05 Mart 2021

​Kişilerin ve İktidarların

‘KİMLİK BEKARETİ’Nİ KORUMASI MÜMKÜN DEĞİL Mİ?

 

Benim tesbit ve gözlemlerime göre; sosyal bir varlık olan insanoğlunun bir de ‘kimlik bekareti’ bulunuyor. İnsanın bu kimlik bekaretini koruması, onun insan kalitesinin devam etmesinde çok belirgin bir rol oynuyor.

Yine benim gözlemime göre; bir kişinin lise son sınıf yıllarıyla fakülte hayatının ilk yıllarında bir başka ifadeyle 15 ile 20 yaş arasında siyasi ve sosyal kimliği süzülerek belirginleşiyor ve son halini alıyor.

Türkiye fikir coğrafyasına ve Türkiye'deki siyasi kimliklere göre düşünürsek; kişiler bu sürecin ardından bir dindar fert olabiliyorlar. Ya da bir Kemalist, bir Komünist, bir İslamcı  bir Türkçü veya Kürtçü olabiliyorlar.

Kişi 20’li yaşlara geldiğinde, lise hayatı veya fakülte yılları bittikten ve iş hayatına atıldıktan sonra artık bu kimliklerin bekaret ile ilgili imtihanları başlıyor.

Makamla flört etme duygusu, para ile flört etme duygusu, kazanma hırsı ile flört etme duygusu, kişinin kimlik bekaretini tehlikeye düşüren önemli tuzaklar oluyorlar.

Eğer iktidarda dindarlar varsa, diğer kimlikler, dindar görünme duygusu ile flört ederek, eğer iktidarda seküler bir rejim varsa dindar kimlikler, seküler görünme duygusu ile flört ederek, kimlik mahremiyet ve bekaretlerini daha o ilk günlerden itibaren zorlamaya başlıyorlar.

Eğer kişi kendini kaptırıp bu duygular ile flört edip de bu kazanımlara kavuşmak için bunlarla halvet olursa, kimlik bekareti bozulmuş oluyor.

………..

Fakülte için 1985 yılında İstanbul’a gittiğimde İstanbul'un son ayılarını görmüştüm. Beyazıt Meydanında çingeneler ayı oynatıyorlardı. ‘Yaklaşık 500 kiloluk bir ayı, 50 kiloluk bir insan tarafından nasıl zapt ediliyor?’ diye garibime gitmişti. Sonra dikkatli bakınca ayının burnuna bir halka takıldığını, bu halkanın ucunda bir zincir olduğunu, bu zincirin de çingene tarafından kontrol edildiğine şahit oldum.

Koca ayı şunu biliyordu: En  küçük bir direnç gösterirse burnundaki halka çekilecek ve 500 kiloluk bütün vücudu bir büyük akımla sarsılacak. O yüzden çingene “Haydi bakalım! Kocaoğlan hamamda kadınlar nasıl bayılıyor göster” denildiği zaman o ayı garip garip hareketler yapıyordu.

İnsan kimliğini başkasının eline verince tıpkı böyle 500 kiloluk bir ayı gibi artık her an kontrol edilmiş insanlar haline gelebiliyor.

Makamını, unvanını, servetini, sahip olduğu dünyevi konforunu, egosunu, makam arabasını korumak için her gün çeşitli taklalar atan nice kelli felli insan tanıyorum.

Bu tür dünyevi cazibe ve tuzaklara direnen insanlar bir anlamda kimliğinin bekaretini ve  namusunu da korumuş oluyorlar.

Sayıları az da olsa ben kimliklerinin bekaret ve namuslarını korumuş böyle insanlar da tanıyorum.

……..

Aynı tesbitler iktidarlar için de söz konusu. İktidar öncesi milletin karşısına çıkarak bir kimlik açıklayan partiler de kimlik bekaretlerini koruma vakasıyla karşı karşıya geliyorlar.

Bugünlerde ‘Yeter Artık Söz Milletin!’ diyerek Türkiye’yi CHP rejiminden kurtaran Demokrat Parti Dönemine dair (İktidar öncesi/İktidar Dönemi ve Yozlaşma Dönemi) okumalar yapıyorum.

Buradan çıkan tesbitlerim şunlar:

Kahraman, insanın yardım için birilerini aradığında hiç ummadığı bir anda elini tutan kişidir. Toplumlar için de böyledir. Toplumun en çok ümidini kaybettiği anda kahraman ortaya çıkar ve toplumu içinde bulunduğu buhrandan kurtarır.

Tükenişin habercisi ise şudur: Kahramana uzanan elinizin en yakın olduğu halde, elinizin tutulmasını en çok umduğunuz anda bile tutulmamasıdır.

Menderes böyle bir kahraman olarak ortaya çıkmıştı. Sonra halktan ve halkın sorunlarından kopuverdi.

İnsanlar cismen yani makam olarak büyüdükçe ruhen küçülüyorlar. Halbuki makam olarak büyüyen insanın ruhen de büyümesi lazım. Cismen büyüyen insanlar ruhen büyümedikçe bu gibi insanların ülkeye millete ve ümmete bir katkısı olmuyor. Sadece ülke egoları yeterince şişkin insanlarla doluyor. Tıpkı Kapadokya'daki balonlara dönüyorlar. Altında küçük bir sepet, üstünde şişkin bir balon.

Menderes’in bürokratları da millete hizmet sevdası ile göreve atanmışlardı. Ne var ki onlar da bir süre sonra halktan ve halkın sorunlarından kopuverdiler.

Demokrat Parti ilk iktidara geldiği yıllarda geminin durumu şöyleydi: Geminin Kaptan Köşkü, ambarına, ambarı, Kaptan köşküne çok benziyordu. Geminin Kazan dairesi ambarına, ambarı, kazan dairesine çok benziyordu. Bütün parçalar birbirleriyle sürekli irtibat halinde idiler. Bileşik kaplar gibi birbirlerine duygu akışı vardı. Zaman içerisinde gemi sadece Kaptan Köşkü'nün duygularından düşüncelerinden ve kararlarından ibaret oldu.

Kazan dairesinde, ambarda, güvertede neler olduğundan, hangi dolapların çevrildiğinden Kaptan Köşkündeki Reis’in haberi olmamaya başladı. Reis, gemideki hayatı, sadece güvertede kendisine gösterilen sahte, tasarlanmış ve hazırlanmış tebessümlerden ibaret sanmaya başladı. Her gün hangi yolcu ya da tayfanın okyanusa atıldığından haberi olmadı.

“Herkes bana küfür ediyor. Ama ben işimi yapıyorum, sonuç alıyorum” diyen iktidar bürokratı, “Hem Menderes’e puan getirmek hem de hayır dua almak için çalışan bürokratlara tercih edilir oldu.

Demokrat Parti kurulduğu yıllarda ‘değer’ odaklı bir partiydi. Bir olayda karar vermenin ölçütü ‘değer’ idi. Daha sonra Parti ‘sonuç’ odaklı bir parti oldu.

Ne olursa, olsun neye mal olursa olsun yeter ki arzulanan ‘sonuç’ elde edilsin devri başladı.

Yazık oldu Demokrat Parti’ye…..