Kişilerin ve İktidarların
‘KİMLİK BEKARETİ’Nİ KORUMASI MÜMKÜN DEĞİL Mİ?
Benim tesbit ve gözlemlerime göre; sosyal bir varlık olan
insanoğlunun bir de ‘kimlik bekareti’ bulunuyor. İnsanın bu kimlik bekaretini
koruması, onun insan kalitesinin devam etmesinde çok belirgin bir rol oynuyor.
Yine benim gözlemime göre; bir kişinin lise son sınıf
yıllarıyla fakülte hayatının ilk yıllarında bir başka ifadeyle 15 ile 20 yaş
arasında siyasi ve sosyal kimliği süzülerek belirginleşiyor ve son halini
alıyor.
Türkiye fikir coğrafyasına ve Türkiye'deki siyasi
kimliklere göre düşünürsek; kişiler bu sürecin ardından bir dindar fert
olabiliyorlar. Ya da bir Kemalist, bir Komünist, bir İslamcı bir Türkçü veya Kürtçü olabiliyorlar.
Kişi 20’li yaşlara geldiğinde, lise hayatı veya
fakülte yılları bittikten ve iş hayatına atıldıktan sonra artık bu kimliklerin
bekaret ile ilgili imtihanları başlıyor.
Makamla flört etme duygusu, para ile flört etme
duygusu, kazanma hırsı ile flört etme duygusu, kişinin kimlik bekaretini tehlikeye
düşüren önemli tuzaklar oluyorlar.
Eğer iktidarda dindarlar varsa, diğer kimlikler,
dindar görünme duygusu ile flört ederek, eğer iktidarda seküler bir rejim varsa
dindar kimlikler, seküler görünme duygusu ile flört ederek, kimlik mahremiyet
ve bekaretlerini daha o ilk günlerden itibaren zorlamaya başlıyorlar.
Eğer kişi kendini kaptırıp bu duygular ile flört edip
de bu kazanımlara kavuşmak için bunlarla halvet olursa, kimlik bekareti
bozulmuş oluyor.
………..
Fakülte için 1985 yılında İstanbul’a gittiğimde
İstanbul'un son ayılarını görmüştüm. Beyazıt Meydanında çingeneler ayı
oynatıyorlardı. ‘Yaklaşık 500 kiloluk bir ayı, 50 kiloluk bir insan tarafından
nasıl zapt ediliyor?’ diye garibime gitmişti. Sonra dikkatli bakınca ayının
burnuna bir halka takıldığını, bu halkanın ucunda bir zincir olduğunu, bu
zincirin de çingene tarafından kontrol edildiğine şahit oldum.
Koca ayı şunu biliyordu: En küçük bir direnç gösterirse burnundaki halka
çekilecek ve 500 kiloluk bütün vücudu bir büyük akımla sarsılacak. O yüzden
çingene “Haydi bakalım! Kocaoğlan hamamda kadınlar nasıl bayılıyor göster”
denildiği zaman o ayı garip garip hareketler yapıyordu.
İnsan kimliğini başkasının eline verince tıpkı böyle
500 kiloluk bir ayı gibi artık her an kontrol edilmiş insanlar haline
gelebiliyor.
Makamını, unvanını, servetini, sahip olduğu dünyevi
konforunu, egosunu, makam arabasını korumak için her gün çeşitli taklalar atan
nice kelli felli insan tanıyorum.
Bu tür dünyevi cazibe ve tuzaklara direnen insanlar
bir anlamda kimliğinin bekaretini ve
namusunu da korumuş oluyorlar.
Sayıları az da olsa ben kimliklerinin bekaret ve
namuslarını korumuş böyle insanlar da tanıyorum.
……..
Aynı tesbitler iktidarlar için de söz konusu. İktidar
öncesi milletin karşısına çıkarak bir kimlik açıklayan partiler de kimlik
bekaretlerini koruma vakasıyla karşı karşıya geliyorlar.
Bugünlerde ‘Yeter Artık Söz Milletin!’ diyerek
Türkiye’yi CHP rejiminden kurtaran Demokrat Parti Dönemine dair (İktidar
öncesi/İktidar Dönemi ve Yozlaşma Dönemi) okumalar yapıyorum.
Buradan çıkan tesbitlerim şunlar:
Kahraman,
insanın yardım için birilerini aradığında hiç ummadığı bir anda elini tutan
kişidir. Toplumlar için de böyledir. Toplumun en çok ümidini kaybettiği anda
kahraman ortaya çıkar ve toplumu içinde bulunduğu buhrandan kurtarır.
Tükenişin
habercisi ise şudur: Kahramana uzanan elinizin en yakın olduğu halde, elinizin
tutulmasını en çok umduğunuz anda bile tutulmamasıdır.
Menderes
böyle bir kahraman olarak ortaya çıkmıştı. Sonra halktan ve halkın
sorunlarından kopuverdi.
İnsanlar
cismen yani makam olarak büyüdükçe ruhen küçülüyorlar. Halbuki makam olarak
büyüyen insanın ruhen de büyümesi lazım. Cismen büyüyen insanlar ruhen
büyümedikçe bu gibi insanların ülkeye millete ve ümmete bir katkısı olmuyor.
Sadece ülke egoları yeterince şişkin insanlarla doluyor. Tıpkı Kapadokya'daki
balonlara dönüyorlar. Altında küçük bir sepet, üstünde şişkin bir balon.
Menderes’in
bürokratları da millete hizmet sevdası ile göreve atanmışlardı. Ne var ki onlar
da bir süre sonra halktan ve halkın sorunlarından kopuverdiler.
Demokrat
Parti ilk iktidara geldiği yıllarda geminin durumu şöyleydi: Geminin Kaptan
Köşkü, ambarına, ambarı, Kaptan köşküne çok benziyordu. Geminin Kazan dairesi
ambarına, ambarı, kazan dairesine çok benziyordu. Bütün parçalar birbirleriyle
sürekli irtibat halinde idiler. Bileşik kaplar gibi birbirlerine duygu akışı
vardı. Zaman içerisinde gemi sadece Kaptan Köşkü'nün duygularından
düşüncelerinden ve kararlarından ibaret oldu.
Kazan
dairesinde, ambarda, güvertede neler olduğundan, hangi dolapların
çevrildiğinden Kaptan Köşkündeki Reis’in haberi olmamaya başladı. Reis,
gemideki hayatı, sadece güvertede kendisine gösterilen sahte, tasarlanmış ve
hazırlanmış tebessümlerden ibaret sanmaya başladı. Her gün hangi yolcu ya da
tayfanın okyanusa atıldığından haberi olmadı.
“Herkes
bana küfür ediyor. Ama ben işimi yapıyorum, sonuç alıyorum” diyen iktidar
bürokratı, “Hem Menderes’e puan getirmek hem de hayır dua almak için çalışan
bürokratlara tercih edilir oldu.
Demokrat
Parti kurulduğu yıllarda ‘değer’ odaklı bir partiydi. Bir olayda karar vermenin
ölçütü ‘değer’ idi. Daha sonra Parti ‘sonuç’ odaklı bir parti oldu.
Ne
olursa, olsun neye mal olursa olsun yeter ki arzulanan ‘sonuç’ elde edilsin
devri başladı.
Yazık oldu Demokrat Parti’ye…..