21 Eylül 2015

Kent havası insanı özgür kılar (?)

“Kent havası insanı özgür kılar-stadtluft macht frei” diye bir yasa vardı.

Bu yasanın gelişim sürecini Prof. G. Dilcher'in “Ortaçağda Alman Şehirlerinin Doğuşu Hukukî ve Anayasal Yapıları” başlıklı makalesinden okumuştum. Makaleyi Prof. Ahmet Mumcu çevirmiştir.

“Kent havası insanı özgür kılar-stadtluft macht frei”  yasası prens ile burjuvalar arasındaki anlaşmadan doğmuş ve piskoposları devre dışı bırakmıştı.

Tacirler topluluğu, kıralın dolaysız, yakın koruyuculuğu altında, tam özgür kişilerden oluşmuştu. Bunlar örgütlenip biribirlerine de bağlanmışlardı.

Tacirler gezici insanlardı. Para onların vatanı idi.

Bir de kent beylerine bağlı yerleşik zanaatkârlar, çiftçiler-serfler vardı. El sanatları geliştikçe bir değiş-tokuş merkezi olarak Pazar'ın önemi arttı.

Tacirler, kendilerine katılan el-sanatkârları ile kentin siyasal yönetiminde pay sahibi olmak isteyecekti. Sonuçta uzlaşma oldu.

Bu cemaate, kent bölgesinde oturan herkes, and içip girebilecekti. Böyle bir topluluk haklara sahip ve görevlerle yükümlü duruma gelecekti. Bu topluluk ile hukukî alanda kentin kurulduğunu görüyoruz.

Ortaçağ kentinin hukuk yapısı dört unsur ile açıklanabilir: 1) kentsel barış, 2) kentsel özgürlük, 3) kent hukuku 4) kentin örgütsel düzeni.

“Kentsel barış” Ortaçağ kentinin ilk ve tek kapalı barış bölgesidir. Bu, and içilerek sağlanan bir barıştır (pax irrat). Bu durumda and içenler kardeşsel bir ilişki içine sokulmaktadırlar.

Bu “kentsel barış”ın oluşması, hukuk alanında da zorunlu değişiklikleri gerektirmektedir.

Kişisel kuvvet kullanarak anlaşmazlıkların çözümünü yasaklayan bir topluluk ortaya çıkmalıdır.

Bu topluluk ortak yaşantının ilkelerini ortaya koymalı, bir yargı düzeninin kurulmasını ve ilkelerinin çiğnenmesi durumunda gerekli müeyyideleri getirmelidir.

Bununla hukuka uygun biçimde kuvvet kullanma tekelleştirildi.

Kırsal barış ise kral ve soylular arasında varolan, kişisel bir barıştı. Bu barış, soyluların biribirine meydan okumasını ve onların birbirinden hak almalarını mümkün kılıyordu.

Avrupa kenti için, kentsel vatandaş özgürlüğü çift anlamlıdır: Kentin ve vatandaşların anayasal hukukî statülerini belirler.

12'nci yüzyılda kentlerde oturan vatandaşlar için, taşınmaz mallar, miras, vergi ve kişi hukukları alanlarında düzenlemeler getirildi. Böylece, eşitlik anlayışına uygun bir vatandaş kütlesi oluştu.

Kırsal ve geleneksel kentsel alanlardaki özgürlük ise farklıydı. Tarım elsanatları kesiminde, kent beyinin yönetim örgütünde çalışan insanlar özgür değillerdi.

Kent vatandaşlarının hukuku, sonunda modern devlet yurttaşının durumuna model oldu.

Tacirler için ilk zorunluluk, rahat işleyen bir trampa, ulaşım ve alışveriş hukukuna erişmekti.

Kırsal hukukta esas olan, topraktan yararlanma ve onun üzerindeki yetkilerdi.

Kentlerde, bugünkü mülkiyet anlayışımıza çok yakın bir taşınmaz mal hukuku gelişti.

Bu yolla bir alım satım anlaşmazlığından veya bir para borcundan dolayı, tacirler arasında kişisel hak aramanın veya hukuka uygun bir düello'nun önüne geçilmiştir. Bir alım-satım, ticaret hukuku yanında, usul, ispat ve infaz hukuklarına ihtiyaç vardı.

Bu hukuk bireyi daha önce var olan feodal egemenliğin kölesi olma durumundan kurtarmış, ticaret ve ufak el sanatları etkinliğinden toplanan sermaye ile özgürleşme yolu açmıştı.

Dilcher'in makalesinden özetlemeye çalıştığım izahlarından “Kent havası insanı özgür kılar-stadtluft macht frei” yasasının hukuk-iktisat ilişkileri temelinde geleneksel-feodal Batı kentini restore ettiği açığa çıkmaktadır.

Bu yeni kent öncelikle bir sınıf (burjuva) için diğer egemen sınıflara (soylular-kilise) karşı gelişmişti.

Bir “İslâm şehri” kurmak için bu metod incelenebilir.

Peki, diyeceksiniz “Madem bu metodu dikkate değer buluyoruz; niçin kenti şehre çevirmeye, çalışıyoruz?”

Bunu Ahiler üzerinden cevaplayacağız.