Kitap Âlemi’nden…

Bu yıl ilki düzenlenen Avrasya Kitap Festivali'ndeki etkinliklere dâhil olunca stantları tek tek gezme imkânını yakaladım. Bu sayede mümkün mertebe yayıncılarla sohbet ettik, yayıncılığın gidişatını sorguladık. Kâğıt krizine rağmen çok yeni kurulan yayınevi sahiplerinin cesaretlerini takdir ettik ve içeriklerini konuştuk. Kitapların yanı sıra yayıncı-okuyucu ilişkisine dair düşünme mesaisi de söz konusuydu. Zihnimden akan sıralamaya ile bir kısmını paylaşmak isterim:

“Marka değeri”, ekonomi uzmanlarının dilinden düşmeyen bir söz öbeği. Öncelikle, ismiyle hatırlanma başarısını yakalamış ticari kurumlara özgü bir tanımlama. Fakat gün geçtikçe ve dijital ortam güç kazandıkça isminin yanına ticari sıfatını getiremeyecek olan kuruluşlar için de böyle bir standart söz konusu olmaya başladı ve marka değeri olmayan kuruluşlar “endişe” verici bir hâl aldı.

Çağın en büyük reyting aracı reklam. Reklamı olan her iş, görünür olmaya aday. Her ne kadar çoğumuz reklamları antipatik bulsak da yeni olandan “haberdar” olmanın başlıca sebeplerinden biri.

Seneden seneye maddi imkânlarını ve sahasını genişleten yayıncılıkta da rekabet beraberinde gelen “marka değeri” geçer akçe. Milletçe küçük elektronik cihazlara aşırı duyarlığımıza benzer bir gelişim gösteriyor yayıncılık ve dünyanın gidişatına çarçabuk adapte olduğu -en azından çabaladığı- fark edilen bir hareketlilik var. Kâğıt kriziyle üretim ibresi şu ara aşağıya düşse de…

Yabancı menşeli dergilerin 80'lerden itibaren hayatımıza girmesiyle vizyonunu görünürlüğe endeksleyen bir yayıncılıkla tanıştık. Çoğu kere sadece “görünürlük” kaygısıyla sınırlı bir gelişim olsa da; telif, iktibas, yazar ve yayıncı hakları zamanla kısmen de olsa hukuki bir ciddiyet kazandı. Daha mesafeli ve daha profesyonel yordamlar gelişti.

Yayıncılık, dijitalleşmeye en yatkın işlerden olunca birçok açıdan ticari bir formu yansıtıyor. Fakat bütün bunlara rağmen şükür ki değişmeyen bir şey var: Bir kitabı beğendiğinizi söylemeniz, kaynak göstermeniz ya da birilerine açıktan tavsiye etmeniz, yayınevi reklamını yapmakla ve rekabeti zedelemekle doğrudan ilişkilendirilmiyor.

Elbette hep aynı yayınevi/yayınevleri üzerinden, ikna etmeyen muhtevalara ilişkin tavsiye girişimi reklam kokar. Ancak temel düşünce farklılıklarına rağmen “lüzumlu” bir kitabın hangi yayınevinden çıktığı, gerçek okur ve araştırmacı için öncelikli bir mesele değil.

Fakat diğer taraftan bir yayınevinin, birikimi ve yayın politikası bakımından ikna vizyonunu pekiştirmesi önemli. Bastığı eserlerin türlerine göre muhteva değeri, yeni yazar ve akım kazandırma çabası, editöryal ciddiyeti, sunumu, ulaşılabilirliği ve çeviri eserlerdeki tercüme yeterliği ile pek çok şey söyler. Kalıcı keşifleri, aslından ödün verilmemiş çevirileri olan ve boşluk doldurmaya yönelik eser yayımlamayı düstur edinenler bir adım öne çıkar. Eğer tematik bir yayıncılıkla sınırlı kalmıyorsa, bir yayınevinin asıl etiketi çeşitliliğini dengeli bir kalıcılıkla harmanlayan titizlikle pekişir.

Bilinçli okuyucu, yayınevinin görünürlüğü ya da “marka değeri” ile fazla alakadar olmaz zaten; reklama da kafa yormaz. Bir kitabı bir yere kaydederken de tavsiye ederken de bu yaklaşımı değişmez. Yayınevi üzerinden değil, eser üzerinden giden bir yolculuğa taliptir.

Yayınevi stantlarını gezerken, tanıtım konusuna ağırlık vermeyen yayınevlerinin, gölgede kalan kaliteli eserlerini düşündüm. Ve popüler edebiyatın ya da farklı yayın türevlerinin, iyisi ve kötüsüyle her yaş grubunun okuma biçimlerini yer yer baltalayan ve zihinlerini baskılayan reklam sırnaşıklığından dertlendim. 

***

Yenikapı Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi'nin ferah salonuna kurulan etkinlik, bütün yayıncılara eşit uzaklıkta olmanıza ve tamamını algılamanıza imkân veren bir dizilime sahip. Her yıl düzenlenen ve salon miktarı çift haneli rakamlara ulaşan, bütün stantları dolaşmanıza imkân vermeyen devasa fuarlara nazaran daha insani olduğunu söylemekte de beis yok bu bakımdan. Belki de bu yüzden yakın zamanda bir fuarda almadığım miktarda kitapla ayrıldım oradan.

Fuarda dikkatimi çeken bir meseleyi de buraya almış olayım:

TÜBİTAK standında bilhassa çocuk kitaplarını karıştırınca tek tük yerli telif eserle karşılaştım ve bilim tarihinin çocuklara ulaştırılması konusunda tercüme eserlere bu kadar yaslanmış olmamızı, açıkçası yadırgadım. Zira bu alanda müstakil yayın yapan başka bir yayıncı bilmiyorum. Hikâyelerdeki yabancı isimler ve çizimlerdeki uzaklık, teknolojiyle birlikte bilime yönelişi yoğunlaşan çocuklarımıza kazandırılması istenen yerlilik sorumluluğundan uzak bir yerde duruyordu. İleriki zamanda, bilim tarihi alanında yerli teliflerin artmasını ümit ediyorum.

Güzle birlikte her yıl artan kitap fuarları gündemimize giriyor. Elbette Türkiye'deki bütün yayıncıları bir araya getirecek bir fuar yok. Kitap adına ne olup bittiğini görmek ve kuru gürültülerden uzaklaşmak isteyenler için her biri farklı yaklaşımla tasarlanan kitap fuarları ise birer imkân.