09 Ağustos 2022

Klasikler Derken

Mavi Gök Yağız Yer

İnsan ve klasikler arasındaki ilişki bir boyutuyla kendiliğini düşünmekle ilgilidir. Eski(meyen) zamandan kalan bir mana, eser, iz bize insanî kendiliğimize dair bir öz, müşterek ve tarih üstü manayı duyurur. Bilmediğimiz zamanlardan kim bilir hangi göremeyeceğimiz müstakbele kadar geniş yelpazede bir bütünün parçası olmamız klasiğin bizi taşıdığı bir efsunlu iklimdir. Bir şiiri okurken, bazı romanlarda gözlerimiz yaşarırken, siyasetnamelerie düşünürken kültürün içerisinden bizi müşterekleştiren bir özü hissettiğimiz o yerde klasik, ruhumuz ve idrakimize konuşuyor olabilir. Düşüncemizi insanî bencilliğin kaba ve katı arazlarından ince ve duyarlı bir gerçeğe taşıyan klasikler mimariden, müziğe, edebiyattan düşünceye insanî hayatın, bize göre, mağaralardaki resimlerinden en yakın zamanlarda ortaya çıkan tezahürlerine kadar deniz feneri hükmündedirler. Soluklanıp aydınlandığımız bu anlam insanın eli, aklı ve ruhuyla var ettiği şeyler olması bakımından ayrıca çok değerlidirler.

Klasiğin, milli bir çerçevede oluşan belirli bir kültürün insanlarını kodlayan, manalandıran bir çerçevesi vardır. Burada bütünleşmeyi ve derinleşmeyi sağlayan şey belirli bir kültür halini paylaşan insanlar için anlam ve iletişim kodlarını taşıyan değerleri temsil eder. Bir millet oluşurken ve tarihi süreçte mitolojik zamanlarından en yakın devresine kadar klasiklerden beslenerek toplum bir aidiyet duygusuyla, bir hisle klasiklerden ilham alır. Oradaki cümle, anlamlar müntesibi olunan ile temas kurarak kendisini var eder. Ben duygusu burada biz duygusuna dönüşür. Milli klasikler şüphesiz o milli kültürün içine derinleştiği manalarını içeren bir yapıda oluşurlar. O millet asırlar geçse de o klasiğin aksettirdikleri ile kendisine anlam çerçeveleri çizerek kültürünü teşekkül ve devam ettirir. Bu adeta her dem yeniden doğmak gibidir. Zamanın şartlarına göre milli klasikler bazen hayatın bazen ise müzelerde yer alarak o toplumu farklı şekillerde etkiler. Burada hayat, gerçeklik, güzellik, inanış gibi unsurlar kendine ürettiği zaman üstü içeriklerle o milletin varoluş dünyasını içerdiği özü ifade ettiği farklı tezahürlerle oluşturur. Dede Korkut hikâyeleri bu cümledendir; “Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı, Evden çıkıp yürüyende servi boylum, Topuğundan sarmaşınca kara saçlım, Kurulu yaya benzer çatma kaşlım, Güz elmasına benzer al yanaklım, Kadınım, direğim, ağırbaşlım” sözlerini maziden atiya hangi devrin Türk sözü sayabilirsiniz. Bu bir bakış, his ve duyuştur; Türk hayatının herhangi bir zamanında var olur, hal olur yahut serap olur karşınıza çıkar. Her halükârda klasikler bir milletin bütünüyle anlam mecmualarıdır.

Klasiğin diğer bir tezahürü ise beynelmilel anlam oluşturan çerçevesidir. Yeniden ve yeniden okunan/okunabilen bir anlam çerçevesi oluşturarak muayyen bir kültürde oluşan muhteva farklı kültürlerde insanların da hayatları, düşünceleri, güzellik veya ahlak anlayışlarında etki ve mana bütünü oluşturma gücü olan metinlerdir. Muhakkak klasikler tarihi bir çevrede ve bir milli kültür içerisinde oluşur lakin milletlerarasılaşan anlamlar var eden bir klasik zaman içerisinde beşeriyetin ortak bir müştereğine dönerek bu manada bir özün varlığını söz konusu kılar. Bu eserler farklı kültürlere hitap etme gücü olan eserlerdir. Bunun yanında farklı yaşlarda ve bilgi düzeylerinde okunduklarında yeniden ve ilk kezcesine bir çerçeve oluştururlar. Bunun sonrasında oluşan tecrübe ise binlerce yıl yaşama şansı olmayan bir insan için asırların deneyimi ve/veya bilgeliği gibi konulara muhatap olmak, bunlar ile kendiliğini oluşturacak bir imkânı elde etmek demek de olmaktadır. Bu manada klasikler bir mana labirenti gibidirler; her yeni okunuşta ilk kez duygusu verirken o her okuyuş yeni bir anlamın ışığının yanmasını sağlar. Binlerce yıl önceki bir insanlık halini bugün kendi bilincimizde aynıyla yaşamak klasiğin kendiliğimizi taşıdığı çok değerli bir alandır. Bir gece yarısı okunan bir klasikteki manzarayı can dostunun çocuğunda temadisini gözleri yaşararak arayıp paylaşmak bu nevidendir. Klasikler bir yandan da özlerindeki sağlam bir ölçüler ve ilkeler dizgesi ile her okuyuşumuzda yakamıza yapışma ihtimali olan eserlerdir. Bizi eleştirir, uyarır ve sarsarlar. Bu bir idealize etme çabası sanılsa da aslında kendiliğin hayat ile fersudeleşen, yozlaşan ve yorulan taraflarına karşı klasik farklı zamanlarda yeni bir yüz ile zamanda varlığını sürdürme iktidarı olan şeylerdir. Zamanın yıkıcı etkilerine karşı bir anlam sığınağı olarak klasikler şüphesiz mütemadi bir doğada insanı temsil ederler. Lakin klasik, bir tabu veya dogma değildir. Klasiklerin dayatma içeriği taşıyan otokrat içeriklerden ayrılan en önemli yapısı hayatın doğal akışı içerisinde ortaya çıkmalarıdır. Klasikler asık suratlı, tepeden inme, dogmatik, dayatmacı, bir zorbalığın subjektif gerçeklerini evrensellik iddiasıyla dayattığı o çerçevenin üstünde ve insanın tam özünden kaynaklanan değerlerdir. Bu bir mimari yapı olacağı gibi bir şiir parçası da olabilir. Karamzov Kardeşler’de Dostoyevski’nin “Sana öğüdün olsun; üzüntüde mutluluk ara her zaman” dediği o yer/mana hangi asra ve millete aittir. Hülasa klasikler insanlığın soluklandığı mana ormanlarıdır.

Klasikler insanlığın bilgeleridir. Ve bilgeler klasik oluşturanlardır. Uyandıran ve yükselten, içe doğru derinleştirendir. Hikmet lafzı burada kültürümüzde klasikler içerisinden idrakimize süzülür. Mevlana bir yerde “Dünyanın bu halkı, hikmet incilerinin gizli kalmaması ve ortaya çıkması içindir. “Defineydim, gizliydim”i dinle; kendi cevherini kaybetme, ortaya çıkar” derken cevher derken kendiliğimizin ve klasiklerin manasını kendisi de bir klasik olarak çok veciz ifade etmez mi? İnsanlık milli ve beynelmilel klasiklerini güncelledikçe kendi aydınlığına bir yol bulurken bundan mahrumiyet bir kriz, gerilemedir. Yeni klasiklerin çıkamadığı yahut sadece taklit ile avunulan zamanlar insanlık için ne ifade eder sorusu işte orası düşünülmesi gereken bir çıkmaz sokaktır.

Hal imiş

Vesselam