30 Aralık 2016

Komprador ordular ve 27 Mayıs’ın hiç söylenmemiş sırrı

Amerikalı eski büyükelçi ve Atlantik Konseyi uzmanlarından John Herbst “Türkiye'de seküler geleneğin bozulmaması gerektiğini ifade etmiş ve eklemiş; Pakistan'da en önemli kurumların başında yer alan ordu, geleneksel olarak seküler bir yapıdaydı. Ama zaman içerisinde, kısmen İslâmcılaşan genç askerlerin terfi edip yükselmesi ve üst kademelere gelmesiyle bu yapı değişti. Türkiye'de bu yaşandı demiyorum ama bir ölçüde buna benzer bir duruma tanıklık ediyor olabileceğimizi düşünüyorum. Böyle bir gelişmenin Türkiye'nin geleceğiyle ilgili çok ciddi sonuçları olacaktır” demiş. Yâni Türkiye'yi tehdit etmiş.

 Türkiye, İslâm ülkelerindeki bir buçuk milyar insanın batı uygarlığı tarafından “kendi orduları” eliyle esir alınışının rol-model ülkesiydi. Kendi milletlerine karşı mevzilenmiş komprador orduların hakiki misyonları, batı değerleri adına halklarına karşı gardiyanlık, işaret verildiğindeyse cellâtlık yapmaktı. Bu orduların emperyal efendileri adına kendi milletlerine düşmanlık yapmasını sağlayan temel motivasyonlarıysa lâiklik. Lâiklik, sistematik olarak alıklaştırılarak dönüşümünü tamamlayan seçkinlerin afyonu!

Bağımlılık onların dâima agresyon ve trip hâlinde kalmalarını sağlıyor.  İçinde boğuldukları değersizlik duygularıyla kendilerinden nefret ediyor ve kronik acziyet hislerini “mensubu oldukları” milletin üzerine boca ederek ızdıraplarından arınmaya, böylece var oluşsal çelişkileriyle baş etmeye çalışıyorlar. Ruhları tahammülü güç bir zilletle tüketilmiş,  kolektif histeri içinde debelenen ama zaten düştükleri bu dereke sebebiyle seçilen seçkinlerin, sentetik uyuşturucusu lâiklik!

Ama biz, John Herbst'in dilinin altındaki baklayla ilgilenmeye devam edelim. Bu soluk benizlinin çatal dili bana 27 Mayıs darbesinin bu güne kadar hiç fark edilmediğini düşündüğüm en esaslı sebeplerinden birini hatırlattı.  Kore'de cenk eden Türk Ordusu'nun savaştaki ihtişamı! Bu ihtişam her ne kadar muharebe meydanında Çin, Rus ve Kuzey Kore ordusu için peş peşe gelen kahredici bozgunlar ve savaşın pek vahim zayiatları anlamına gelse de en az onlar kadar “dost ve müttefik olduklarımızı da” dehşete düşürmüştü.

26 Kasım 1950'de beş bin kişilik Türk tugayı, Amerikan 9. Kolordusunun ihtiyatı olarak savaş alanına girmişti. Ancak aynı gün Çin Ordusu 800 bin kişilik devasa bir kuvvetle ve âni bir baskınla sınırı geçti. Hemen akabinde Amerikan, İngiliz ve diğer müttefik askerleri, sayısı Rus-Kuzey Kore ordusuyla birlikte bir milyonu geçmiş kızıl kuvvetlerin taarruzu karşısında tutunamayarak kaçışmaya başladı. Türk tugayı, Güney Kore Ordusu'nun bozguna uğrayarak kaçması yüzünden, sağ yanı da açılan ve yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalan 2. Amerikan tümeninin doğusunu tutması için gönderildi. A.B.D. Generali S.L.A. Marshall'a göre bu, küçücük bir aspirin tıpasıyla, taşan kocaman bir bira fıçısının ağzını kapatma çabasına benziyordu. Türk kuvvetleriyle kimse irtibat kurmamıştı. Marshall, Türk tugayının Kore toprağında ilk muharebesinde “bir kazânın ortasına atılarak, ümitsiz ve karanlık vaziyette yalnız başına, bırakıldığını” söylüyor. Şu var ki Türkler de kimseyle irtibat kurmadı!

İlk haberi 27 Kasım 1950'de saatler 13.00'ü gösterirken BBC Radyosu verdi; Türk Tugayı düşman tarafından tamamen imha edilmişti. Akşam saatlerinde Amerika'nın Sesi Radyosu'nun spikeri ağlayarak, Güney Kore, A.B.D. İngiltere ve diğer birliklerin bozguna uğramış hâlde çekilmekte olduğunu haber verirken, “ümit verici tek nokta Türk Tugayı'nın komünist topçusunun ağır ateşi altında mevzilerini halen muhafaza etmekte olmasıdır” dedi. Bu son haberdi.

Hem B.M.nin Tokyo'daki karargâhında hem de Kore'de kuvvetlerimizin bağlı olduğu 8. Ordu Komutanlığı'ndaki haritalarda, Türk Tugayı'nın üzeri çarpı işaretiyle kapatılmıştı. Fiilen imha edilmiş olarak görülüyorduk. Ta ki Türk Tugay'ının komutanı Tahsin Yazıcı ilk telsiz anonsunu yapıncaya kadar! Anons şöyleydi: Çemberi yardım! Cephane, ekmek gönderin, görev verin!  

Bütün Dünya ayağa kalktı! Türk Tugayı, kendisi dışında tüm ülkelerin ordularını kızgın tavaya konmuş tereyağı gibi eriten ve yüz binlerce askerden oluşan deniz gibi bir orduyu kıra kıra başkent Pyongyang'a girmişti. Çin Ordusu tarafından üç defa çembere alınmışlar ama hepsini darmadağın etmişlerdi. Karşılarında savaşacak düşman kalmayıncaya kadar ne yakınmak için ne de bir yardım istemek için telsizlerinden tek bir anons geçmemişlerdi. Radyolar, televizyonlar, gazeteler, askerler savaş tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu durumu yorumlamaya çalışıyorlardı. Batılı gazeteler, uzmanlar Ankara ve İstanbul'a doluştular. Bunlar çok özel, insanüstü gizli birlikler değil miydi? Nasıl yani; askerlik yapan sıradan çocuklar mıydı? Ordumuzun kalan kısmının da bu şekilde savaşabileceğini mi söylemek istiyorduk?

 İnşâAllah haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.