22 Mart 2020

Kurtlarla bi̇rli̇kte ulumayi bi̇lmek

Devrindeki diplomatların Sultan Abdülhamid Han'ın dış ülkeler siyasetini tarif ederken: "Abdülhamid, kurtlarla birlikte ulumayı bilen bir hükümdardı" dedikleri nakledilir.

Belki bunun içindir ki üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle "Abdülhamid Han'ı anlamak, herşeyi anlamaktır."

"Kurt, ırmağın başına gelmiş, bakmış ki bir kuzu su içiyor. Hiddetle üzerine yürümüş ve 'Ne hakla suyumu kirletirsin' diye ulumuş. Kuzu, kuzu gibi meleyip kendini savunmuş: 'Ne alakası var, ben aşağıdayım senin suyunu nasıl kirletebilirim? Hem bu Allah'ın suyu. Nerden senin oluyor?' Kuzu daha cümlesini bitiremeden kurt onu bir hamlede parçalamış ve yutmuş..."

Denir ki: dağ başında, göl başında kurtlar etrafınızı sardığında, onlar gibi ulumayı becerirseniz, sizi kendilerinden kabul eder ve dokunmazmış. Lakin yanılıp da insan vs gibi sesler çıkarırsanız, parçalanmanız an meselesi olurmuş…

"Biraz aşağıda bir kuzu daha. Yem aynıdır ama kuzu akıllıdır. Meselenin, suyun kirlenmesi değil, kurdun açgözlülüğü olduğunu anlar. Suyu kirleten de yemi atan da odur. Kuzu yemi yutmaz ve kurt gibi ulumaya başlar. Kurt güler ve kuzuya ilişmez."

"BEN BURDAYIM" DEMENİN USULÜ VARDIR…

Sultan Abdülhamid, 1899'da Kadıköy Yeldeğirmeni'nde Yahudilerin bir sinegog inşasına izin verirken hem teb'asının dini hukukunu korumuş, hem de güçlenmekte olan siyonist dalgaya kapılmalarına mani olmuştur. Aynı usulü, İstiklal Caddesi'ndeki Santa Maria Kilisesi'nin inşasına destek verirken de yapmıştır. Ve bu kilise yeryüzünde üzerinde İslam Halifesi Sultan Abdülhamid'in ismi yazılı Vatikan'a bağlı tek kilisedir ki Ulu Sultan'ın seyir defterinde bu ilm-i siyasetin nice örnekleri mevcuttur. (Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı, M. Armağan, s. 103) (Bu kitap, bilhassa gençler için döne döne okunası bir kitaptır.)

İnsan, siyasi-sosyolojik varlık haline geldi. Halbuki "nasıl bir insan inşa edilmelidir"i Mekke Medresesi'nde öğrenmiştik. Orada "aşk"ı, Bütün'e bağlı olmayı, Bütün'lenmeyi tahsil etmiştik.

İstanbul'u aldım; Ayasofya'yı yıkmadım, karşısına Sultan Ahmed'i yaptım. Celaleddin Süyuti gibi bir hezâr-fen yetiştirdiysem Piramitlerin Sırlarını yazdırdım.

Bağdat'ta Şafii-Hanbeli kavgasını durdurmak için Koca Şafii alimi Geylani'ysem Hanbeli olarak öldüm.

İmam Gazali oldum, kitaptan kaleler kurdum.

Yusuf Hemedani oldum, öyle insan-kitaplar bıraktım ki her biri bir kıtaya yetti.

Ne mezhebe gidiyorduk, ne tarikate...

Hedefime giden yolda bana katkı sağlayan her şeye minnet borçlu olduğumu bile bile, bana bir harf öğretenin ismini mermerlere kazımaya gidiyordum.

Sonra "aşk" bitti, Bir-Tek'ten koptum ve bir başıma kaldım...

SINIR DEĞİL ONUR MESELESİ...

Kuzu gibi Rauf ve Rahim'dik, lakin yeri geldiğinde kurt gibi ulumasını Medine Meydanı'nda öğrenmiştik. Mevcut arenaya girip orda Hakk'ı kaim kılmak isteyenin, orman kanunlarını da bilmesi zaruridir.

Mesele muhatabın sınırına girme değildir. Mesele, yedi-iklimde Mülkün Sahibi'nin kurallarını yürürlükte tutmaktır. Siyaset dinden ayrılırsa öldürücü bir zehir, onun hizmetine girerse koruyucu bir ilaç olur. Olmuştur bunlar. Son yüzyıla bakmak kafidir.

Uçların iki ucu da tehlikelidir. Denge bize yetmeli.

Tenzih ve teşbih arasındaki "orta yol"a, ilahi töreye, peygamberi şeriaya sarılarak "normal"leşmeliyiz.

Ulu Hakanlarımızın, kurtlar ulurken onlarla birlikte nasıl uluduklarını iyi bellemek gerekir.

Türkiye de tam bunu yapıyor. Suriye'de bunu yapıyor. Afrika'da bunu yapıyor...

Tekno-robot paganizmine karşı SİHA'larıyla bunu yapıyor.

Notr-Denver Hava Limanı'na karşı İstanbul Havalimanı'yla bunu yapıyor.

Fener-Moskova Savaşı'nda Fener Patrikhanesi'ni engellemeyerek Ukrayna ve Batı'ya destek verirken bunu yapıyor. Kerç Boğazı'nın Rusya'nın dolaşım sistemindeki rolünü kavrayarak bunu yapıyor...

Keza ve keza…

Bu, Rabbani-insan için bir sınır değil, bir onur meselesidir çünkü. Bir "toparlanın gitmiyoruz" felsefesinin icrasıdır.

Kadim Türkçe'de "Ökük" demek, "Rabbani" Allah'tan gelip O'na dönmekte olduğunun şuurunda" demekti.

Kaybetmeden bulamazsın

Haketmeden alamazsın

Savaşmadan ölemezsin..

Ökük yani Müslüman-Türk töresi budur. Hep bu olmuştur. Umuyoruz ve diliyoruz ki ebed-müddet de bu olacaktır. Allah, Ökük-Türk'ün yarı yardımcısı ola!.. Ola ki dünya yeniden çipsiz "hakiki insan"a alışa...