29 Ağustos 2017

Kurbandan çalınanlar

Yıl 1994'dü sanırım. Savaş görünümlü soykırımın henüz dumanları tüterken yangının içinde çekilmiş bir Bosna belgeseli seyretmiştim. Fransız yönetmen soykırımda aktif cellâtlık yapmış Sırp askerlerin kapatıldıkları bir psikiyatri kliniğine de girmişti. Onları görüntülediği ve konuşturmaya çalıştığı bölümü hiç unutamadım. Ruhları çekilmiş, donuk gözbebekleri matlaşmış ve kolları iki yana düşmüş, bir tür dispraksi hâlinde Sırp askerleri, girdikleri ruhsal travmanın ilk şoklanma anlarında mahsur kalmışlardı. “İlk defa boğazı kesilen bir insan gördüğümde ve bizden aynısını yapmamızı istediklerinde” diyordu, “kan fışkırdı, çırpınıyor ve can çekişiyorlardı. Dehşete düşmüştüm. Etkisinden kurtulmak ve tanık olduğum görüntüyü sıradanlaştırmak için kadın, çocuk, erkek demeden bir daha, bir daha durmaksızın yaptım. Alışınca geçeceğini sanmıştım başta, iyi geliyordu sanki...”

Acıma, öfke ve tiksinti içinde perdeye yansıtılan karanlık suretlerine bakarken, şâyet kurban kesilen bir toplumda büyüselerdi savaş esnasında ilk kez tanık oldukları o görüntüden dolayı insanlıklarını asla kaybetmezlerdi diye düşünmüştüm. Bir de katıldığı ilk çatışmada yanı başındaki arkadaşının boğazına kurşun isabet etmesi sebebiyle şoka girerek çürüğe çıkan Boşnak bir asker hatırlıyorum. Yüzüne arkadaşının kanı sıçramıştı. Yine aynı şeyi düşünmüştüm; kurban kesen insanlar ve onları gören çocukları savaşlarda ve büyük felaketler anında hem cesaretlerini hem de merhametlerini asla kaybetmeyecekler… Ne yüzlerine sıçrayan bir kan sebebiyle ellerinden silahları düşecek ne de kandan ve çıkan canın dehşetinden sarhoş olup müptezel bir caniye dönüşecekler

Maalesef bu hakikati bilen kötüler eliyle Türkiye'de kurban ibadetinin içi sistematik olarak boşaltıldı. İnsanların para verip bir yerlerde kendi adlarına hayvan kesildiği haberini aldığı ya da bu teyidin üzerine kendisine bir de fazladan et verildiği mâli bir ritüele dönüştü. Mevcut durumun bu kadar kanıksanmasında ve bu ibadetin tüm rükünleriyle ifâ edilmesine ilişkin toplumsal şuur ve talebin yükselmemesinde elbette Türkiye'deki cemaatlerin şimdiki hâliyle uygulanan “kurban ibadeti” üzerinden büyük gelirler elde etmesinin keskin bir rolü var. Tıpkı zekât ve fitrenin ihtiyaç sahibi yakın ve uzak akrabalar ya da komşular varken onları bırakıp kimi meçhul muhtaçlara iletilmek üzere cemaat, vakıf ve derneklere verilemeyeceğini gizledikleri gibi kurbanı da esasların bütünlüğünden kopartıp sadece lüzumu hâlinde kullanılmasına izin verilmiş ruhsatların tamamının son sınırına kadar kullanıldığı bir pespayeliğe kelepçelediler.

Hâlbuki kurbanı esasta mükellefin kendi elleriyle kesmesi gerekir. İster kadın ister erkek olsun kurbanının kesilmesini görmesi, kurbanın başında bulunarak kesime ve kana bakması bu ibadetin emredilmiş parçaları. Peygamberimizin kızı Fatıma'ya böyle buyurduğunu bilmiyor muyuz? Peki, peygamberimizin kurban emri geldikten sonra (veda haccı dışında) hep İbrahim'e indirildiği üzere koç kurban ettiğini ve kurbanın en efdalinin de bu olduğunu buyurduğunu neden bize kimse hatırlatmıyor? Habil'in ve İbrahim'in kurbanı olarak işaret edilmiş koçu, her mükellef kendisi keserek ibadetini eksiksiz (ruhsatlara muhtaç olmadan) yerine getirebilir üstelik. Kurban aslında koçtur; diğerlerine izin verilmiştir. Daha efdal, kesimi daha kolay, eti daha şifâlı ve kurbanın da aslı olan koçu, kendisinin ve derisinin ederi daha az olduğu için mi hayatımızdan çıkardılar?

Dernek ve vakıfların yaptığı kurban faaliyetlerinin özellikle yurt dışında takdire şayan neticeleri oluyor. Ama bu çalışmalara ikinci bir kurbanı bağışlama gücü olan insanlarımız iştirak etmeli. Onlarca yıldır her kurban bayramında  “vahşet ve korkunç görüntüler”  teraneleriyle kurban bayramının kolektif amel ve toplu görünürlülük yoluyla hayatı biçimlendirme kudreti yok edildi. Kurban kapalı alanlarda sadece profesyonellerin fazla mesai yapmasıyla gereği yerine getirilen, geleneğe ilişkin tâli bir unsur hâline getirildi. Kurbanı nesillerimizin hayatından çıkartmak isteyenler için oldukça başarılı bir operasyondu bu… 

İnka, Maya ve Hindu uygarlıklarında her sene yılın belli günlerinde kesilen kurbanlardan akan kan ile toprağın doyurulduğuna ve büyük felaketlerin engellendiğine inanılırdı. Yahudilerin kurban telakkisinde de bu inancı anımsatan eğilimler var. Bu peygamberler yoluyla aktarılmış bilgilerden mi kalmıştır bilemiyorum. Ama kurbanınızı istisnalara özgü ruhsatlarda kaybolarak değil dosdoğruca bir esas üzerinden kesin. Çocuklarınız da görsün ve bilsinler ki canlar mukaddestir: Ancak o canın var edicisi Allah'ın emri ve izniyle alınabilir. Ve icap ettiğinde canlarımızı kendisi için feda edeceğimiz mukaddeslerimiz vardır.