VF kat sol
VF kat sağ

23 Nisan 2016

Kut'ğl Amare'yi hatırlamak

Kut'ül Amare, günlük tartışmalara, siyasi çekişmelere kurban edilemeyecek ölçüde büyük bir zaferdir, zaferimizdir. Sömürgecilik faaliyetlerinin kaynama ve bir o kadar da patlama noktası olan Birinci Dünya Savaşı'nın en zor günlerinde, hırslı işgalcilerin musallat olduğu topraklarda karşılaştıkları büyük direnişin adıydı Kut'ül Amare.

Kut'ül Amare direnişin sembollerinden birisi olmuştu, fakat bir direnişin ötesinde, bir karşı saldırı olarak tezahür etmişti. Bugünkü Irak topraklarında ilerlemekte olan İngiliz orduları, Osmanlı ordusu tarafından evvela Selman-i Pak'ta yenilgiye uğratılmıştı. Bağdat'a ulaşmayı hedefleyen İngilizler, bu mağlubiyetten sonra Kut'ül Amare'ye çekilmişlerdi.

Hem sömürgesi Hindistan'a giden yolları kontrol etmek, hem de Irak petrollerine ulaşmak isteyen İngiltere, büyük bir hızla işgale giriştiği topraklarda durdurulmuş ve hatta bir kasabaya sıkıştırılmıştı. Kut'ül Amare'nin Osmanlı ordusu tarafından kuşatılması, İngilizleri hayal kırıklığına uğratan bir hamle, işgalcilere sağlam bir cevap oldu.

Nureddin Paşa ve Halil Paşa'nın başarılı akınları ile iyice zorda kalan İngiliz askerleri, nihayet ve bu kez kesin biçimde mağlup oldular. Açlık ve kuşatma şartlarına dayanamayan İngilizler beş ayın sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. Belki de en parlak günlerinde olan İngiltere'nin 13 binden fazla askeri 29 Nisan 1916'da Kut'ül Amare'de Osmanlı'ya esir düştü.

Aynı gün planlanan ve zamanla fiiliyata dökülen Sykes-Picot düzeni, bir asırdır bu coğrafyaya zulümden başka bir şey getirmedi. Sykes-Picot'nun kurulması, Kut'ül Amare Zaferi'nin değerinden asla bir şey eksiltmez, fakat yarım bıraktığını söylemek de doğru olacak.

Bu zaferi tarihsel olarak ana hatlarıyla böyle özetlemek mümkün. Ancak Kut'ül Amare'yi hatırlamak, görkemli törenler düzenleyip, birkaç konuşmadan sonra dağılmak, sonra da mevcut hayatımıza geri dönmek olmamalı.

Kut'ül Amare'yi hatırlamak kim olduğumuz hatırlamaktır.

Kim olduğumuzu, hangi coğrafyada, hangi tarihi birikime dayanarak yaşadığımızı, hangi düşmanlardan gelecek nasıl tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu, tarihin bizi nasıl bir aktör olmaya zorladığını ve sorumluluklarımızı bize hatırlatmıyorsa, azameti ölçüsünde bizleri sarsmıyorsa, hiç öyle boşu boşuna “edebiyatını” yapmayalım.

Millet olarak kaybettiğimiz hafızamızı geri kazandığımızın tek göstergesi, fert fert ve ülke olarak aslımıza, kimliğimize ideallerimize dönmek ve bunu yaptıklarımızla kanıtlamaktır. Tüm farklılıklarına rağmen asırlardır bu topraklarda bir arada yaşamayı başarmış olan insanlar arasındaki uhuvvetin ve dayanışmanın ürünü olan Kut'ül Amare, aynı ruh yakalanırsa ancak devam edebilir.

Genelde bölge ülkeleri, özelde Müslümanlar arasındaki ayrışmanın derinleştiği, Irak ve Suriye'nin büyük güçlerin hesapları ile fanatizmin arasına sıkıştığı, savaşların her yanı sardığı, Sykes-Picot'nun iflas ettiği bu demde, yüz yıl öncesinin yangınından daha zor halde bulunduğumuza şüphe yok.

Bir asır öncesinin İngiltere'sinin kâbusu olmuş isimsiz kahramanlar tesadüfi bir süreçle ortaya çıkmadılar. Elbette, şehadete gülümseyerek gidebilmek, doğal ve manevi bir hazırlığa ihtiyaç duyar. Büyük zaferler sadece ince düşünen, samimi, ahlaklı, faziletli, gayretli ve görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışan neferlerle olur.

Milli piyade tüfeğinin planlarını Amerikalılara satmaya kalkışanlar, kutlu zaferlerin değil, zilletin bir parçası olabilirler.

Herkesin, kendi bulunduğu dairede bu vasıflara göre yaşamaya çalışması, kendi coğrafyasını dert edinmesi ve büyük sorumlulukların üstesinden küçük detaylarla gelmeyi bilmesi bir değil, bu zor zamanlarda belki onlarca Kut'ül Amare inşa eder.  Hatırlamak, hafızasını kaybedenler için sorumluluk getiriyor. Bunu da unutmamalı.