VF kat sol
VF kat sağ

27 Ekim 2016

Kıbrıs’ın Bosna günleri

İstihbârât hizmeti verirler düşüncesiyle, pek çok Türk'ü memuriyetten azledip onların yerine sadakatlerinden ümitvâr olduğu hıristiyanları tayin ettiler. Bu hareketiyle adanın hâkimiyetini zamanla eline geçirmek maksadını takip ediyorlardı.

İngiliz idaresi adadaki Türklerin mütemâdî bir sûrette eksilmesine müncer oldu. Diğer taraftan memuriyetten atılan Türkler bir müddet arazilerini satarak yaşamak mecbûriyetinde kaldılar. Zira arazideki denge de aynen nüfustaki gibi Türklerin lehineydi. Kiliseler Türklerin sattıkları araziyi satın almak hususunda Hıristiyan unsuru devamlı tahrik ediyor ve “Terazinin bir kefesini altın, öteki kefesine Türkün toprağını koyunuz. Altın ağır gelse bile onu verip toprağı alınız. Zira Türkleri adadan çıkarmanın tek yolu budur” diye telkinde bulunuyorlardı. Fakat buradaki Türk nüfusunu azaltmaktaki en vahim hata Lozan'da işlenmiştir. Şimdi biraz da onun üzerinde duralım.

İlhakın tanınması
● Lozan'da işlenen hata. Osmanlı Devleti, 5 Kasım 1914 tarihinde Almanya safında Birinci Cihan Harbi'ne girdiği ânda, İngiltere tek taraflı olarak Kıbrıs adaşım “ilhâk ettiğini” ilan etmiş ve Osmanlı Devleti bu ilhak keyfiyetini reddetmişti. Bu bakımdan Lozan'a gidildiğinde Kıbrıs'ın kaderi muallaktı. Bu duruma katı bir nihayet veren Lozan muâhedenâmesinin 20. maddesidir. Bu madde: “Kıbrıs'ın Britanya hükümeti tarafından 5 Teşrin-i sâni 1914'de ilan olunan ilhâkını Türkiye tanıdığını beyân eder” tarzındadır.

O güne kadar Kıbrıs'ta oturan halk, İngiltere'ye pasaportla, Türkiye'ye nüfus kâğıdıyla seyahat ediyordu. Yani Türk teb'ası idiler.

Untitled-2_53
İ̇smet Paşa mevkidaşı Venizelos'la Atina'da.

Bu madde ile tabiiyetlerini kaybetmiş oluyorlardı. Şimdi buna göre müteâkip bir madde ile tabiiyet meselesini halletmek gerekiyordu. O madde de muâhedenin yürürlüğe giriş tarihinden itibaren adadaki halkın Türk tabiiyyetini kaybedip, İngiliz tabiiyyetini kazanacağını hükme bağlıyordu. Buna bizim delegelerin talebiyle bir ilâve yapılmıştır ki, Kıbrıs adasındaki Türk nüfusunun azaltılmasında korkunç bir hata teşkil etmiştir. Şöyle ki, bu muâhedenin yürürlüğe giriş tarihinden itibaren iki sene zarfında arzu edenlerin Türk tabiiyetini tercih etmek hakkı kendilerine tanınıyordu. Şu şartla ki, bu tercihlerini kullandıkları 12 (on iki) ay zarfında Türkiye'ye hicrete mecbur olacaklardı. Maddenin bu söylediğimiz muhtevasını görebilmeniz için onun size TBMM tarafından yayınlanmış resmî metindeki ifadesiyle takdim ediyoruz.

Madde 21: “5 Teşrin-i Sânî 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında mütemekkin olan Türk teb'ası kanun-i mahallinin tayin ettiği, şerait dairesinde İngiltere tabiiyetini iktisab ve bu yüzden Türk tabbiiyetini zayi edeceklerdir. Maahaz işbu muahedenamenin mebki-i meriyete vaz'ından itibaren 2 senelik bir müddet zarfında Türk tabiiyetini ihtiyar edebileceklerdir. Bu takdirde hakkı hıyarlarını istimal ettikleri tarihi takip eden 12 ay zarfında Kıbrıs Adası'nı ter etmeye mecbur olacaklardır. İşbu muahedenamenin mevki-i meriyete vaz'ı tarihinde Kıbrıs Adası'nda mütemekkin olup da kanui mahallinin tayin ettiği şerait dairesinde vuku bulan müracaat üzerine tarihi mezkurde İngiltere tabiiyetini ihraz etmiş veya etmek üzere bulunmuş Türk tebası dahi bundan dolayı Türk tabiiyetini zayi edeceklerdir. Şurası mukarrerdir ki Kıbrıs hükümeti Türk hükümetinin muvafakati olmaksızın Türk tabiyetinden başka bir tabiiyet ihraz etmiş olan kimseler İngiltere tabiyetini tefvizden imtina etmek selahiyetini haiz olacaklardır.

Bu madde gereğince pek çok Türk. İngiliz idaresi altında yasamak istemediğinden Türk tabiiyetini tercih etmiştir. 7 Kanun-i Evvel 1341 tarihinde kabul edilen 1188 sayılı kararname ile Kıbrıs Türkleri Türkiye'ye kabul edilmîş ve bunlardan:

5 000 nüfus Kozan.
5 000 nüfus Muğla.
3 000 nüfus Osmaniye.
5 000 nüfus Adana.
5 000 nüfus Silifke.
5 000 nüfus Antalya ve 2 000 nüfus Mersin'e yerleştirilmiştir.

Untitled-2_52
Venizelos'un oğlu Sofokles, Osman Gazi türbesinde

Bu 20.000 kişilik Kıbrıslı Türk. Lozan muâhedenâmesinin tayın ettiği müddet zarfında tercihlerini Türk tabiiyeti istikametinde kullanmış olanlardır. Mezkûr iki senelik müddet geçtikten sonra da peyderpey ve gayr-ı resmî olarak gelenlerle bu miktar. 1920'lü yılların nüfusuyla takriben elli bin kişiye baliğ olmuştur. O gün Anadolu'da on milyon, Kıbrıs'ta ise takriben 300.000 civarında bir nüfus bulunduğu dikkate alınırsa bu elli bin rakamının dehşeti anlaşılır. Hata burada kalsaydı, gûya Kıbrıs Türklerine iyilik yapmak düşüncesiyle bu nüfus azaltma keyfiyeti bundan sonra da çeşitli vesilelerle devam etmiş ve bu sûretle de onların azaltılmasına sebep olunmuştur. Şöyle ki:

● Kıbrıs'ta yüksek tahsil müessesesi mevcut olmadığından, liseyi bitiren Kıbrıslı gençler yüzde doksan civarında bir nisbette Türkiye'ye gelmişlerdir. Böyle, kimselerin “leylî-meccânî” tahsil yapabilmeleri hasbe'l-kanun “vatandaşlık şartı”na bağlı bulunduğundan bunların kahir ekseriyeti de vatandaşlığa alınmış, pek çoğu ev-bark edinerek, memuriyete girerek veya ticarî hayata atılarak Türkiye'de kalmıştır.

● 1955 yılında ortaya çıkan EOKA tedhişi de Kıbrıs Türklerinin huzurunu kaçıran ve onların adadan göç etmesine sebep olan bir faktör olmuştur. Türklerin bu sûretle Kıbrıs'tan göç etmeleri ayda takriben 800 ilâ 1.000 kişi civarındadır. Bunlar, Türkiye, İngiltere, Avustralya, Almanya ve Güney Afrika'ya göç etmişlerdir. Bu surede vâkî göçlerin hacmini anlayabilmek için bugün sadece İngiltere'de 150.000 Türkün yaşadığını hatırlatmak kâfidir.

Türklerin yukarıda sıralanan sebeplerle 1878'den 1974'e kadar devam edip "giden nüfus azalması karşısında Rumların zamanla ekseriyet haline gelmelerinden daha tabiî ne olabilirdi. Fakat, bir dakika durunuz! Size kolay kolay inanmayacağınız bir başka gerçek hatırlatalım. Adadaki Rum nüfusunu arttıran en mühim âmil bizim siyâsîlerimiz olmuştur.

Rum nüfusu nasıl arttırdık?
1939'da başlayan Alman Harbi nihâyetinde Yunanistan ve Ege adaları baştan başa istilâya uğramıştı. Devam edip giden harbin tabiî bir neticesi olarak açlıktan sefil ve perişan bir sûrette yüz-binlerce Rum, yakınlığı dolayısıyla bizim Ege sahillerimize ilticâ etmiş, devletimiz de bu mültecîleri aynen Körfez harekâtından az evvel Irak sınırımızda vâkî olduğu gibi bu mülteciler için kamplar kurmuş, onları aylarca beslemiş, barındırmıştır. Harbin bir türlü bitmeyip uzaması sebebiyle yekûnu yüzbinlerce olan bu Rum nüfusu, kendi istekleri üzerine bizim nakil vasıtalarımız Kıbrıs'a taşıyıp yerleştirmiştir. İnanmıyorsanız, o tarihteki gazete koleksiyonlarına bakabilirsiniz.

Geleceği görmekten âciz olan Türk idarecileri 1920'li yıllarda Anadolu'da vâkî Yunan vahşet ve zulümlerini unutarak komşuluk hakkı diyerek bu Rumları bakıp beslemekle kalmamış bir de onları ileride aleyhimize bir koz haline gelecek surette götürüp Kıbrıs adasına yerleştirmiştir.

Adadaki Rum nüfusunun eblahâne bir sûrette böylece çoğaltılmasına ilâveten bazı siyâsî ve içtimâî hâdiseler de sevk-i kaderle bugünkü Türk-Rum dengesizliğini intâç edebilecek sûrette Rumlar lehine neticeler doğurmuştur. Bunları da şöylece sıralayabiliriz.

Bir kısmın Türklerin Rumlaşması
Osmanlı idaresinin zaafa uğradığı ve ülkenin dâhilini -gizli ve âşikâr bir sûrette- batılı siyaset ve din erbabının karıştırmaya muvaffak olabildiği hengâmda İslâmî tedrîsât itibariyle büyük bir ihmâle mâruz kalan Kıbrıs'ın Müslüman halkından pek çoğu tenassur etmiş (hıristiyanlaşmış) ve böylece Rumlaşmıştır. Bu neticenin husûlünde İngilizlerin Türk çocuklarına dînî bilgiler öğreten bazı mektepleri kasden kapatmış olmalarının da rolü olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Hıristiyanlaşma tehlikesini önlemek maksadıyla Kıbrıs Türklerinin İstanbul'daki şeyhülislamlık makamına müracaat ederek Rumca bilen İslâm âlimi talep etmiş oldukları tarihî bir gerçektir.

Devamı yarın...