​Kum

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

Birilerinin, şeylerin kayıp gidişi… Ne kadar sık oluyor değil mi?

Kimi insanlar kayıp gidiyor hayattan. Kimileri el izleri bırakıyor abidevi birer mühür gibi, kimileri ayak izleriyle donatmış oluyor her yeri; kimilerini hatırlamak içinse özel çaba sarf ediyorsunuz. Ama biliyoruz ki her insan iyi ya da kötü, az veya çok bir iz bırakıyor. Bu köklere tutunarak hakikatin hüküm sürdüğü bir ardı sıra inşa etmeniz gerekiyor, sonrakiler o ardı sıralar üzerinden o köklere tutunmanın bir yolunu bulabilsinler diye. Tekil ve çoğul hayatların hatıralarını inşa ediyor kayıp gidenlerin izleri. Dünyada insan var olduğundan bu yana, bir arada olamasak da aynı inşanın parçası olduğumuzu biliyoruz. Hatıralar tarih oluyor; bazılarına efsane, bazılarına hurafe damgası vuruluyor. Kurallar belgesiz hiçbir hatıranın/tarihin kabul görmediğini söylüyor. Gün geliyor, yargıları değiştiren belgeler kabul görmüyor. İnsan kendi kurallarına bile sadakat gösteremiyor.

Kimi yıllar kayıp gidiyor elinizden. Hayatınızın bir devresinin önemini haizken o devre kapandığında aniden değersizleşenlerle doldurmuş buluyorsunuz kendinizi. O dönem, anlamını ve değerini yitirince ona atfettiğiniz her dakikanın beyhude geçtiğini anlıyorsunuz. Gaflet kapının önünde bekliyor, kaderde kendine yer bulacağı fırsatları kolluyor. Değersizin değersiz olduğunun tam zamanında farkına varsak, ne zaman ne de emek kaybından mustarip olmayacağımızı biliyoruz. Biliyoruz ama…

Kimi anlar kayıp gidiyor gün döngüsünden. Telafi edilemez, geri dönülemez, elden kaçırılmış, yaşanmadı sayılamaz anlar. Kimi sürmeliydi belki, kimisi de hiç olmamalıydı. Sözümüzün geçmediği akış içinde var oluyor, içinize bir ukde yahut pişmanlık tohumları saçıp iz bırakıyorlar. O anı yakalamak ve salıvermek arasında yapacağınız tercih hayatınızın akışını değiştirebiliyor. Mümkün mü her zaman doğru olanı başarabilmek? İçimizden yükselen bütün itirazlara rağmen biliyoruz; ukdeler ve pişmanlıklarla dolu bir hayalhanede korku ve ümit arasındaki dengeyi yakalamakla vazifeli, arada bir sürüklenmeyi de kabul etmeliyiz.

Kimi mekânlar kayıp gidiyor tekil yahut çoğul hatıralardan. Çocukluğunuzu ayakta tutan bir ev yıkılıyor mesela. Şehrin ayak seslerini biriktiren bir meydan ters yüz oluyor. Kendi hâline bir ağaç devrilince manzara allak bullak oluyor, çıplak bir yokuş kalıyor geriye. Bir aileyi doyuran tarladan betonarme yükseliyor. Sular kirleniyor. İnsanlar en temiz yerlere kaçarken güzergâhlar kirleniyor. Cennet köşeler hınca hınç atıklarla doluyor. En güzel manzaralar milyonların göz hapsinde aleladeleşiyor biranda. Tek başınıza güç yetiremiyorsunuz bunlara, seyretmek zorunda kalmak bir ceza aslında.

Kimi hürmetler kayıp gidiyor her gün biteviye. Yenisi çıktığında eskiye duyulan hürmet mesela. “Yeni” ve “eski”nin yerine ne koyarsanız koyun değişmiyor; daha önce hiç tanışılmamış, hiç muhatap olunmamış “yeni”nin cazibesi, “eski”yi unutulmuşlar hurdalığına/çöplüğüne gönderiyor. Eskinin gerçekten neyi hak ettiğini bilenler azalıyor. Hürmetin kayıp gidişiyse ayrı bir yıkım yaşatıyor. Katı, kaskatı bir umursamazlığın hükmüne giriliyor o zaman. İsterseniz buna direnebilirsiniz. Hâlâ buna imkân varken üstelik…

Kayıp gidenler bize önemli mesajlar veriyor. Kayanların kimileri hiç gitmiyor aslında.

Sel gidiyor, kum kalıyor. Sel hep yıkıcı, kumsa hep değerli olan…

***

Künye: Kum, silisli kütlelerin, bazı kaya ve maden parçalarının tabiî tesirlerle parçalanıp ufalanması sonucu ortaya çıkan küçük ve sert tanecikler ve bunlardan oluşan kütle; armut, ayva vb. meyvelerin etli kısımlarında tanecik şeklindeki sertlikler; deniz içindeki kumluk ve sığ yer anlamına gelir (Kubbealtı Lügatı).