Kifayet
–Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Toplumla hem iç içe olduğumuz hem de bir başına kaldığımız
zamanların dengesi Ramazanlarda kuruluyor. İftarlarda bir araya gelmek ve
sahurların sakinliği insanın nefis muhasebesine dair en uygun demi bulması için
tesis edilmiş vakitler âdeta. Rabbim huşusundan, huzurundan mahrum bırakmasın…
Bu mübarek günleri içimizi ferahlatacak, yenileyecek,
tevekkül ve tefekkür etmeyi hatırlatacak mahiyette yaşamaya azmetmekle
mükellefiz. Nihayetinde “Ameller niyetlere göredir.”
İçinde olduğumuz hanenin eşiğinden ötesini kesin olarak bilemiyoruz.
Yürüdüğümüz yolun sonunu yürürken göremiyoruz.
Dönemecin ardında bizi neyin beklediğini hâlâ köşeyi dönmemişken
tahmin edemiyoruz.
Başlayan günün nasıl biteceğinden, dünya ahalisinin sabahından
akşamına, akşamından sabahına neler yaşadığından haberdar olamıyoruz.
Ahvali iyiliklerle anabilmeyi diliyoruz.
Her kapının ardında, her yolun sonunda, her işin başında bir
ihtimal var.
Ya bir veya birçok iyi, ya bir veya birçok kötü ya da ikisinin
arasındaki kademeler için...
Kendimiz için, akıbetimiz için, yanımızda yöremizde
olanlarla paylaştığımız her an için...
Hep ihtimaller var.
Akıbetler için hayır diliyoruz.
Devran öyle bir devrede ki zanlar havsalaya sığmıyor.
Zanlarımıza ket vuramıyoruz, çirkinliğin ve kötülüğün
kıdemlilerinden kendimizi sakınmakta zorlanıyoruz.
Zamane ayartıcıları ise eşiğimizin dibinde bekliyor,
zorbalıkla kopartmak için üstün çaba gösteriyor iyi olan her şeyi.
Allah’tan dirayet, metanet ve sabır diliyoruz.
Her gün biraz daha çoğalıyor yürekleri zangır zangır
titreten o dehşetli manzaralar.
Dehşet sıradanlaştıkça, zaman bütün şahsi meseleleri bir
sandığa kilitleyip gömmenin ve gözyaşını hakiki bir acziyetle imtihana çekmenin
zamanı geldiğini haber veriyor.
Söz dinlemeye meyilliyiz.
Sanki kalbimizde azıcık parıldayan her umudun katline sebep
olmak için sık sık güncellenen görüntülerle yüzleşirken hislerin hangi deminde,
hangi renginde olduğumuzun farkına varamadığımız günler öyle çok ki...
Farkına varamadıkça anlıyoruz yalınlaşmanın, sadeleşmenin,
dinlemenin, hayat koşusunda dinlenmenin değerini.
Niyet hayr akıbet hayr…
Hislerimizin samimiyetini, bilgiye hevesimizi, fıtratımıza
sadakatimizi, toplumla iç içeyken Hakk’la haktan yana olma gayretimizi her gün
yeniden sınamak gerekiyor.
Yüklerden arınmak, toprağa daha hafif basmak, birinin hakkı
olanı sahiplenmekten kaçmak yetmiyor.
Her umudun diyeti dua…
***
İtiraf edeyim; Ramazan’la Kudüs’ü bitiştiren işgal
manzaralarına tanıklığın ardından bir defa daha doğru kelamı bulmanın
zorluğuyla baş başayım.
Bize tekerrürün bir faslı olarak akseden işgal, belki de
sadece “yine mi” diyerek tepki verebildiğimiz usanmışlığımızı tazelememize
sebep oldu. Mescidin işgal ediliş
anları, karşısında yalnızca seyirci kalmakla cezalandırıldığımız ahir zaman
felaketlerinden…
Bir zamanlar (çok da uzak olmayan zamanlar) Müslümanların
Hac güzergahının güzide şehri olan Kudüs, günümüzde bilhassa Ramazanların
huşusunu ve huzurunu dağıtan, sonu gelemeyen işgalin öznesi.
En nihayetinde “ibadethane” sıfatını koruyan bir mabede,
insanların cem olduğu ibadet anında yapılan baskının/silahlı saldırının, Batı
jargonundaki en muteber tanımı “barbarlık”, dünya genelinde ise “vahşet”tir.
Kınamaktan yorgunuz, taşı yerinden kaldırmada kifayetsiziz; ancak
ilâhî adalete inancımız ve rüzgârın tersine döneceğine dair ümidimiz bâki…