Kendözün ideolojileşmesi yahut köklere kezzap dökmek
İnsan bir medeniyet varlığıdır. Kendözünü oluşturan unsurları bildikçe, kendisini ve kendisine dairleri daha çok tanıdıkça kimlik ve şahsiyet bilinci yükseldikçe bu medeniyet için daha olgun işler yapacak hale gelir. İnsanın kendini bilmesi esasen sonsuz bir gücün onda saklı bilkuvve olanı bilfiil hale getirmesi için yol bulması demek olursa kendözün bir efsunlu tohum olarak insanda yer aldığını düşünmek yanlış olmayacaktır. İnsanın akleden bir canlı olması da beyni ve kalbiyle gerçekleştireceği tefekkürün içe ve dışa doğru medeniyet ve bilgelik olarak akislerini izlemek insan olmanın beşeriyetini insanlığa taşıdığı bir mutlu hali göstermez mi? İnsanın kendözü potansiyelleri ve istidatları ile insanın bilgeleşme imkânını taşırken bilgelik ise dışa doğru medeniyeti söz konusu kılar. Lakin bu iyimser tablonun bir de öteki yüzü var. Onu da Farabî’nin cahil şehirler dediği medeniyet formunda ya da formsuzluğunda görüyoruz.
Ne
demektir bu cahillik? Okur yazar olmamak mı? Tahsil cehaleti götürür de
cahillik baki kalır mı? Bu çelişik görünen sorunun cevabı insan kendözünün
tanınması gereken karanlık tarafındadır. İbn Haldun medeniyet teşekkülü
bahsinde insanın vahşi veçhesi üzerinden devlet kavramını kurarken insanın
esasen iyiliğe yatkın olduğunu lakin bu tarafı nedeniyle bir kanun koyucunun da
lazım olduğunu anlatırken bize kendimiz tarafından bir ayna tutar. İnsanın
cahili olur da devletin ve şehrin olmaz mı? Hülasa kendözünü ve unsurlarını
katı surlar arkasında şekle ve söyleme hapseden zihniyet cahil medeniyeti
kurar. Kendöz ideolojileşir bu yolda hayat ve insan zorbalık, kabalık, katılık
ile yozlaştırılır, diz çöktürülür, insani doğası bir zillet ve mezellet
işkencesi ile yoksunlaşır, açlık ve ölümle terbiyeye çalışılır, sırtında sopa
eksik edilmez. Hülasa zamanımız insanı için cahil
medeniyet kavramı ileri sürülmesinin zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz. Lakin
bu dinsizliğin ve tagut kavramının da özünde olan bir ahlaki çarpıklığın insani
olanda tezahürü olarak çok patalojik bir hali ifade eder. Farabî bize öyle bir
miras bırakmıştır ki insanın düşeceği tüm çukurları zaman ve mekan ötesinde
gösterir bir miyar gibidir.
İnsanın cahil kaldığı yerde onun devleti ve şehri nasıl fazıl
yahut erdemli olabilir. Tarih bunun örnekleri ile dolu değil midir? Farabî’nin
mutluluk dediği bilgeleşmeyi bugün her türlü refah zanneden mankurt akıllarımız
bir cehalet medeniyeti sevicisi olduğumuzu göremez halde değil midir? Farabi’ye
göre cahil şehrin ahalisi servet, sıhhat,
şehvet, serazad/başı bozuk yaşamak,
şöhret-itibar kazanmak yolunda işleri hayatlarına gaye edinirler. Bunlar
mutluluğun mefhumunu bunlarda bulurlar. Belki büyük büyük diplomalar,
doktoralar duvarlarda asılıdır. Lakin zihniyet ve amel bunları kendine gaye
edinmiştir. Farabî’ye göre onların en
büyük mutlulukları da bütün bu şeylerin bir arada toplanmasıdır. Tanıdık geldi
mi? Kendözünü bilemeyen için aynadır efendim. Bir yoklamak lazım özümüzü gayem
nedir? Ben neye yolcuyum diye. Farabî atam söylemiş bana kızmayın. İşte bu
cahil şehir ahalisi kendözünü ulaştıran tüm değer dünyasını da oyuncak eder.
Bunları fikir postuna bürüdüğü ideolojilerin katı deli gömleği içinde anlar ve
dayatır. Bilgeleştirmeyen yozlaştırır. Milliyet, sanat, felsefe ve diyanet
cümlesi bu yolda araca dönüşür. İdeolojik birer unsur olarak hayatın içinde
yukarıdaki amaçların kazanılması yolundaki gayeye maskelik eder. İnsanlık adına
insancılık oynanamaya başlayan bir tiyatro başlar. Gazze’de düşen bombalara
bakınca acaba Gazze mi yoksa Tel Aviv mi daha medeni kestirmek güç sahiden.
Hülasa değerler yargıya dönüşünce kültür donmaya başlar. İşte burada Farabî
atam cahil şehir kavramına fâsık şehir
olgusunu da ekler. Burada bilen ama eylemeyen bir güruh vardır. Bunlar zamane
tabiriyle real wordu görmüş uyanıkların, böyle gelmiş böyle gider biz mi
düzelteceğiz diyen ama öte yanda sözde değerlere taşeron kütleyi anlatır
gibidir: Ona göre fâsık şehrin halkı mutluluğa ulaştıran şeylerin nelerden
oluştuğunu bilirler. Düşünce dünyalarında ideolojikleşmiş olarak yahut söylem
bazında kendöz kavramları vardır. Lakin o ahali erdemli işlere sahip olmayıp
onlarla eylemeyip cahil şehir halkının yaptıklarına dairdirler ve onları
işleyen bir toplulukturlar. Bilen ama eylemeyen bu güruh kendözün
ideolojileşmesi sürecince cahil medeniyet noktasında çok sancılı bir yerde
dururlar. Bilmediğini bilmeyip bildiğini zannetmek cehaleti çok ağır sonuçlar
ve veballer taşımaz mı? Bir de Farabî atam bunlara sapık (dâlle) şehirleri
ekler. Bunlar erdemli şehrin ilkelerinden başka ilkelerle hareket ederler. Bu
hak ilkelerin taklitlerini savunurlar. Onların savunduğu mutluluk da gerçek
mutluluğun taklididir. Bu da sanki bir yapı söküm gibi şeklin hakim olduğu ama
özün yer almadığı bir başka ideolojik sapkınlık hali olsa gerektir. Ritüeller
dünyasında kendözünü tahrip eden mukallit bir güruh cahil medeniyetin başka bir
görüntüsünü verirler.
Dil kurumu sözlüğünde ideoloji; siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan,
bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik,
hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü olarak tarif edilir. Görüleceği üzere ideoloji tarihin bir
döneminde, belli şartlarda bir medeniyetin içinde görülen ve zaman üstüleşmesi
zor olan bir hali gösterir. Cehalet ve cahil şehir olgusu ise tarih üstü zaman
zaman görülmesi sonsuz tekrar imkanı olan bir insanlık durumudur. Kendöz
ideolojileşirse insan donar ve hayat bulanıklaşır.
Kendi değer dünyasını tabelalaştırıp
kutsayan ve herkesi Ebrehe gibi kendi mabedine gelmeye zorlayan fikriyat cahil
şehrin, toplum ve bunların yükselttiği devletin cahil medeniyetine ait bir
yozlaşma manzarasından fazlası etmez. Kendözünün bir parçasını esas sayıp diğer
parçalarını önemsiz ya da mahzurlu gören akıl ise yoksunluk ve yozlaşmada
ulaşılması zor bir aşamaya ulaşmış demektir. Kolum iyi ama şu bacağım kötü
diyen insana nasıl bakılırsa bunlar da öyle. Aklını kutsayıp ruhunu görmeyen ya
da tam tersi haller içinde ideolojisini inanç, fikir, değer, estetik zanneden
bencillik cehaletin tevlit edeceği bir hafakan hali ile tarihe manasızlık
çukurları kazıp gider. Hülasa insani kendözünü bilgelik ile var edemeyen için
cahil medeniyeti mensubiyeti kaçınılmazdır. Bu da kendi köklerini tahrip;
kezzap döküp sonra suladım işte ama neden büyümedi demek gibi bir şey değil
midir?
İnsanlığımızın diyanet ve
milliyetini ahlaksız komayalım canlar; kendözümüze kezzap dökmeyelim.
Vesselam