13 Kasım 2016

Komünizm, Kapitalizmin en gelişmiş halidir!

Yazımın başlığını okur okumaz, hemen “bu ne saçmalık” diyen, bazı arkadaşlar olacaktır. Zira birbirine zıt gösterilen bu “farklı” iki sistem nasıl olurda, böyle mantıksız bir şekilde aynı kefeye konulabilir?! Evet, bu sözleri bazı arkadaşlardan duyuyorum.

Kapitalizmde, rakiplerini alt edip bütün piyasayı ele geçirme gayreti güden şirketler, “maksimin kar” hedefiyle birlikte, acımasızlaşarak, çalışanlarını ve müşterilerini sömürmekte ve doğal kaynakları umarsızca yok ederek, hızla büyüme trendini sürdürmektedirler. Bu acımasız savaş ortamında güçlü olan ayakta kalır. Güçsüz olanların yok olması ise, sistemin doğasının bir gereğidir. Bu sürecin aksamadan devem ettiğini düşünürsek, x zaman geldiğinde, bir şirket rakiplerini alt ederek bütün piyasaları ele geçirecek ve kendi hâkimiyetini sağlayarak, tek kalacaktır.

Komünizm de ise bu süreç kısaltılmış, tüm piyasayı tek bir yönetim “komünist parti” bir devrim ile ele geçirivermiştir. Nihai hedefe yani kapitalizmin son noktasına, en baştan, kestirme bir yolla ulaşılmıştır. Sonuç aynıdır. Tüm piyasaya hâkim tek bir güç.  Rekabet yok, vergi yok, hammadde maliyeti v.b. yok, hatta müşteri memnuniyeti, ürün çeşitliliği ve kalitesi tamamen bu gücün tercihinde. Kapitalizm henüz en gelişmiş haline ulaşamamış olsa da, ulaştığında ortaya çıkacak sistem komünizmle aynıdır. Şimdi bazı arkadaşlar diyorlar ki tek bir fark var. Komünizm halk içindir. Halkın mutluluğu için vardır. Halkını sömürmez. Teoride ve propaganda çalışmalarında öyle bir algı oluşturulmuş olabilir. Baktığımızda, kapitalist şirketlerde hedeflerinde, müşterilerinin mutlulukları ve memnuniyetleri için çalıştıklarından bahsederler. Aslında şirket yönetimi vicdan sahibi ise, bu hedeflerinde samimi davranırsa neden olmasın? Komünizmin “iyi zengin yoktur” fikrine giden sermaye ve zengin düşmanlığını da, ayrıca tartışmak gerek. Çünkü bugün için, maalesef az da olsa, işçisiyle beraber yemek yiyen, alın teri kurumadan hakkını fazlasıyla vermeye çalışan, şirket sahipleri de olabiliyor.

Komünizmin tarihine baktığımızda ise, devleti idare eden tüm kaynaklara sahip,  komünist parti yöneticilerinin, hiçte halk için çalışmadıklarını görüyoruz. Eşitliği, adaleti, halkların mutluluğunu değil, sadece kan ve gözyaşını görüyoruz. Süslü söylemler, teoriler, ajitasyonlar sadece laflarda kalıyor. Sovyet Rusya'nın komünizm yıllarının bilançosu 20 milyon ölü ve bu sadece Stalin dönemine ait değil. Mao'nun Çin komünizminde ise 50 milyon ölü var. En kötüsü ise Kamboçya, 9 milyon nüfusun 3 milyonu komünist halk mahkemeleri tarafından idam edilmiş. Bu rakamlar diğer komünist zulümleri de ilave edince 100 milyonu buluyor.

Kötünün karşısında iyi bir güç arayan insan vicdanı, rehberi İslam olmayınca, kötünün karşısında iyiyi oynayan, diğer kötülerin müşterisi olabiliyor.

Geçtiğimiz yüzyılın en başarısız deneyimi kabul edilebileceğimiz Sosyalist, Komünist ideolojiden durduk yere neden bahsediyorsun, ne gerek var? diyenler olabilir.

Bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir olduğu bir zamanda yaşıyor olmamıza rağmen, Komünizme, Sosyalizme sempati duyan ve neredeyse namusu gibi savunan milyonların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ve bu insanların yüzde doksan beşinin, Das Kapital den haberi bile yok. Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmedikleri fikir ve sistemleri takım tutar duygusallığı ile kimlikleri ve kişilikleri haline getirebiliyorlar. Bir Che muhabbeti olunca, bunu gördük mesela. Hala birçoklarının gözünde kahramanlaşmış bir eşkıyadır bu adam.

Günümüzün sol, sosyal demokrat fikirlerinin de aynı kaynak ve teorisyenler tarafından süreçlerin seyrine göre üretildiklerini de, unutmamak gerek. Bugün bu fikirdeki partilerin, komünist faşist pkk örgütü ve uzantılarına destek politikalarını arttırmalarının sebebi de, bu fikir kardeşliğidir diyebiliriz.

Yani bilginin yaygın olması ve kolay ulaşılabilmesi, nesillerin ufkunu açmıyor. Tersine yoğun bir bilgi kirliliği var. Ve kişiler bu bilgi yığınları içinde tercihlerini yaparlarken akıllarıyla değil; öfke, heyecan, imaj belirleme, çevrelerinin tercihlerine adapte olma gibi duygularla karar verdiklerini anlıyoruz.

Normal durum söz konusu olsaydı, yani insanları duyguları değil, akılları, bilinçaltı ve önyargıları değil, bilinçleri yönetmiş olsaydı; bugün komünizmden de, Che eşkıyasından da, Lozan hezimetinden de, bu kadar kuru gürültü çıkmaması gerekirdi.