23 Eylül 2015

Kent mekânı esir eder

Doğu'da tarih Batı'daki gibi akmamıştır. Batı'nın problemleri Doğu'nun problemleri değildir. Batı filozofları “ilerleyen bir tarih” fikri ve “gelişen bilim-teknik” felsefesi üzerinde yoğunlaştı.

Ali Şeriati de şu aktaracağım yargılarıyla ilerlemeci tarih felsefesinin iman edeni idi:  

“Bugün Asya'da ve Afrika'da, Latin Amerika'da, öyle toplumlar tanıyoruz ki, tarih'in akış süreci bakımından birkaç aşamayı bu aşamalardan geçmeksizin ve bir sıçrama ile ardlarında bırakmışlardır (...) Tarih bilincine sahip olduğu ölçüde ve toplumdaki aydınların hangi aşamada bulunduklarını ve bu aşamanın niteliğini, hangi tarih'i gereğin ürünü olduğunu bilebildikleri, kavrayabildikleri ölçüde, bu Toplum, tarihi determinizmin üçüncü aşamasından bir sıçrama ile dördüncü ve beşinci aşamaları geçirmeksizin altıncı aşamaya geçebilir” (Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, 1985: 67).

Ali Şeriati'nin “altıncı aşama” dediği şey Batı'nın bugünkü geldiği aşamaya bakılırsa “Kent Düzeni” durumudur.

Batılı epistemoloji ile kendi tarih-toplum-tabiat meselelerimizi çözemeyiz.

Batı kenti sınıflı toplum yapısını korudu ve burjuvalar sayesinde kırsal-tarımsal üretimin endüstriyel üretime dönüşmesini sağlayan sömürgeci bir kolonizasyon düzeni kurdu.

Kentler, küresel ekonomik kontrol ve komuta merkezidir.

Kentlerin küresel kontrol merkezleri olduğu bilgisini es geçmek Müslümanlara ait siyasetin yönünü kapitalizme açıyor.

Kentler, küresel bankaların, markaların, enerji hatlarının, ulaşım sistemlerinin izin verdiği ölçüde Müslümanlaşmamıza fırsat veriyor.

Mekân siyasetinin 10 yıl sonra hangi sosyal sorunlara yol açacağını Müslüman aydınlar bilmiyor.

Kentleşme bir mülksüzleştirme-topraksızlaştırmadır.

Bu iki şekilde olur: 1) İç göçle kırsal alan boşaltılır; 2) Kat mülkiyeti ile toprak verip gökte beton-mekân satın alınır.

Toplum kırsal alandan kentlere çekildikçe mekân esirlik üretir. “Esir değiliz, kent ile özgürleştik” kanaatine sahipler için birkaç maddeyi aşağıya zikrettik.

  1. Kentsel mekân hayatı zorlaştırmaktadır. Ev-Pazar ilişkisi kırılmışır. Bir ekmek almak için bile arabaya binmek gerekir.
  2. Kent içi uzaklıklar artmaktadır. Kent alabildiğince büyütülür ve otomobili dayatır. Metaların eskime süresi nedeniyle otomobil için her beş yılda bir borçlanmanın yenilenmesi gerekir. Borçlanma esarettir.
  3. Binalar da 60-70 yıllık eskime ömrüne ve 10-20 yıllık cazibe değerine sahiptir. Yani yeniden borçlandıran bir konut politikası vardır.
  4. Kentsel mekânda tabiî yollardan gıdaya erişim imkânı kalmamıştır. İçme suyuna da erişim kalmamıştır. Aslında bir kıtlık vardır.
  5. Binalar genç ve borç ödeyecek bir kitle için yapılmaktadır. 20 yıl sonra bu binalarda yalnız ölmüş Müslüman kadın-erkekler olacaktır.
  6. Bina yükseklikleri nedeniyle gökyüzünde bir ısı kubbesi oluşmaktadır.
  7. Yapılar sağlıksızdır. Enerji talebini sürekli kılar. Elektirik ve doğalgaza bağımlılık içerir.
  8. Kent merkezleri 10-15 yılda değiştirildiğinden bir konutta 100-150 yıl oturan sülaleler bulunamaz.
  9. Mahalle fikri olmadığı için yalnızca sitelerde güvenlik görevlileri vardır. Semt ise aslında korunaksızdır.
  10. Bu konutlar aile kurmak için değil 1+1 (anne+çocuk) (baba+çocuk) şeklinde yaşamak için yapılmıştır. Toplum minimalize edilmektedir.
  11. İklim hissedilmez. Güneşi, ayı, bulutu görmeden hayat geçebilir. Manzara duygusu kent görüntüsü ile istila edilmiştir.
  12. Müslümanlar bu kent ile “Kıyamet kopsa da elinizdeki fidanı dikin” hadisine göre davranamayacakları bir beton-asfalt kumpasına yakalanmışlardır. Solmaya mahkum çiçek yetiştirirler.

Ali Şeriati insanlığın “altıncı aşaması”nı insanın dört zindanından kurtuluşun ütopyası sanmıştı. Bu teklifle zindandan çıkılamayacak.

Batı bütün tarihi boyunca sınıfçı kent tasavvuru ile hareket etti. Şehir kuramadı.

Biz ise tarihi hicretle kırdık ve tarihi “şehir” kurarak durdurduk.

Hangi çılgın buna zincir vuracak, şaşarım.