Klasikler Derken
Mavi Gök Yağız Yer
İnsan
ve klasikler arasındaki ilişki bir boyutuyla kendiliğini düşünmekle ilgilidir.
Eski(meyen) zamandan kalan bir mana, eser, iz bize insanî kendiliğimize dair
bir öz, müşterek ve tarih üstü manayı duyurur. Bilmediğimiz zamanlardan kim
bilir hangi göremeyeceğimiz müstakbele kadar geniş yelpazede bir bütünün
parçası olmamız klasiğin bizi taşıdığı bir efsunlu iklimdir. Bir şiiri okurken,
bazı romanlarda gözlerimiz yaşarırken, siyasetnamelerie düşünürken kültürün
içerisinden bizi müşterekleştiren bir özü hissettiğimiz o yerde klasik, ruhumuz
ve idrakimize konuşuyor olabilir. Düşüncemizi insanî bencilliğin kaba ve katı arazlarından
ince ve duyarlı bir gerçeğe taşıyan klasikler mimariden, müziğe, edebiyattan
düşünceye insanî hayatın, bize göre, mağaralardaki resimlerinden en yakın
zamanlarda ortaya çıkan tezahürlerine kadar deniz feneri hükmündedirler. Soluklanıp
aydınlandığımız bu anlam insanın eli, aklı ve ruhuyla var ettiği şeyler olması
bakımından ayrıca çok değerlidirler.
Klasiğin,
milli bir çerçevede oluşan belirli bir kültürün insanlarını kodlayan,
manalandıran bir çerçevesi vardır. Burada bütünleşmeyi ve derinleşmeyi sağlayan
şey belirli bir kültür halini paylaşan insanlar için anlam ve iletişim
kodlarını taşıyan değerleri temsil eder. Bir millet oluşurken ve tarihi süreçte
mitolojik zamanlarından en yakın devresine kadar klasiklerden beslenerek toplum
bir aidiyet duygusuyla, bir hisle klasiklerden ilham alır. Oradaki cümle,
anlamlar müntesibi olunan ile temas kurarak kendisini var eder. Ben duygusu
burada biz duygusuna dönüşür. Milli klasikler şüphesiz o milli kültürün içine
derinleştiği manalarını içeren bir yapıda oluşurlar. O millet asırlar geçse de
o klasiğin aksettirdikleri ile kendisine anlam çerçeveleri çizerek kültürünü teşekkül
ve devam ettirir. Bu adeta her dem yeniden doğmak gibidir. Zamanın şartlarına
göre milli klasikler bazen hayatın bazen ise müzelerde yer alarak o toplumu
farklı şekillerde etkiler. Burada hayat, gerçeklik, güzellik, inanış gibi
unsurlar kendine ürettiği zaman üstü içeriklerle o milletin varoluş dünyasını
içerdiği özü ifade ettiği farklı tezahürlerle oluşturur. Dede Korkut hikâyeleri
bu cümledendir; “Beri gel başımın bahtı,
evimin tahtı, Evden çıkıp yürüyende servi boylum, Topuğundan sarmaşınca kara saçlım,
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım, Güz elmasına benzer al yanaklım, Kadınım,
direğim, ağırbaşlım” sözlerini maziden atiya hangi devrin Türk sözü
sayabilirsiniz. Bu bir bakış, his ve duyuştur; Türk hayatının herhangi bir
zamanında var olur, hal olur yahut serap olur karşınıza çıkar. Her halükârda
klasikler bir milletin bütünüyle anlam mecmualarıdır.
Klasiğin
diğer bir tezahürü ise beynelmilel anlam oluşturan çerçevesidir. Yeniden ve
yeniden okunan/okunabilen bir anlam çerçevesi oluşturarak muayyen bir kültürde
oluşan muhteva farklı kültürlerde insanların da hayatları, düşünceleri,
güzellik veya ahlak anlayışlarında etki ve mana bütünü oluşturma gücü olan
metinlerdir. Muhakkak klasikler tarihi bir çevrede ve bir milli kültür
içerisinde oluşur lakin milletlerarasılaşan anlamlar var eden bir klasik zaman
içerisinde beşeriyetin ortak bir müştereğine dönerek bu manada bir özün
varlığını söz konusu kılar. Bu eserler farklı kültürlere hitap etme gücü olan
eserlerdir. Bunun yanında farklı yaşlarda ve bilgi düzeylerinde okunduklarında
yeniden ve ilk kezcesine bir çerçeve oluştururlar. Bunun sonrasında oluşan
tecrübe ise binlerce yıl yaşama şansı olmayan bir insan için asırların deneyimi
ve/veya bilgeliği gibi konulara muhatap olmak, bunlar ile kendiliğini oluşturacak
bir imkânı elde etmek demek de olmaktadır. Bu manada klasikler bir mana
labirenti gibidirler; her yeni okunuşta ilk kez duygusu verirken o her okuyuş
yeni bir anlamın ışığının yanmasını sağlar. Binlerce yıl önceki bir insanlık
halini bugün kendi bilincimizde aynıyla yaşamak klasiğin kendiliğimizi taşıdığı
çok değerli bir alandır. Bir gece yarısı okunan bir klasikteki manzarayı can
dostunun çocuğunda temadisini gözleri yaşararak arayıp paylaşmak bu nevidendir.
Klasikler bir yandan da özlerindeki sağlam bir ölçüler ve ilkeler dizgesi ile
her okuyuşumuzda yakamıza yapışma ihtimali olan eserlerdir. Bizi eleştirir,
uyarır ve sarsarlar. Bu bir idealize etme çabası sanılsa da aslında kendiliğin
hayat ile fersudeleşen, yozlaşan ve yorulan taraflarına karşı klasik farklı
zamanlarda yeni bir yüz ile zamanda varlığını sürdürme iktidarı olan şeylerdir.
Zamanın yıkıcı etkilerine karşı bir anlam sığınağı olarak klasikler şüphesiz
mütemadi bir doğada insanı temsil ederler. Lakin klasik, bir tabu veya dogma
değildir. Klasiklerin dayatma içeriği taşıyan otokrat içeriklerden ayrılan en
önemli yapısı hayatın doğal akışı içerisinde ortaya çıkmalarıdır. Klasikler
asık suratlı, tepeden inme, dogmatik, dayatmacı, bir zorbalığın subjektif gerçeklerini
evrensellik iddiasıyla dayattığı o çerçevenin üstünde ve insanın tam özünden
kaynaklanan değerlerdir. Bu bir mimari yapı olacağı gibi bir şiir parçası da
olabilir. Karamzov Kardeşler’de Dostoyevski’nin “Sana öğüdün olsun; üzüntüde mutluluk ara her zaman” dediği o yer/mana
hangi asra ve millete aittir. Hülasa klasikler insanlığın soluklandığı mana
ormanlarıdır.
Klasikler
insanlığın bilgeleridir. Ve bilgeler klasik oluşturanlardır. Uyandıran ve
yükselten, içe doğru derinleştirendir. Hikmet lafzı burada kültürümüzde
klasikler içerisinden idrakimize süzülür. Mevlana bir yerde “Dünyanın bu
halkı, hikmet incilerinin gizli kalmaması ve ortaya çıkması içindir.
“Defineydim, gizliydim”i dinle; kendi cevherini kaybetme, ortaya çıkar”
derken cevher derken kendiliğimizin ve klasiklerin manasını kendisi de bir
klasik olarak çok veciz ifade etmez mi? İnsanlık milli ve beynelmilel
klasiklerini güncelledikçe kendi aydınlığına bir yol bulurken bundan mahrumiyet
bir kriz, gerilemedir. Yeni klasiklerin çıkamadığı yahut sadece taklit ile
avunulan zamanlar insanlık için ne ifade eder sorusu işte orası düşünülmesi
gereken bir çıkmaz sokaktır.
Hal imiş
Vesselam