05 Temmuz 2017

Kültür A.Ş’den bir kültür hazinesi ‘İstanbul ve Boğaziçi’

Harf İnkılabı'ndan kısa bir zaman önce Osmanlı harfleriyle yayımlanan İstanbul ve Boğaziçi, Kültür A.Ş. tarafından Latin harflerine çevrilerek yeniden yayımlandı.

İlk cildi 1920'de Maarif-i Umumiye Nezareti, Telif ve Tercüme Dairesi yayını olarak basılmış olan, ikinci cildi ise Cumhuriyet döneminde 1928'de yayımlanan eser, otoriteler tarafından İstanbul tarihine ilişkin Türkçe kaynaklar arasında Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden sonra en değerli eserlerden biri olarak kabul ediliyor.

İstanbul'un tarihi hakkında en hacimli bilgileri veren yerli kaynak niteliğindeki 826 sayfalık eser, 8500 yıllık kentin milattan sonraki tarihine ışık tutuyor. Bizans döneminden başlayarak 1920'lere kadar İstanbul'da yaşanan olayları, kentte dilden dile dolaşan efsaneleri ve kentin kültürüne, mimarisine, mahallelerine, meşhur simalarına dair ayrıntıları geniş ve kapsayıcı bir perspektiften nakleden Mehmed Ziya Bey'in eserinde, İstanbul'un topografyasına dair pek çok bilgi bulmak mümkün. Eski resimler, gravürler ve fotoğraflarla süslenen eserde yer alan her fotoğraf tarihî birer belge özelliği taşıyor. 

 

İstanbul'un Mıntıkaları ve Surları

 Tek ciltte toplanan iki kitaptan Birinci Kitap, sekiz bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, İstanbul'un Bizanslılar dönemindeki kuruluşundan başlayan bir girizgâh iken, ikinci bölümde şehrin on dört mıntıkası ve ayrıca Aya Scala Kilisesi -sonraki adıyla, Toklu İbrahim Dede Mescidi- ve Ayos Nicolas ve Ayos Priscus Kilisesi -sonraki adıyla, Toklu İbrahim Dede Türbesi- hakkında geniş malumat yer alıyor. Kitabın üçüncü bölümünde Théodosius Surları ve şehrin Batı yakasındaki diğer hâkim mevkiler, mülkî ve askerî kapılar, Topkapı civarındaki Harbî Mescidi, İstanbul'un Araplar tarafından kuşatılması, İstanbul'un Osmanlılar tarafından kuşatılması ve nihayet Fatih Sultan Mehmed ile Kayser Emanuel'in Beşiktaş'taki görüşmesine dair tarihî bilgilere yer veriliyor. Dördüncü bölümde Yenibosna (Hebdemon) ve Ayvansaray (Vlaherna) semtlerinin topografyası anlatılıyor. Beşinci bölümde İstanbul'un surlarının genel tarihçesinin yanı sıra deniz tarafındaki surlardan Isaac Angelos Kulesi'nin tarihçesi ve eserin yazıldığı devirdeki durumu, Anemas Kulesi'nin tarihçesi ve Anemas Hapishanesi hakkında Mehmed Ziya Bey'in gözlemleri, Vlaherna Şatosu ve Bizans surlarının Osmanlılar zamanındaki tamiri hakkında önemli bilgiler yer alıyor. 

 

İstanbul'un Kapıları

Birinci kitabın altıncı bölümünde İstanbul'un kapıları ele alınıyor ve bu bağlamda Demirkapı, Topkapı, Bahçekapısı, Balık Pazarı Kapısı (Porta Peramatis), Zindan Kapısı olarak da bilinen Gemiler Kapısı (Porta Caraviôn), Odun Kapısı (Xyloporta), Vlaherna Kapısı (La Porte des Blachernes), Gyrolimme Kapısı, Ayazma Kapısı, Unkapanı Kapısı (P. Platea), Cibali Kapısı (La Porte aux Verres), Bâbü'l-azîz olarak da bilinen Ayâ Kapısı (Porte de Ste), Yeni Kapı, Petrion Kapısı (Porte de Pétrion), Fener (Bacilica Porta), Balat Kapısı (Porte du palais, Porte Palatienne), Ayvansaray Kapısı, Edirnekapısı (Myriandron, Polyandron), Eğrikapı anlatılıyor. Daha sonra Marmara sahilindeki kapılar, yani Narlı Kapı (Porte Aya Yannis Studion), Samatya Kapısı (Psamathus ou Psomathia), Davutpaşa Kapısı, Kumkapı, Arslan Kapısı, Çatladı Kapı, Ahırkapı sırasıyla ele alınıyor. Hemen ardından Anadolu sahiline nazır surların kapıları inceleniyor. Bu bölümde ayrıca Kayıkhane Ocağı, Sinan Paşa Köşkü, Rüstem Paşa Camii mevkii, Yeni Cami mevkii, Hamidiye Türbesi mevkii, Hamidiye İmareti, Hamidiye Medrese ve Kütüphanesi ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor. Bu bölümde son olarak Kostantiniye'de fetihten çok önce yerleşmiş olan Latin milletlerin tarihçesine yer veriliyor. Yedinci bölümde İstanbul'un Marmara sahilindeki limanları ve Boucoléon Limanı (Le Port de Boucoléon) ele alınıyor. Son bölüm olan sekizinci bölümde ise Marmara Denizi sahilindeki surların civarındaki mahalleler topografik özellikleriyle birlikte anlatılıyor. Bu bölümde ayrıca Ayos Lazaros Kilisesi'ne dair bilgiler veriliyor.

 

İstanbul'un Bizanslılar Zamanındaki İhtişamı

 Tek ciltte yer alan iki kitaptan İkinci Kitap, yedi bölümden oluşuyor. Birinci bölümde yazar, İstanbul'un Bizanslılar zamanındaki revnak ve ihtişamı üzerine odaklanırken, ikinci bölümde şehrin merkezindeki sokaklar ve binaların yanı sıra Revânî Çelebi'nin ve Payzen Yusuf Paşa'nın mezarları hakkında da malumat veriyor. Üçüncü bölümde Bizans imparatorlarının ve ahalisinin resmî ve toplumsal hayatları ele alınıyor; imparatorların yaşantısı, merasim kültürü, ruhban sınıfın ve askerlerin giyim kuşam tarzları, Bizans toplumunun yemek kültürü, sanayi ve ticaret hayatı, aile hayatı ve çocuk terbiyesi anlatılıyor. Dördüncü bölümde Ayân Sarayı yani Senato (Le Palais du Sénat), Tekfur Sarayı (Palais de Bélisaire), Théodosius Sarayı, Saray-ı Kebîr-i Kayserî (Grand Palais), Saray-ı Mukaddes (Palais Sacré), Tekfur Sarayı ve Blacherna Sarayı gibi Bizans sarayları hem tarihçeleri hem de estetik hususiyetleri bakımından ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. Bu bölümde ilaveten Tarihî Çeşme, İvaz Efendi Camii, Blacherna'nın Panaia Kilisesi ve Ayazması, Ayasofya Meydanı (Le Forum Augustéon), Kostantin Sütunu, Atmeydanı (Hipodrom) ve civarının tarihçesi, antik güzellikleri ve arazideki dikilitaşlar hakkında bilgilerin yanı sıra Kostantin'in hayatı ve kişiliği hakkında bilgiler sunuluyor.

 

İstanbul'daki Bizans ve Osmanlı Sarayları

 İkinci kitabın beşinci bölümünde İmparator'un sarayı, Daphnè Sarayı, Triclinus ve On Dokuz Yatak Mahkemesi (Delphacs), Saray-ı Mukaddes (Pale sacrè), Büyük Saray'ın sınırları, Aya Clemen Kilisesi, Magnaura Sarayı ve civarı, Chriso Triclinus ve civarı, Vélum, Lausiacos, Fener'in Meryem Ana Kilisesi, Triconque, Kéneurion, Yeni Kilise gibi önemli binalar hakkında detaylı bilgilere yer veriliyor. Bu bölümde ayrıca Fener Kilisesi, Kudüs-i Şerif Patrikhanesi Kilisesi, Tur-i Sina Kilisesi, Balıklı Kilisesi ve Meryem Ana Pınarı, İbrahimîler Manastırı ve Belgrad'daki Aya Meryem Kilisesi gibi İstanbul'da halen mevcut bulunan Rum kiliseleri de ele alınıyor. Altıncı bölüm hususi olarak Eyüp kasabasına ayrılmış. İkincikitabın son bölümü olan yedinci bölümde ise İstanbul'daki su kaynakları, Davutpaşa, Alibeyköy, Kağıthâne ve civârı, Sütlüce kasabası, Hasköy, Aynalıkavak Kasrı, Galata'nın kapıları, Tophane Çeşmesi, Fındıklı, Dolmabahçe, Beşiktaş, Beşiktaş Mevlevihanesi, Sultan III. Selim'in Beşiktaş sahilindeki yazlık sarayı, Defterdar Burnu'ndaki Hatice Sultan Sarayı, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek karyesi, Bebek Kasrı ve Rumeli Hisarı topografik ve tarihî özellikleri bakımından yakından inceleniyor.

 

Bir Kültür Tarihi Araştırmacısı: Mehmed Ziya Bey

 İtibarlı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Mehmed Ziya Bey, 1866 (veya 1867) yılında İstanbul'un Süleymaniye semtinde doğdu. Babası, Evkaf-ı Hümayun Müdürü Osman Vasfi Efendi'dir. Dedesi, Rikab-ı Hümayun peyklerinden Eyyubî Hafız Mehmed Arif Ağa, büyük dedesi ise saray ağalarından İsa Ağa, onun babası da Baltacılar Kethüdası İsmail Ağa'dır. Annesinin sülalesi bir taraftan Kastamonulu Ahmed Efendi adlı birine, diğer taraftan Amasya'nın Mecitözü kazasından Kadızadeler ailesine dayanır. İlk öğrenimini Hamidiye Sıbyan Mektebi'nde yapan Mehmed Ziya, Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'ne devam ederek buradan 1886 senesinde mezun oldu. Galatasaray Lisesi'nde öğrenci olduğu yıllarda Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Liseden sonraki yüksek tahsilini Mekteb-i Sanayi-i Nefise'de sürdürdü ve buradaki öğrenimini de 1889 yılında tamamladı. Resim çizmedeki başarısını biraz da bu okuldaki tahsiline borçlu olmalıdır. Sanayi-i Nefise Mektebi'ndeki öğrenciliği sırasında Maliye Nezareti'nde memuriyete başladı. 1889'da Gümülcine İdadisi'nde öğretmen oldu; ardından Edirne, Tekirdağ, Halep, Konya, Bursa ve Midilli İdadilerinde görev yaptı. İstanbul'da Mahmudiye Rüştiyesi ile Vefa, Nümune-i Terakki ve Mercan idadilerinde dersler verdi, idarecilik ve müfettişlik görevlerinde bulundu. Ayrıca bir süre İstatistik İdaresi'nde de çalıştı. 

 1911'de İstanbul'un tabii güzelliklerini ve tarihî eserlerini tanıtmak ve korumak amacıyla İstanbul'da bulunan Fransa elçisinin eşi Madame Bompard'ın öncülüğünde kurulan İstanbul Muhipleri Cemiyeti'nin idare heyetinde yer aldı, cemiyetin faal mensuplarından biri oldu. 1917'de kurulan Muhafaza-i Âsâr-ı Atika Encümen-i Daimîsi'ne seçildi. Encümen'in, bugünkü Arkeoloji Müzesi'nde yer alan arşivinin oluşturulmasında büyük gayretleri görüldü. Mezar taşlarına varıncaya kadar birçok eser hakkında ayrıntılı notlar tuttu, tarihî eser fişlerinin pek çoğunu bizzat hazırladı. Bazı kitabelerin kopyasını aldı, kimilerinin fotoğraflarını çektirdi. Bugün çoğu kaybolan bu eserler hakkında Mehmed Ziya Bey'in tuttuğu kayıtlar birer vesika değerini taşımaktadır. Tarih-i Osmanî Encümeni, Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Heyeti gibi komisyonlarda da görev alan yazar, bu görevleri vesilesiyle İstanbul'un tarihî eserlerini yakından tanıma ve inceleme fırsatı buldu. Mehmed Ziya Bey'i İstanbul'da meşhur eden asıl faaliyeti ise, zor şartlarda halkın moralini düzeltmek ve kendine güvenini arttırmak için Türk tarihinin önemli olaylarının yıldönümlerinde veya kişilerinin ölüm yıldönümlerinde ihtifaller düzenlemesi ve bu toplantılarda konuşmalar yapmasıydı. “İhtifalci” lakabı da buradan gelmektedir. Mehmed Ziya Bey, 27 Mart 1930 tarihinde İstanbul'da vefat etti, cenazesi Eyüp'te bulunan Dedeler Kabristanı'ndaki aile mezarlığına defnedildi.

 Mehmed Ziya Bey'in edebî bir üslûp ve ilmî bir anlatımla kaleme aldığı kitap, İstanbul'daki Bizans ve Osmanlı şaheserlerine dair zengin bilgi ve görsel malzeme içeriyor.

 

BİR KÜLTÜR ELÇİSİ: ŞAİR MEVLÜT CEYLAN

Yaşamlarını yurtdışında sürdüren ve başarılı çalışmalarıyla bizlerin gururu olan çok sayıda vatandaşımız var. Kimisi başarılı bir sanayici. Bazısı  iyi bir doktor. Bazısı ödüllü bir sanatçı. Örnekleri çoğaltmamız  mümkün.  Mevlüt Ceylan abimizi ise anlatmak kolay anlatmak kolay değil. Ona sadece öğretmen demek çok eksik olur. Sadece Şair demek de yetersiz kalır. İnanın o ülkemizi Londra'da bir kültür elçisi gibi temsil ediyor. Öğretmenlik yapıyor. Güzel şiirler yazıyor. Sevilen şairlerin şiirlerini İngilizceye çevirip basıyor. Bir derdi var Mevlüt hocanın. Şiirimizin, şairlerimizin edebiyatımızın dünyada tanınması için büyük mücadele veriyor hocamız. 

1979 yılından bu yana Londra'da yaşayan Mevlüt Ceylan İngiltere'de, Türk şairlerin şiirlerine yer verdiği Core isimli bir dergi çıkararak Cahit Zarifoğlu, Arif Ay, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt ve Asaf Halet Çelebi gibi şairlerin eserlerini İngiliz okuyucu ile buluşturdu. Ceylan, iki Türk Antolojisi de hazırladı.  Mevlüt Ceylan ayrıca James Joyce'un Oda Müziği, RD Laing'in Çocuklarla Konuşmalar adlı eserlerinden seçmeleri Türkçeye çevirdi.  Öte yandan pek çok şair yanında Mahmud Derviş, Faiz Ahmed Faiz, Marvin X, Imamu Amiri Baraka, Kobi Nazrul Islam gibi isimlerin şiirlerinden yaptığı çeviriler, Türk edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır.

 Şiirde kurallardan ve makbul görülmekten öte, mesaja ve dünya görüşüne önem verdiğini söyleyen şair, çevirilerinde de bu anlayışa göre hareket ettiğini söylemekten çekinmiyor.

Mevlüt Ceylan Core Dergisi'ni çıkarmalarının sebebini şu şekilde açıklıyor:

“Core Dergisi'ni çıkartma amac aslında, yıllardır Türk edebiyatını batıda tanıtma çabaları sınırlı. Talat Arman'ın çevirileri var, içinde bulunduğu konum itibariyle, üniversitede hocalık yaparken yaptığı çeviriler, her türden, oyun olsun, roman olsun, bir sürü çalışmaları var. Talat Bey'in dışında bir Nilgün Menemencioğlu'nun Türk Şiirleri Antolojisi var, bir de ufak tefek, sağda solda yayınlanmış, şiir ağılıklı Türk edebiyatı çalışmaları vardı, üniversite çevrelerinde yapılan çalışmalar vardı. Ancak bunların çokları okuyucuya ulaşmıyor ve sınırlı çalışmalardı.

Buradaki amaç, özellikle benim niyetim, bir kültür köprüsü oluşturmak, farklı dünyanın düşüncelerini, şairlerini -öncelikle şairlerini, daha sonra romancısını, oyun yazarını- içine alan kapsamlı bir dergi çıkartmayı amaçlıyorduk. Hikayeci, şair Feyyaz Kayacan ile birlikte karar verdik, dergiyi çıkarttık. Üç sayı ancak çıkartabildik ama bu üç sayı oradaki önde gelen dergiler arasında dergimizin yer almasını sağladı. Oldukça yankı buldu, özellikle Türkçe şiir ağırlıklı bir dergi oldu. Bu üç sayının sonunda bir Modern Türk Şiiri Antolojisi çıktı, yayınlandı. Son dönemdeki Türk şiirini tanıtan, çok güzel, nefis çevirilerin olduğu bir antoloji oldu. Böyle bir katkısı oldu yani.”

 

 AZMİ ENGELİNİN ÖNÜNE GEÇTİ

Çocukluğunda geçirdiği kaza sonrası sağ elini kullanamayan 62 yaşındaki Samiye Aksan, emekli olduktan sonra sol eliyle hat yazmayı öğrenip Kur'an-ı Kerim'i 9 ayda tamamlayarak engellerin azmin önüne geçemeyeceğini herkese gösterdi.

Aldığı eğitimle kendini geliştiren Aksan, geçen yıl Kadir Gecesi başladığı hat sanatıyla Kur'an-ı Kerim yazma işini yine Kadir Gecesi tamamlayarak azmin her türlü engeli aşabileceğinin en güzel örneğini oluşturdu.

Kadir Gecesi başlayıp Kadir Gecesi bitirdi

Kadir Gecesi Kur'an-ı Kerim'i yazmaya başladıktan bir süre sonra cesaretini kaybettiğini, 3 aylık aranın ardından yine bir Kadir Gecesi'nde sabah ezanı okunurken çalışmasını bitirdiğini aktaran Aksan, "Böyle çok güzel bir tevafuk oldu. Son noktayı koyduktan sonra Hasan Çelebi hocamı arayıp müjdeyi verdim. Sonradan bir yere verdiği röportajda ‘Samiye Hanım'ın kendisine söylemedim ama ben o kadar mutlu oldum ki, oturdum şükür namazı kıldım. Hem ağladım hem de şükredip dua ettim böyle bir şeye vesile oldum diye' şeklinde konuşmuştu. Ben de o gece sabah namazımı kılıp, hatim duası yaptım Kur'an'ı bitirdiğim için. Uzun zaman sonra ilk kez gönül rahatlığıyla başımı yastığa koyup uyuyabildim." diye konuştu.

Çamlıca Camisi için 36 kadın hattat bir araya geldi

Samiye Aksan, hattat Hasan Çelebi'nin talebiyle yapımı devam eden Çamlıca Camisi için 36 kadın hattatın bir araya gelerek Kur'an-ı Kerim yazdığına dikkati çekerek, "Kimisi noktasını, virgülünü koydu, kimimiz bir cüz yazdı. Kimimiz 1 sayfa, kimimiz 10 sayfa yazdı. Hepimizin bir emeği var. Şimdi Kur'an-ı Kerim'in tashih ve tezhip çalışmaları yapılıyor. Nasıl bir çalışma olduğunu biz de ciltlendikten sonra göreceğiz." dedi.

 

SURİYELİ MÜLTECİLERİN BELGESEL FİLMİ “İKİ MİLYON”

Ülkelerindeki savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan Suriyelilerin dramını anlatan "İki Milyon" isimli belgesel film, Kanada'nın Toronto kentinde yapılacak "ReelHeART Uluslararası Film ve Senaryo Festivali"nde yarışacak.

Başta Suriyelilerin barınma, eğitim ve kimlik konularında hayata yeniden tutunma çabaları olmak üzere konuyu tüm boyutlarıyla ele alan belgesel 3-8 Temmuz tarihlerinde Toronto'da sinemaseverlerle buluşacak ve "En İyi Belgesel" dalındaki yarışmada yer alacak.

Belgesel Filmin yapımcılığını ve yardımcı yönetmenliğini Derin Baratka, müziklerini Ömer Faruk Çeven, proje sanat terapistliğini Selin Yazar, yönetmenliğini ise Onur Mehame üstlendi.

 

Belgesel Filmin geliri Suriyeli Çocukların

Yapımca Derin Baratka, yaptığı açıklamada, Suriyelilerin sorunlarının çok ciddi olduğunu ve bunları sanat yoluyla tüm dünyaya göstermek istediklerini söyledi.

Türkiye'nin dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olduğunu belirten Baratka, "Suriyeli sığınmacıların, çocukların sorunları gerçek. Dünyanın çözmesi gereken bir sorun var ortada. Bu konuda Türkiye yalnız bırakıldı." dedi

Belgeselin çekimlerini geçen yıl kasım ayında İstanbul'da yaptıklarını kaydeden Baratka, bu aşamada sanat malzemeleriyle Suriyeli çocuklara biraz da olsa neşeli anlar yaşattıklarını anlattı.

Baratka, "Biz sanatla elimizden geleni yaptık. Umarım göndermek istediğimiz mesaj başka ülkelere ulaşır." diye konuştu

Belgeselin bir sosyal sorumluluk projesi olduğunu aktaran Baratka, elde edilecek gelirin Suriyeli çocukların eğitimine harcanacağını sözlerine ekledi.

 

‘SARI SICAK' MOSKOVA'DAN ÖDÜLLE DÖNDÜ

 

  1. Uluslararası Moskova Film Festivali'nde "Sarı Sıcak" filminin yönetmeni Fikret Reyhan "en iyi yönetmen" ödülüne layık görüldü.

Festivalde, en iyi film ödülü Çin yapımı "Tepeli Aynak" filmine, jüri özel ödülü ise, Rus yapımı "The Bottomless Bag" filmine verildi.

İstanbul Film Festivali'nde en iyi film dahil dört ödül alan Sarı Sıcak filminin yönetmeni Fikret Reyhan, "en iyi yönetmen" ödülüne layık görüldü. Ödül töreninin ardından Fikret Reyhan duygularını, "Çok güzel bir organizasyon oldu. Türkiye'yi temsil etmekten mutluyum. Filmle ilgili tepkiler alıyorduk ama ödülü almak bizim için de şaşırtıcı oldu." ifadeleriyle dile getirdi.Başrollerini Aytaç Uşun ve Mehmet Özgür'ün paylaştığı ‘Sarı Sıcak', geleneksel göçmen bir ailenin farklı gelecek hayalleri kuran oğulları İbrahim'in hikayesini konu alıyor.