Kitapsız yaşayamayanlar
Kitap müptelâlılığı veya kitapla
yaşamak elbette gaye değil. Gaye, Müslümanca amel üzere yaşamaktır. Bu amel
üzere yaşanan hayatın en güzel unsurlarından biri olan kitapla yaşamanın irfanî
zevkini yok saymak mümkün değil.
Kimlerdir kitapsız yaşayamayanlar?
Kitapsız yaşayamanların cezbeli hayatını merak edenler için Dursun Gürlek’in
“Çınaraltı’nda Kitap Sohbetleri” (ilk baskıları Çınaraltı Kitap Sohbetleri
adını taşımaktadır) sürükleyici ve o dünyayı yaşatıcı bir kitap... Kitabın daha
“önsöz” ünde başlıyor kitap âşıklarının çarpıcı bir hikâyesi. Adı sanı
zikredilmemiş bir kitap âliminin kitaplarla hemdem olduğu bir vakitte, devrin
en zorlu halifesinin dâvetine icabet etmeyişinin arkasındaki irfanî tavrı
öğrenmek istemeyen bir kitap tiryakisi ollabilir mi? ilim irfan ehli için ders
çıkarılacak bu müthiş hâdisesinin hülâsası şöyle:
KİTAPLARINDAN
AYRILAMAYIP HALİFENİN DÂVETİNİ GECİKTİREN ÂLİM
Abbasi halifelerinden biri sohbet etmek
için devrin âlimlerinden bir zatı sarayına dâvet eder. Dâveti bildirmek için
âlimin evine giden saray görevlisi kitapların ortasında oturan âlime, halifenin
kendisini saraya dâvet ettiğini söyler. Kitapların âşığı âlim; “Mü’minlerin
Emiri’ne söyleyiniz; şu anda yanımda bulunan ilim, irfan ve hikmet ehli
insanlarla sohbet ediyorum. Onlarla işim bitince dâvetine icabet edeceğim.” Bu
sözleri aktaran saray görevlisine halife merakla sorar: “Onu bu kadar cezbeden
âlimler kimlerdi?” “Efendimiz, yanında hiç kimse yoktu!” cevabını alınca, iyice
meraklanan halife kati emrini verir: “Onu filan saatte mutlaka saraya getir!”
(Çınaraltı’nda Kitap Sohbetleri, Dursun Gürlek, s. 4)
Halife, apar topar huzuruna çıkarılan
âlime, yüksek sesle sorar: Sizi, bizim yanımıza gelmekte geciktiren âlimler
kimlerdi? Âlim: Kitaplardı! Evet, her kitap bir âlimdir. Eğer yüzlerce,
binlerce kitabınız varsa, yüzlerce, binlerce âlimin ilminden istifade
ediyorsunuz demektir ki, bu da dünyada cennet hayatı yaşamak mânasına gelir.
Hazret-i Peygamberimiz “Nerede bir Cennet ağacıyla karşılaşırsanız, gölgesinde
dinleniniz!” buyuruyor. “Bu dünyada cennet ağacını nerede bulacağız?” diye
sorulduğunda ise şu cevabı veriyor: “Her âlim, bir cennet ağacıdır!” (Gürlek,
a.g.e., s.4)
Bugün pek örneği görülmeyen bir
cesaretle halifeye “her kitap bir cennet meyvasıdır” imasında bulunuyor.
AĞIR
MEMURİYETLERİNE RAĞMEN VEFİK PAŞA KİTAPLARLA YAŞADI
İlk Türkçe Sözlük “Lehçe-i Osmânî” gibi
dille ilgili birçok kitap yazan ve tercüme eden, Sadrazam Müsteşarlığından
Valiliğe, Tercüme Odası memurluğundan elçiliğe kadar çeşitli devlet katlarında
görev yapan Ahmet Vefik Paşa’nın (1823-1891) müfrit bir kitap âşığı olduğunu
düşünmek, Cumhuriyet nesli için inandırıcı olmayabilir. Çünkü yüksek devlet
memurluğunun en riskli olduğu zamanda kitap yazmak ve onbeş bin kitabı olan bir
kütüphânenin sahibi olmak, bugünkü yüksek devlet memurlarının harcı değil.
Velveli bir asırda onca ağır vazifelerin arasında kitap toplamak ve yazmak,
kitap irfanı olmayan “muasır cumhuriyetin” devlet adamlığı zihniyetine göre
akıl kârı değil. Arapça, Farsça, Çağatayca, Fransızca, İngilizce, Rusça,
Almanca, İtalyanca dillerini bilen Vefik Paşa yorulmak bilmez bir kitap
kurduydu. Kendi devrinde Doğu ve Batı’nın tarih ve edebiyat külliyatları dolu,
İstanbul’un en zengin kütüphânesi onundu. Her kitap kurdu gibi o da ölmeden
önce geçim sıkıntısı ve borçlarından dolayı kitaplarını satışa çıkarmıştı.
Bunlar arasında öyle kitaplar vardı ki, bir kısmı Avusturyalı Şarkiyatçıların
talebi üzerine yurt dışına satılmıştı. (Diyanet İslâm Ansiklopedisi, cilt: 2, s
143)
Kitaplarının kaderinde Frenk
gurbetlerine gitmek varmış. Cins bir adam olan Vefik Paşa’ya soru sormuşlar,
cins bir cevap vermiş. Paşam bu muazzam kütüphâneye nasıl sahip oldunuz?
“Okumak için ödünç aldığım kitapları iade etmeyerek, böyle bir kütüphâne meydana
getirdim.” (Gürlek, a.g.e.,s. 140)
Bu ifadesiyle, kitap kurtları arasında
her devirde olagelen ödünç kitap alıp da vermemeyi hicvettiği veya nükte
yaptığı kanaatindeyiz. Çünkü onun hayatında böyle hâdise pek yok. Aksine,
parasıyla en çok kitap alan birisidir.
“TÖVBE…
HİÇ KİMSEYE VERMEM KİTAP”
Mehmed Âkif’in, Safahat’ındaki (s.126)
“Köse İmam” şiirinde “Köse İmam” diye hitap ettiği Ali Şevki Hocayı, okuyanlar
bilirler. Âkif’in sevdiği bir dostu olan Ali Şevki Hoca müfrit bir kitap
müptelâsıdır ve kitaplarını taassup derecesinde başkalarına ödünç vermeyen bir
huyu vardır. Kütüphânesinden ödünç kitap alıp da getirmeyenlere pek sitem
edermiş. Dostlarından Şuayb ondan kitap alıp getirmeyince sitemkârâne bir
beyit, kendi ifadesiyle “tövbe” yazıp kütüphânesinin duvarına asmış: “Dest-i
gadr-i musta'ıradan ziyanım bîhisap / Tövbe erim ariyet hiç kimseye vermem
kitap.” (Gürlek, a.g.e., s. 46)
Ödünç kitap isteyenlere, yine kendi
ifadesiyle “münasebetsiz teklif” de bulunanlara bu beyti gösterirmiş.
İlginçtir, bütün kitap kurtları gibi Köse İmam da hiç evlenmemiş. Mithad Cemal
Kuntay’ın anlattığına göre “Buna ihtiyacı yoktu, onun tek aşkı kitaplarıydı.
Onun için kitap önce ciltti. Ciltlenmedikçe hiçbir kitap evinin üç duvarını
kaplayan kütüphâneye giremezdi.” (Gürlek, a.g.e., s.46)
“Asım Şiiri” nde Köse İmam’ın oğlu
olarak gösterilen Asım muhayyel bir kahramandır. Âkif’in, Asım’ı Köse İmam’ın
oğlu olarak göstermesi ona olan sevgisinden kaynaklanan bir kurgudur.
KİTAPLA
KONUŞANLAR
Beşir Ayvazoğlu’nun “kelimenin asıl mânâsında bir hezarfen,
tıp ve sanat tarihçisi, şair, yazar, etnograf, ressam, nakkaş ve müzehhip” dediği Prof. A. Süheyl Ünver’in kitap
sevgisine imrenmemek mümkün değil. “Kitabın yüzüne baktıkça gönlüm eğlenir, kitap emdiğim şeker kamışının
sütü gibidir, sakın kitabımı benden isteme çünkü bu, elimden sevgilimi
almaktır” diyen Ünver’in kitaba dair
yazdıkları Züleyha’ya yazılmış bir sevda mektubu âdeta. Züleyha ile konuştum,
diyorcasına “Kitapla konuştum” diyor. Gürlek’in adı geçen kitabındaki (s. 47)
“Kitapla Konuştum” yazısından hülâsa ettiğimiz onun şu cümleleri kitap
sevenlere şevk verecektir:
“İnsanlardan uzaklaşmak beni kitaplara
yaklaştırdı. Ben artık enis ve celîsimi buldum, insanlardan nihayet bin kişi
tanıyabilirdim, amma bunlardan kaçı bana dost olabilirdi? Fakat dünyada ve
bizde ne kadar kitap varsa hepsiyle dost olabilirim. Yaklaştığım nisbette
onlardan yakınlık gördüm. Daima bildiklerini bana öğretmeğe çalıştılar. Yalnız
benim onlara bir göz atmam kâfi geldi. Kitaba minnettarız. Benim herşeyim,
saadetim, neşem kitap. Sen olmasaydın beşeriyet ne olurdu? İnsanları ve
yazanları ebedileştiren kitap. Sen birçok insanları, kurtardın. Birçok
yenilikleri, sen keşfettirdin. Sen onlara ipucu verdin. Âlimler ve kâşifler
sana neler borçlu olduklarım unutamazlar. Sen olmasaydın medeniyet olmazdı. Sen
pek cömert ve mütevazısın. Elverir ki sen dilinden anlayacak birisinin eline
geçmiş bulunasın. Onun için biz kitapları bizden malûmatını esirgemiyen
âlimlere benzetebiliriz. Onu açtık mı yalnız o bize söyler, biz de dinleriz. O
söylediklerimize bigâne. Tenkidlerimizi bile duymaz. Duymadığından gücenmez.
Kitap yaşını başını almış bir çocuk gibidir. Ona ihtimam icabeder. O da
kurtlanarak hasta olabilir. Rutubet onu da çürütebilir. Horlamak kendisini incitebilir.
Sahibine daima sadık kalan ve el üstünde tutulan kitaplar artık tozlu raflarda
ihmale maruz kalmamalıdır.”
İlk roman yazarlarımızdan Ahmet Midhat
Efendi dostlarına dahi ödünç kitap vermeyen bir kitap tutkunu. Kendisini
kınayanlara emniyetsizlikten değil, kitaba aşırı düşkünlüğünden kaynaklandığını
söylerdi: “Ben kütüphânemden dışarıya kitap vermem! Çünkü siz onu geri
getirinceye kadar zihnim devamlı o kitapla meşgul olur. Ve benim başka işlerle
uğraşmama imkân kalmaz. Eğer okumak istiyorsanız buyurun; kütüphânem emrinize
âmâdedir. İstediğiniz kitabı çekip okuyun. Fakat alıp götürmemek şartıyla…”
(Gürlek, a.g.e., 22)
Şair Mehmet Emin Yurdakul, ömrünün son
günlerinde evi ve içindeki kütüphânesi yanan, evine değil, kitaplarının
yanmasına çok üzüldüğünden hastalanıp vefat eden bir kitap sevdalısıydı.
Osmanlı Devleti’nin bozgun yıllarında mebusluk ve Hicaz Valiliği yapan,
Anadolu’da yüksek memuriyetlerde bulunan Yurdakul’un binlerce kitaptan oluşan
kütüphâne sevdasını, ortalama bir tarih ve dilbilgisine bile sahip olmayan
bugünkü mülkî amirler ve üst siyaset erbabı anlayabilirler mi?
HAYATININ
İKİ GECESİNDE KİTAP OKUYAMAYAN ÂLİM
Evlendiği ve babasının vefat ettiği iki
gecede kitap okuyamadığını söyleyen ve hayatı boyunca her gece kitap okuyan,
ilmiyle Müslüman Doğu’yu ve Hıristiyan Batı’yı tesir altına alan Endülüslü âlim
İbn Rüşd’ün (1126-1198) hayatı kitapsız modern dünyanın esiri olmuş sözde
“bilim” adamlarına heyecan veriyor mu? Müderris ve şair Kethüdâzâde Arif Efendi
(1771-1849) okuma ve kitap biriktirme müptelâsı bir âlim. Başından geçen bir
hâdise onun kitap düşkünlüğüne dair herşeyi anlatıyor: Evine gelen misafir,
ayrılırken bir kitabını çalar. Arif Efendi görmezden gelir. (Gürlek, a.g.e, s.
147)
Ne güzel bir hassasiyet bu? Kitabının
peşini bırakmayan bu âlimin kaç örneği var zavallı asrî Cumhuriyetin
üniversitelerinde? Bugün evinde kütüphânesi olan üniversite allâmesi ve devlet
adamı sayısı ne kadardır sizce?