Kurtuluş savaşında Bolşeviklik
Kim ne derse desin ülkemizde objektif anlamında henüz tarihçilik yapılmıyor. Herkes kendi dünya görüşüne, kendi konuşlandığı mevziye, kendi tarafına, kendi ideolojik bakışına göre tarihi yazıyor veya yorumluyor. Gerçekleri objektif bir şekilde yazmak, bazılarınca tarihi yargılamak, siyaset ve polemik yapmak olarak tanımlanıyor. Halbuki bu bir zihin hastalığı..
Hem resmi ideolojinin kalıplarının dışına çıkarak, hem
tarafgirliği bir kenara bırakarak, hem de kendi sevdiği insanlardan sadır olsa
bile bir gerçekle karşılaştığı zaman bu acıtıcı gerçeği yazabilmek tarihçilik
olsa gerek. Aksi halde davrananlar; tarih değil, masal ve destan yazmış
olurlar…
Biz işte bu anlamda bugünkü yazımızda Kurtuluş Savaşı'mızın
gözden kaçırılan bir bölümünü sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
………..
Kurtuluş Savaşı’nın liderleri ülkenin en kolay ve kestirme
yoldan kurtuluşu için uzun süre yöntem arayışları içerisinde olmuşlardır. Bu
yöntem arayışları içerisinde en çok öne çıkan iki formülden biri; ‘Mandacılık’,
diğeri ‘Bolşeviklik’tir.
Kurtuluş Savaşı Günlerinde Sovyet Bolşevizminin,
emperyalizme karşı çıkan ideolojisi bir diğer grup Kuvayı Milliyeciyi derinden
heyecanlandırıyordu .Şahitlerin naklettiğine göre; Mustafa Kemal Paşa,
“İstanbul günlerinden beri Bolşevikliği kurtarıcı bir formül olarak görüyordu”
(Mumcu,1998:30).
Türkiye’nin ilk Rusya Büyükeçisi Ali Fuat Cebesoy,
Moskova’da yaşananları şöyle anlatmaktadır: Türkler, ister istemez Rusya
ahvalini hoş görmek istemişler ve Bolşeviklerle hakiki dost olmağa çalışmışlar,
onların yardımlarına arzı ihtikâr etmişlerdi (Cebesoy,2002:10).
Cebesoy, anlatmaya şöyle devam ediyor: Türk murahhas heyeti,
Hariciye Komiseri Çiçerin ile yaptıkları mülakattan bir gün sonra, yani 14
Ağustos 1920'de Sovyet Sosyalist Şûralar Cumhuriyetinin devlet reisi makamında
olan kızıl inkılap lideri Lenin Wladmir Ulyanof tarafından kabul edilmişti. Lenin,Türk
milleti hakkında pek samimi hisler beslediklerini, ınüzaheretten geri
durmayacaklarını beyan etmişti. Moskova'da temas ve müzakerelerde bulunan Türk
murahhas heyetindeki askeri müşavir Erkan-ı harp Kaymakamı Seyfi (General Seyfi
Düzgören) Bey'in 29 Ağustos 1920 tarihinde verdiği malumata göre Ruslardan
askeri yardım malzemesi istemiştik. (Cebesoy,2002:147-148).
O günlerde Bolşeviklik dalga dalga bütün ülkeye yayılmaya
başlamıştır. Rusya esaretinden dönen Binbaşı Ziya Yergök, yaşananları şöyle anlatmaktadır: Batum’dan da
Rize’ye gelerek yurdumuza kavuşmuş olduk. Rize ve Trabzon'da kaldığımız süre
içerisinde subaylar içerisinde de Bolşevik olma temayülünde olanları sezdik. O
sırada şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa Bolşevikler hakkında
araştırma yapmak ve rejimin hüküm sürdüğü Azerbaycan'da bu rejimin kaydettiği
gelişmeleri gözleriyle görmek üzere bir heyet yola çıkarmıştı. O günlerde bu
heyet Trabzon'da bulunuyordu. Sınıf arkadaşlarımızdan Harputlu Arif, Şükrü,
Gezköylü İsmail ve Dursunoğlu Cevat heyet mensuplarıydılar (Yergök-Önal,2006:257).
Atatürk bu görüş istikametinde Anadolu’ya geçtiği zaman bir
süre Bolşevik mefhum ve ifadelerini çeşitli temaslarında kullanmıştır. Nitekim
Mustafa Kemal Paşa’nın, Çerkez Ethem’e gönderdiği mektupta III. Enternasyonal’e
bağlı Ankara’da bir genel merkez kurulduğu, bu cemiyet merkezine kendisi, Refet
Bey ve muhatabı Ethem Bey’in aza olarak yazıldığı belirtiliyordu. Bahsi geçen mektupta Mustafa Kemal Paşa,
Çerkez Ethem’e ‘Ethem Yoldaş’ şeklinde hitap ediyordu” (Ethem,2000:79).
Taha Akyol bu vakıayı şöyle izah eder:Milli Mücadele
sırasında genellikle sosyalist terminolojiyi kullanan Atatürk o dönemde taktik
olarak “komünizm taraftarıyım” diyordu (Akyol,2009,2012).
Bir dönem Mustafa Kemal Paşa’nın bu yönü o kadar öne
çıkmıştı ki, dini hassasiyetleriyle tanınan Nureddin Paşa Kuvayı Milliye’ye
katılmak üzere Ankara’ya geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’ya sorduğu ilk soru
‘Bolşeviklik hakkındaki görüşü’ olmuştu.
Mustafa Kemal öncülüğündeki bu grup, zaman içerisinde önce
Yeşil Ordu’yu tesis etmiş ardından resmen bir komünist parti dahi kurmuşlardı.
“Ankara’daki hükümet tarafından kurulmuş Komünist Parti’nin genel sekreteri
olan Hakkı Behiç, partinin kurulduğunu ordu komutanlarına resmî bir yazıyla
bildirmişti” (Başkaya,1991:158).
Yaveri Kılıç Ali, Atatürk’ün bir dönem Komünist Parti’yi
yararlı gördüğünden bahseder: “Atatürk -gerektiği zaman kapatmak şartıyla- bir
Komünist Partisi kurulmasını yararlı gördü (Kılıç-Turgut,2010:171). Zürcher de
Atatürk’ün Komünist Fırkayı resmen kurduğunu yazanlardandır: “Mustafa Kemal, Halk
Zümresi’nin bazı ılımlı üyelerini 'resmi' bir Türkiye Komünist Fırkası kurmaya
ikna etti.Bu yeni partiyi kontrol altında tutmak için bazı yüksek rütbeli
askerlerin de partiye katılmalarını sağladı” (Zürcher,2005:52).
Zaman içerisinde konjöktür birden değişiverince Mustafa
Kemal Paşa, kendi himayesinde başlattığı ‘Bolşeviklik’ teşebbüsüne noktayı
koymuş, o güne kadar bu istikamette ortaya çıkan teşekküllerin de varlığına son
verdirmişti. “Türk Halk Kominist Partisi’nin liderleri kısa sürede tutuklanmış,
Ankara’ya dönmekte olan Mustafa Suphi ve 15 arkadaşı Trabzon’da öldürtülmüş,
sol güçlere böylece öldürücü bir yumruk indirilmişti” (Glosneck,1998:80).
Sözün burasında bir tãrihî yanlışa parmak basmakta fayda
var. Haberleşme imkanının son derece sınırlı olduğu o günün Anadolu’sunda
isyana kalkışan Anadolu köylülerini, isyana sürükleyen hakikat, Kuvayı
Milliyecilerin bir devirde sürdürdüğü işte bu Bolşevik tavırdır.
Bir başka ifadeyle dini değerleri inkar manasında
‘dinsizlik’ olarak vasıflandırılabilecek Bolşeviklik taraftarlığı, Anadolu
halkını Kuvayı Milliyecilere karşı mesafeli yaklaşmaya itmişti. Bu yanlış
ideolojik tercih, Anadolu Kurtuluş Hareketi’nin hem enerjisini kaybettirmiş hem
de kurtuluşu geciktirmiştir.
Anadolu halkı ve
ileri gelenleri Kuvayı Milliye’nin hem icraatlarından hem de söyleminden
rahatsızlardı. Bunda Kuvayı Milliye yöneticilerinin izlediği Bolşeviklik
tavrının ve İttihatçı geçmişin tesirleri
vardı.
Nitekim Taraklı ve Göynük’te isyan ederek kasabaları ele
geçiren, daha sonra Kuvayı Milliye güçlerince püskürtülen şahıslar,
telgrafhanede bıraktıkları telgraflarında “Padişah’a karşı isyan eden
Bolşevikler Taraklı’yı işgal etmek üzereler’ ”
demektedirler (Çolak,1996:52).
Konyalı Abdullah Fevzi Hoca da Kuvayı Milliye, Bolşeviklik
irtibatını şöyle anlatır: Evvelce hükümetler ve Dahiliye Nezareti İstanbul’a
tabi idi. Emir ve nehyi oradan alırlar idi. Ahiren ise bütün Anadolu
hükümetleri Kuvve-i Milliyye, Bolşevikler eline geçti. İstanbul ve Halife
idaresinden çıktı (Koçkuzu,2011:294).
Netice olarak şunu tesbit etmek mümkündür: Kuvayı Milliye liderlerinin başlangıçta
kendilerini Anadolu insanına yeterince anlatamamaları, yahut bu konuda hususî
bir gayret göstermemeleri isyanların ve Anadolu hareketine karşı mesafeli
davranılmasının sebebi olmuştur.