17 Kasım 2015

Küçük zaferlerle yitirilen adalet

Adalet ve emanet, tarihin bir idarede gördüğü en büyük ruh hareketlerindendir. Bunu sağlayan idareler insanî ve dinî asgari şartı karşılamış olurlar. Bir medeniyetin tarihi bu ruh hareketlerinin sürekliliği ile kutsalını tarihleştirir. Böylece prensiplerin hayalî değil gerçek olduğu zamanın sinesine bir abide gibi dikilir. Bu, bir medeniyet ve milletin hafızasında sonsuzluğa akıp giden süreçte devredilen bir ruh mefkûresi olarak sürer gider. Kudüs'ün bu manada medeniyetimiz ve Türk milleti adına öğrettiği önemli derslerden biri adalet ve emanete dair olanıdır. Kudüs adalet ve emanettir; Yahudiler için bile bu böyle olmalıdır.

Tarihi mefkûre ruhçu hareketlerin aydınlığından insanlığı selamet kıyılarına taşır. Kudüs'te İslam tarihinde yaşanan ötekine dair hareketler bu cümledendir. Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubî- Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim çizgisinde süregiden bir emannâme süreci bize bunu öğretir. Her biri büyük fatih olan bu zevatın buradaki uygulamaları başka bir medeniyet dersidir. Bugün İsrail'in bırakın insanları ağaçlardan bile esirgediği merhamet o dönemde asırlar boyunca Kudüs semalarından göklere ve yerlere doğru amudi anıtını tarihin hafızasına dikmiştir. Kudüs gönüldür ve merhamettir; o gönülde Yahudilere bile yer olmalıdır. Kin ve ihtiras, İslam tarihi boyunca zaferin yanında hiç durmamıştır.

Kudüs fatihi Hz. Ömer 7. asırda Kudüs ahitnâmesini patrik ile birlikte imza etti. Hz. Ömer tarafından Kudüs halkına verilen bu ahitnamede şu hükümler yer almaktaydı:

"Bismillahirrahmânirrahim, Bu, Allah'ın kulu, mü'minlerin Emiri Ömer'den İliya (Filistin) halkına verilen emandır. Halife, bu emanı onlara canları, malları, kiliseleri, haçları, hastaları, sağlamları ve diğer dindaşları adına vermiştir. Kiliselerde oturulmayacaktır. Bu kiliseler ile kiliselere ait eşyalar, onların haçları, yıkılmayacak ve mallarını azaltamayacak. Onlar inançlarından dolayı aşağılanmayacak ve onlardan birisi zarar görmeyecek.” Kurucu bir zihin Peygamberin izinde zamana üslubunu nakşetmekteydi.

Haçlı işgali sonrasında Kudüs'ün ikinci fatihi Selahaddin Eyyûbi'nin 12. asırda vermiş olduğu ahitname maddelerinden birinde “Kamame Kilisesi Hz. Ömer'in fermanı gereği Hıristiyanların elinde kalacak” denilmekteydi. Bir büyük mefkûre asırlara yenilmemiş ve merhamet gücü yenmişti.

15. asırda, İstanbul'un fatihi, Fatih Sultan Mehmed'i kutlamak isteyenler arasında Kudüs'ten giden Rum patriği Atnasyos'ta vardır. Fetih'e gelerek önceki İslam büyüklerinin Kudüs halkına bahşetmiş oldukları fermanları göstererek Fatih Sultan Mehmet'ten bu hakların devamını sağlayacak bir ferman istemiştir. Fatih Sultan Mehmet bunun üzerine patrik Atnasyos'a bir ferman vermiştir.

“Allah'ın izni ve Resul-ü Ekrem efendimizin hürmeti ile Kostantiniyye (İstanbul) şehri feth olunduğunda, her taraf ve kesimden şahlar, krallar ve devlet adamları devlet merkezi İstanbul'a gelip, fethi tebrik ettikleri günlerde, Kudüs-ü şerifte bulunan Rumların Patriği Atnasyos ismindeki rahip de kendi arzularıyla İstanbul'a gelip tebrik ve saygılarını sundu. Ellerinde bulunan ve Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav), Hz. Ömer (ra) ve önceki İslam hükümdarlarının kendilerine vermiş oldukları imzalı, mühürlü fermanları göstererek; bu fermanlarda bulunan hakları bulundukları yerlerde ayniyle sahip olarak tasarruf etme haklarının devamını bizden de rica etti… Şimdi Hz. Peygamber (as), Hz. Ömer (ra) ve geçmişteki hükümdarlar (Sultanlar, Selahaddin Eyyûbi) tarafından tasdikli fermanlarla ihsan edilen haklar, benim tarafımdan da tasdiklenerek fermanım olmuştur.”

Adalet, merhamet ve eman Türk asırlarında da medeniyet hafızasında kaybolmamıştı.

Mısır-Suriye fatihi Yavuz Sultan Selim'in burada 16. asırda Hıristiyanlara vermiş olduğu ahitnamesinde “Hazret-i Ömer (R.A.) Hazretlerinin olan Ahidnâme-i Hümayun ve merhûm melik Selâhaddin zamanından beri verilen evâmir-i şerifeler mûcebince zabt ve tasarruflarında olan Kamame ve Beytüllahım mağara ve şimal tarrafındaki kapu ve kenise-i kübrâları, Mar-Ya'kub ve Deyrü'z Zeytun ve Habsü'l-Mesih ve Nablüs ve keniselerine tâbi' hem-milletleri olan Habeş ve Kıbtî ve Süryanî milletleri, Mar Ya'kub keniselerinde mütemekkin olan Ermeni patrikleri tarafından zabt ve tasarruf olunup âher milelden min ba'd bir ferd müdâhele ettirilmemek babında bu Nişân-ı Hümâyûn-ı saâdet-makrûnımı verdim” yaklaşımıyla Yavuz, Romen Diyojen'e alicenaplığı öğreten Alpaslan'dan bir nida olur Kudüs'te. Hz. Ömer'in sadası olur, Selahaddin'in yoldaşı ve Fatih'in kutlu evladı.

Harp, akabinde adaletin ruh hareketleri zuhur edecekse kutsal olur. Nurettin Topçu, “Medine'den Malazgirt'e orada büyük fethin beldesine uzanan ruhu çiğnedikten sonra Süleymaniye'nin eşiklerinde zevki Kâbe yapan hasta sinirler harbi istiyor. Güneşin sultan olduğu toprakları ter ederek, Haçlıların varoşlarında viski düellosuna koşan, kalplerinde Hacı Bayram'ı kovduktan sonra sahne sanatçılarına gönüllerinde taht kuran ulu ecdadın bugünkü çocukları harbi istiyorlar. Harbi önleyecek kuvvet, aşk ile merhamettir. Onların bulunmadığı dünyada harp daima beklenecektir” derken acaba dört yanımızı ateşlerin sardığı savaş tamtamlarının çalındığı bu günlere ne anlatıyor?

Bugün küçük zaferlerle başı dönen insanımızın bu büyük fatihlerin ahlakını yeniden anlaması zamanı gelmedi mi? Hörmetin, merhametin medeniyetinin çocukları daha ne kadar zaman birbirini kıymaya devam edecek? Düne kadar tarihe ruhun zaferlerini tanıtan bir milletin çocukları şimdi hangi kuyularda Yusufculuk oynamaya devam etmektedir. İnsana adalet ve emanet vaad etmeyen hiçbir zafer zamanın adil hükmünden azade kalamayacaktır. Kudüs kâinatın dileğini kendi dileği yapıp aşkla müstağni kalıp sonsuzluğa istinat edenlerin dersini anlatırken biz hangi kin ve öfke davasının peşindeyiz. Akif'in mısralarındaki inleyişle;

Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dini; 
O yerin gökten inen dini, hayatın dini? 
Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek? 
Müslümanlık mı dedin? ... Tövbeler olsun, ne demek!

 

Kudüs'te vuslatın şartı mazinin büyük ruh hareketlerinin temadisidir...