Küresel Statükonun kırılan fay hatları
Görünen o ki 21.yüzyıl, geçmiş tarihin yeniden yazılmak istenen tarih ile mücadelesi şeklinde geçecektir. 19. Ve 20. Yüzyılın başlarında batının Obez iştahını doyurmaya yönelik kan, sömürü ve gözyaşı ile yazılan tarih bu gün sorgulanmaktadır. Küresel Statüko Tüm dünyada bir Direniş ile karşı karşıyadır.
Batı, Maddi çıkarları önceleyen bir
toplumdur, bu toplumda, Maddi gelişmişlikle, insani değerler arasında
sosyolojinin açıklamakta aciz kaldığı bir tezat vardır. Değerlerin, insan haklarının onlar için bir
değeri yoktur
Yüzyıllardır ABD ve batı kültürünün,
dünyaya tanıttığı ve yaşattığı baskı, şiddet, kan ve gözyaşı yeni bir uyanış,
bilinç ve tepkisel bir atmosfer oluşturdu.
Orta doğu, Afrika ve dünyanın birçok
yerinde batı düzeninin yarattığı fay hatları artık çatırdamaktadır. Oluşacak
yenidünyanın zemini oluşmaya başlamıştır.
Sadece sınırları değil Üzerleri de
cetvelle çizilen halklar Kendilerinden çalınan zenginliklerinin yanında
değerlerinin de peşine düşüyor. Batı ve Amerika’nın doyumsuz hazlarına yönelik
yenidünya düzeninin artık bir geçerliliği olmadığı gibi bir anlamı da kalmadı.
Küresel Statükonun fay hatları altına
gömdüğü medeniyetler, silikleştirdiği kimlik ve kültürler yeniden dirilmekte ve
hesap sormaktadır.
Hani hikayede anlatılır ya;
Çakalın biri aç kalınca gözü dönüp
kasabaya dalmış. En önce sütçünün çanağına kafasını sokup sütün hepsini içmiş.
Sonra da fırıncıya yönelip tezgâhtan birkaç ekmek kaparak yan sokaklara dalmış.
En sonunda da kasabın vitrininden kocaman bir but çalıp yeniden ormana doğru
kaçmaya başlamış.
Çakalı fark eden kasabanın sakinleri
durur mu? Hemen bir araya gelip çakalı kovalamaya başlamışlar. Çakal önde, sütçü, kasap, fırıncı ve demircinin çırakları
arkada, dükkân sahipleri de en arkada amansız bir kovalamaca ve koşuşturma
sürüp gitmiş.
Tahmin edeceğiniz gibi en önce Dükkan
sahipleri yorulmuş ve kovalamadan vazgeçerek yolun kenarına oturup merakla
ellerinde sopa ile koşan çıraklarının ne yapacağını beklemeye başlamışlar.
Çıraklardan ise ilk yorulan sütçününki olmuş ve takibi bırakmış. Peşinden de
fırıncının çırağı nefes nefese kalıp takipten vazgeçmiş. Kasabın çırağı ise
daha besili olduğundan bir süre daha takibi sürdürmüş ama en sonunda o da pes
ederek kan ter içinde geri dönüp kasabanın yolunu tutmuş.
Çakalın arkasında kala kala bir tek
demircinin sıska çırağı kalmış. Kendinden çok daha güçlü arkadaşları birer
birer dökülürken, o büyük bir inatla çakalın peşinden koşmayı sürdürmüş. Çakal
önde, o arkada ısrarlı bir kovalamaca devam ederken, çok yorulan ve daha fazla
kaçamayacağını anlayan çakal en sonunda durmuş ve ağzındaki eti yere bırakarak
demircinin çırağına öfkeyle seslenmiş;
-“Yahu arkadaş, sütçünün sütünü içtim tamam,
fırıncının ekmeğini yedim o da tamam, hadi kasabın etini kaptım o da kabul. Tüm
bunlara rağmen onların çırakları pes edip peşimi bıraktı da, önünden bile
geçmediğim demirciye ben ne yaptım ki bir türlü ayrılmıyorsun peşimden?”
Bir kere çakalın anlamadığı,
demircinin çırağı kişisel çıkar peşinde değil, sadece adaletin sağlanması için
çabalıyor. Çakalın kafasındaki sistem ise, karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı
bir kapitalist sistem.
Demircinin çırağı evrensel hukuk
kuralları içinde “Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil; sen,
başkalarına zarar verdiğin için suçlusun” diye düşünüyor. Çakalın beyni ise
midesiyle doğrudan bağlantılı ve oradan yönetildiği için demircinin çıkarını
anlaması mümkün değil.
Bu yüzdendir ki, öyküdeki çakal türü düşünceye
sahip olanlar, demircinin çırağı gibi yalnızca “hak ve adalet” peşinde
koşanları asla anlayamadığı gibi yaptıklarını da aptalca bulur. Ancak, tüm
bunlara rağmen, demircinin çırağı gibi düşünen hak ve adalet bekçileri de her
devirde ve her zaman var olmuştur, bundan sonra da var olmaya devam edecektir.
Vesselam.