09 Ekim 2018

Kentleşme Politikaları Milli Güvenlik Sorunudur

Kentler; adaletin ve merhametin olmadığı, mahremiyetin gösterişe dönüştüğü, hırsın tevazuun önüne geçtiği, her şeyin parayla ölçüldüğü, paranız yoksa yaşamanıza imkân olmayan, selamın alınıp verilmediği, açların ve sefalet içindekilerin sokaklarda yaşamaya mahkûm edildiği, bununla birlikte zenginlerin değeri artsın diye fazladan konut ve daire alıp kapısını kilitli tuttuğu, insanların üst üste kibrit kutusu betonarme apartmanlarda yaşadığı, ezansız, ibadetsiz yerleşim yerleridir.

Ve günümüzde ülkemizdeki insanların %92'sinin kentlerde mutsuz bir şekilde yaşadığı da bir gerçektir.

Yani doğayla iç içe toprakla bağlantılı yaşayan insan sayımız sadece 6.5 milyon.

Şu an için ülkemizdeki ev sahipliği oranı da %59'dur. Yani yaklaşık 32 milyon kişi kiracı olarak bir konutta yaşamaktadır.

Ufak bir hesapla yaklaşık 9 milyon aile her ay kira ödemeye çalışırken, birileri de söz konusu 9 milyon konuttan 2. konutları olarak kira geliri elde etmektedir.

Tüm inşaat politikalarına rağmen ülkemizdeki ev sahibi olma oranı son 29 yılda %75'ten %59'a düşmüştür

Yakın gelecekte İstanbul'un nüfusunun 25 milyon olarak planlandığını biliyoruz.

Aynı şekilde Marmara bölgesi 50 milyonun yaşadığı devasa bir yerleşim bölgesi olmak üzeredir.

Bununla birlikte Anadolu boşaltılmaktadır. Egeden Doğu Anadolu'ya kadar tüm tarım arazileri boş bir şekilde bekletilmektedir.

Ülke topraklarının %2,5'luk bir alanına 80 milyon insanımızı en güzel şartlarda sığdırmak mümkün olduğu halde, kentlerde nüfus yoğunluğu sürmektedir.

Başka bir deyişle Konya topraklarının yarısı kadar bir büyüklüğe bahsettiğim şekilde doğru bir yerleşme sağlamak mümkündür.

İnsanlar betonarme apartmanlarda, sıkışık konutlarda, yaşam imkânlarının kısıtlı olduğu dar sokakların bulunduğu ve üstüne üstlük ışık almayan hücre gibi mekânlarda yaşam mücadelesi vermektedir.

Kentsel dönüşüm politikalarının tamamı çıkar çatışmasına dayalı bir rant kavgasına dönmüş ve işler içinden çıkılmaz bir hâl almıştır.

Bununla birlikte yeni yürürlüğe konulan imar barışı ile de zaten yanlış olan kentsel dönüşüm projeleri yarım kalmış tüm hesaplar alt üst olmuştur.

Milletin birbirinin hakkını gasp ettiği kaçak inşaatlar imar barışı ile yasal hale gelmiş ve işini düzgün şekilde yürüten ve hakkına razı olan vatandaşın hakkı göz ardı edilmiştir.

Ayrıca imar barışından kaynaklı yeni yüzbinlerce dava ileride bizi beklemektedir.

Çocuklar belediyelerin yanlış imar uygulamaları ve müteahhitlerin dindirilemez rant hırsı yüzünden oyun oynayacak alan bulamamaktadır.

Bisiklet kullanmayı bilmeyen, topaç çevirmemiş, çelik çomak oynamamış, ip atlamamış ve saklambaç oynamamış bir nesil, dijital dünyanın esiri olarak büyümektedir.

Mahalle yerleşimi tamamıyla terkedildiği, insanların adrese dayalı nüfus sitemi ile kontrol edilmeye çalışıldığı apartman dairelerinden oluşan yerleşim sistemimizde kimse kimseye selam vermemekte, kapının ardında kim hangi sıfatla kalmakta bilinmemektedir. (Reina katliamcısının modern bir apartmanda aylarca nasıl saklandığını hatırlayın.)

Tarım arazilerinin bilinçsizce kentleşmeye açılması ve yapılan inşaatların %99'unun betonarme olması geri dönülmez bir doğa felaketinin sebebi olacaktır.

Tarihi yapıların ve alanların gerek kaçak yapılaşma gerekse büyük yatırım kararları yüzünden yok edilmesi, kültür ve tarihimizle olan bağımızı koparmaktadır.

Sıkışan ve yoğunluktan dolayı doğru planlanamayan kentlerdeki trafik sorunları ciddi bir enerji ve zaman kaybına yol açmakta, sağlık sorunları doğurmaktadır.

Gereksiz yere ağır ve yüksek bir şekilde betonarme olarak inşaat yapma saplantısı fazladan teknoloji gerektirmekte, finansal yükü artırmakta, alıcı, satıcı ve finansör arasındaki haksız ve tek taraflı ilişkiyi olumsuz yönde tetiklemekte, böylece faizli, kredili, karşılıksız para üremesiyle gereksiz değer artışı oluşmakta ve insanlar faizli kredi borcu altında ezilmektedir.

İmar barışı ile binaların depreme karşı dayanıklı olup olmamasından doğan sorumluluğunun vatandaşın üzerine yıkılması çok büyük bir yanlıştır. Olası bir depremde zarar görüp ölmesi muhtemel on binlerce insanın canı, her açıdan değerlidir.

Bahsettiğim ve örneklerle çoğaltabileceğim bu sorunların tamamı “ulusal milli güvenlik sorunudur.”

Ha PKK terör eylemi gerçekleştirmiş ha Suriye'nin kuzeyinde PYD bir devlet kurmaya çalışmış ha askeri teknolojide füze savunma sistemleri açısından dışa bağımlı olmuşuz. Görünür terör ya da askeri sorunlar, açıktan ve cepheden bizi yok etmeye çalışırken yukarıda saydığım sorunlar uzun vadede için için bizi yok oluşa sürüklemektedir.

Nasıl askerî savunma sanayinde yerlilik ve millilik oranını, yapılan çalışmalarla artırmaya ve dışa bağımlılığımızı azaltmaya çalışıyorsak aynı şekilde kentleşme politikalarını da yerli ve milli bir anlayışla tarihimizden ve kültürümüzden gelen verilerle amasız ve fakatsız hayata geçirmek zorundayız.

Kentler bizi özümüzden uzaklaştırmaktadır. Kentleşme politikaları yüzünden insanlar ev sahibi olamamakta, kredi, faiz ve kira yükü altında ezilmekte, rant yüzünden toplumsal barış bozulmaktadır.

Çözüm geleneksel şehirleşme politikalarında dönüştedir.

Apartmanlarda, sitelerde ve rezidanslarda; selam, komşuluk, dayanışma, mahremiyet sağlanamamaktadır. Bu şekilde toplumsal dayanışma kaybolmaktadır.

Çözüm mahalle yaşamının yeniden ihyasındadır. Mahalle önce gönüllerde ihya ve inşa edilir. Apartmanların kat sayısını azaltarak mahalle inşa edilmez. Artık bunun anlaşılması gerekmektedir.

Büyük kentlerin sayısını artırmak çok büyük sosyolojik, demografik, biyolojik, istihbari ve askeri problemler barındırmaktadır. Kontrol edilebilir, yönetilebilir, eğitilebilir, doyurulabilir, sürdürülebilir, dayanışma ve selamlaşma içinde yaşanılabilir şehirlerin nüfusu az olmalı ve tüm ülke topraklarına dengeli olarak yayılmalıdır.

Anadolu'yu boşaltmak adeta “bizi işgal edebilirsiniz” demektir.

İstanbul'u ve gözde büyük şehirlerimizi sıkışık bir şekilde büyütmek, tüm yumurtaları tek sepete koyma gibi riskleri bir arada tutmak ve büyük bir kumar oynamaktır.

Bu şekilde planlanan bir ülke herhangi bir savaş esnasında çok büyük risk taşır. Bu basit gerçek bırakın sivilleri herhangi bir askerin aklına niçin gelmez ve yetkililer bu şekilde uyarılıp yönlendirilmez acayip bir muammadır vesselam.

Doğadan ve geleneksel yaşamdan uzaklaştırılıp betonarme apartman bloklarında elektriğe, suya, gıdaya, iletişime muhtaç bir şekilde yaşamak ve bununla birlikte taşı, toprağı, ağacı işlemeyi unutmak bizi biz yapan ve dünyanın en değerli topraklarında yaşayan bu millete büyük zulüm ve açık pozisyondur.

Tüm bunların karşılığında paganist küreselcilerin tüm dünyaya cilalayarak pazarladığı: ekokentler, smart kentler, lojistik kentler, ya da kentlerin sürdürülebilirliği kavramları geleceğimizi ve insanlığımızı yok edecek yeni bir model olup gerek devlet yetkilileri gerek ilgili akademisyenler tarafından ardı arkası araştırılmadan ve düşünülmeden gündeme getirilmesi de ülkemiz, devletimiz ve geleceğimiz açısından büyük bir risk ve açık pozisyondur.