04 Mart 2016

Kötülüğün muğlaklığı

İçinde yaşadığımız modern zamanların en belirgin özelliği hiç kuşkusuz hızının yüksekliği, bizleri büyük bir hızla dönüştürmesidir. Kimilerinin en başından beri bir “yabancılaşma olarak tanımladığı bu dönüşüm, tekniği/teknolojinin giderek güçlenmesi sonucu hayatımıza sürekli daha fazla, yeniden ve aykırılıklarını hissettirmeden girmesiyle muğlak, fakat bir o kadar da hâkim bir hal aldı.

Bilgisayar, internet, akıllı telefonlar ve sosyal medya gibi araçlar küreselleşmeyi kültürel düzlemde dünyaya giydiriyor. Yalnızca, 2015 yılını kasıp kavuran, fakat yeni yıla geçiş yapamayan “selfie çılgınlığı” bile bir vakıa olarak çok şey anlatıyor.

Pek çoğumuzun gülümseyerek, eğlenerek dâhil olduğu bu son dönem alışkanlığı muzafferce girdiği toplumumuzdan (en azından kitlesel çılgınlık boyutuyla) sessizce ayrıldı. Selfie çubuğu diye bir dert bile ortaya çıkmıştı oysa. Caddeleri, mağazaları dolduran bir dert.

Bir şişeden dökülür gibi geldi, geldiği hızla terk ederken insanlarda enaniyetin kederini bırakıyordu. Sosyal medyanın bize, bizim varlığımıza getirdiği “yenilik”lerin sonuncusu olmayacak muhtemelen.  Gerçek dünyanın soyutlaştığı, sanal dünyanın tek gerçek dünya olarak dayatıldığı ve algılanmaya başladığı bir hayat kurgulanıyor.

Yaşantımıza baş döndürücü bir hızla giren “yeni” davranışları bu hızın büyük etkisi sebebiyle sorgulamaktan uzak bir duruma düşüyoruz. Sorgulanamayan her söz ya da davranış mesnedi olmayan kalıplara dönüşüyor ve daha da sorgulanamaz hale geliyor. Giderek daha da ihtiyaç halini alıyor hatta.

Önce varlığımızı kanıtlamamız için sosyal medyaya dâhil olmaya mecbur edildik. Elbette ilk bakışta gerekçemiz bu değildi.  Daha sonra ise, bu mecraların işleyişine ve diline uyum sağlamak zorunda kaldık.

Sosyal medyada sürdürülen tartışmaların, sosyal medyanın imkânları ölçüsünde bolca hakaret içeren çatışmalara dönüşmesi, bir gereklilik olarak görülüyor artık. Buna katılmazsanız, dışarıda kalmanızla yetinilmiyor, suçlamalarla karşılaşıyor ve nihayetinde bir tarafa ait olmakla yaftalanıyorsunuz.

O tarafa ait olup olmamanız önemli değil, bir kere sizi sınıflandırmışlardır ve raflardaki yerinizi alırsınız. Âdâbın, saygının yerini linç edici saldırganlık alıyor. Mademki görüntülerin, imajların hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz, o halde (kimileri için) güç açığa çıkmalı; ahlak ve edep değil. 

Elbette tepki gösterilmesi gereken bir takım olgularla da karşılaşıyorsunuz. Doğrusunu gösterme gibi bir sorumluluğu taşıyoruz. Bunu sosyal medyada dile getirmenin sorunsallığı bir tarafa, bayağı bir ifade tarzına dâhil olarak yapmamız isteniyor bizden.

Eşitlik sloganının insanlara dayattığı benzeşme, adi bir kültür doğuruyor. Aynı mecrada toplanan insanların oluşturduğu kültür havzası, erdemlerden müteşekkil bir hayat tarzına değil, özellikle gençlerde kötü alışkanlıkların normalleştiği, hatta ihtiyaç halini aldığı kontrolsüz bir kompozisyona dönüşüyor.

Kentleşme gibi internet ve sosyal medya da, eşitlik fikri üzerinden, hiç de yerli olmayan bir kültür üretiyor. Kötülüğün hiç de fark edilemeden hayatları biçimlendirdiği hızlı döngü, bizi başka insanlar yapıyor.

Ne diyordu Rilke: “İnsanları soylulukta eşitleyeme güç yetirilmediğinden, bayağılıkta eşitliyorlardı".