizin kurbanı olarak
icat ettiğimiz bir inancın sunağında kendimizin hem celladı hem de kurbanı
olabiliriz. Bu durum bize yönelen eleştiri, tenkit ve uyarılara asla kulak
asmamak üzere kendimize egodan bir zırh örmek asla değildir. Öyle oluyorsa bir
başka hatanın pençesine düşmüşüz demektir ki bu diğerinden daha amansızdır.
İnsan düştüğü yerden kalkar ve etrafımızda bizi sahiden ve yürekten gören
canların sözleri bilakis şifamız olup bizi özgürleştirebilir. Bu bakımdan bize
yönelen sözleri şahsi mesele haline getirmeden dinlemek ve bunların gerçeği
gösterdiği gibi karşımızdakinin kendisiyle alakalı bir şeyi yansıtması
olabileceği süzgecini zihnimize yerleştirmek demektir. Fıtrat bize kendimize
oyun oynamamak adına vicdan diye bir hassasiyet koymuştur. Hayy’dan gelip Hû’ya
giderken yolda şeytanın üflemeleri misali sözler kulağımızdan girip yüreğimizde
bir sunak olarak kendimizi kurban etmememiz için akıl, vicdan ve gönül gibi
nice muhafızlar bizimledir. Bize
söylenen şeyleri kişileştirmeden algılamak olan neyse ona bakmak kendimizi
bilmek ve denilene kulak vermek önemlidir. Bu olmazsa ne olur?
Bu durumda söylenen
şeylerin var edeceği rahatsızlık durumu korku ve kaygıları tetikleyeceği için
kafamızdaki gürültü çoğalır ve siz rahatsızlık duyarak inançlarımızı, doğrularımızı
savunarak tepki veren bir tutum içine girebiliriz. Bu durum kendimiz ve
içimizde çelişik ve çatışmacı bir halet-i ruhiye var eder ki söylenenleri şahsi
düşündüğümüz için tepki vermeye, olmadık şeyleri büyütmeye ve masum ikaz ve
dilekleri bile anlamamaya başlayabiliriz.
İşte bu başka bir şeytanı sokar ruhumuza: Haklı çıkmak ve haklılığı
savunmak azıtmışlığı ile zihnimiz ve kelamımız haklılık sanrısı ile gereksiz
gürültü yapabilir. Herkesi haksız görüp kendi kuyunda boğularak kendine tuzak
kurmak ve kendi inançlarında boğulmak söz konusu olabilir. İşte bu durumda
etrafa zehir okları saçmak muhtemel olabilir. O zaman doğrunun iyi güzelliği
önce aklımızdan sonra hayatımızdan el etek çekebilir. Zira bu durumda zihindeki
gürültü artmış ve artık kendimizin altında ezilip kalmış oluruz. İnsan kendine
ve çevreye sözün güzelini derse güzelin sözü de ona ulaşır. Ne ekersek onu
biçeriz. Neyi çağırırsak o gelir. Dua bu manada davetlerin en güzelidir. Güzeli
seçersek doğruyu getiririz o da iyiyle birlikte bize dolar ve bizden yayılır.
İnsan kendisinden mesuldür. Kendi elimizin karasını başkalarında temizlemek
fıtrata savaş açmaktır. Mesuliyet olması gereken yerde olması gerekeni yapmaksa
o vakit söze özden güzelliği katarak hayata selam etmek en makul gibi
görünmüyor mu?
Bu bakımdan maruz
kaldıklarımızla kuracağımız ilişkiyi doğru yerden anlamak ve yönetmek
önemlidir. Toplumda kendin kalarak birlikte yaşamak için bu denge önemlidir. Senin
yüzündenle başlayan pek çok sözün bir yansılama ve yönlendirme içerikli
olabileceğine dikkat ederek sözleri doğru dinleme ve doğru karşılıklar
verebilme kafamızın içindeki kaosu düzenleyeceği gibi haklı çıkmak gibi
tepkisel karikatürlüklerden de bizi koruyabilir. Açık ve sade olmak ve
net-samimi sözlerle kelamı süslemek bu yolda faydalı olabilir. Kendini bilmek
insanın zorlu bir sınavı ve burada hayata karşı mesuliyetini ne üzerinden
kurduğuna verilen cevap önemlidir. İnsanın Haktan gelen özü ile imtihan olduğu
yanı arasındaki bu bitmez gel gitler içerisinde kelam ile kemal arasındaki o ince
yolda insan sınanarak yürümeye devam edecektir. İyi niyet ve güzel sözler yolun
başında içimizden çevremize ve çevreden bize iyi, doğru ve güzeli taşımaya bir
amel duası olabilir. Hülasa kendimle kendime dediğim bu hal içinde dilerim
kendimizle gürültüler arasına mesafe için bire selam ulaşmış olsun canlara…Hâl
imiş…
Hak için olsun
Vesselam