03 May 2016

Laiklik üzerine kafa karışıklıkları…

TBMM Başkanı İsmail Kahraman ‘Laiklik yeni anayasada olmamalıdır' dedikten sonra ‘Türkiye laiktir laik kalacak' takıntısının hüküm sürdüğü bir coğrafyada doğal olarak yeni bir tartışma da başlamış oldu.

Oysa her daim bir şekilde gündeme gelen ve bir kesim tarafından siyasi bir manipülasyon aracı olarak sürekli farkında olunması gereken bir tehlikeye vurgu için kullanılan laiklik konusundaki garabetlik, laiklik konusunda değil, gerçekten onun yorumlanmasında ve uygulanmasından kaynaklanmakta.

Çoğu kangrene dönmüş meselelerimiz de olduğu gibi bu meselenin de her kafadan çıkan gürültünün yarattığı bir kargaşa üzerinden gitmesinin sebebi hikmeti de bu noktanın sürekli net bir çözüme kavuşturulmadan es geçilmesinde yatıyor.

Bu haliyle İsmail Kahraman en azından Türkiye'de laikliği isteyen istediği gibi yorumluyor' sözlerinde son derece haklı. Çünkü laiklik ile ilgili tartışmaların her daim toplumu benzer bir çözümsüzlüğe götürmesinin nedeni bu bilinmezlik.

Yani asıl mesele, tıpkı Necmettin Erbakan'ın ‘Biz lâikliğe karşı değiliz. Biz asıl lâikliği ortadan kaldıran bugünkü lâiklik tatbikatına karşıyız' demesindeki durumun hala devam ediyor olmasında.

Zaten gerek konunun harareti devam ederken uzatılan mikrofonlara açıklama yapan siyasetçilerin söyledikleri, gerek yazılı ve sözlü basında yazılanlar ve gerekse sosyal medyadaki aceleci paylaşımlar da gerçekten laikliğin herkesin istediği gibi yorumlandığının işaretini veriyor.

Bu durumun ortaya çıkmasının sebebi de her şeyden önce, 90 yıldır laik olduğu söylenen bir ülkede laiklik ile sekülerizm kavramlarının henüz yerli yerine oturmamış olmasından başka bir şey değil.

Oysa elden geldiğince basit açıklama ve tanımlamalarla çoğu zaman aynı anlamda kullanılan bu iki tanımın farkını açıklamak kafalardaki soru işaretlerinin giderilmesi kadar belirli kesimlerce yüreklere düşürülen klâsik şeriat korkularının anlamsızlığını ortaya koymak için de gerekli.

Bu sorunun netleştirilmesi, aynı zamanda Batı formlarında bir devlet kurgusuna sahip Müslüman bir ülkenin, bugüne kadar savunduğu laiklik ile ne menem garip bir kombinasyonu ortaya koyduğunu ortaya çıkarırken, bundan sonraki laiklik anlayışının bütün bir toplum adına ideal bir tatbikata nasıl kavuşacağının sorularını da cevaplayabilir. 

Pekâlâ, nedir laiklik ile sekülerizm arasındaki fark?

Bir kere laiklik sık sık tarif edildiği gibi ne dinsizlik ne de din dışılık anlamına gelmiyor. Ortaya çıktığı karanlık zamanlarında türediği ‘Laikos' kelimesi bir sıfatı belirtiyor ve ‘Clericus' olarak tanımlanan dinsel hiyerarşik yapı içindeki bütün din adamlarını kapsayan ‘Ruhban' sınıfına ait olmamak anlamına geliyor en basit haliyle.

Daha açık ifade ile kilisenin elinden siyasi erki alan bugünkü devlet anlayışının temeli, vatandaşlarının hayatını sorunsuz yürütmek adına gerek duyduğu bütün örgütlenme ve işleyişlerinin yanı sıra kanunlarının hazırlanması üzerinde dinin etkisine izin vermemesi anlamına geliyor.  

Bu sanıldığının aksine din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ya da devletin dinden elini ayağını çekmesi demek değil. Dinin, bir takım hesaplar adına devletin kontrolü altında tutulması anlamına geliyor.   

Sekülerizm ise laikliğe göre daha kapsayıcı ve ileri bir kavram. Dinin toplum üzerindeki etkisinin azalması anlamına geliyor. Öyle ki kitaba göre seküler toplumlarda din, devlet yönetiminde söz sahibi olmak gibi bir talepten vazgeçmiş durumda. Din, siyasi erkin kullanımı açısından devlet için bir tehlike oluşturmuyor. Din uhrevi hayata yönelik ve dünyevi hayatı düzenleme ihtiyacı duymadığından dolayı Batılı bir anlayışla sekülerizm, çağdaşlaşmanın bir ölçüsü olarak dinin toplumsal hayatın üzerindeki etkisinin azaldığı bir duruma da yorumlanabiliyor.

Her durumda ve ülkede uygulamalarda farklılıklar görülürken bizdeki asıl sıkıntı ise Batı'da ve Anadolu'da dinin toplumsal hayata dair etkilerinin hangi pratik ve anlayışlarla yaşanıp, bugünlere geldiği üzerine derinlemesine düşünmemekten kaynaklanıyor.

Din adına devlet yöneten ruhban sınıfının iktidarına karşı gelişen laiklik hareketinin Türkiye Cumhuriyetinin olmazsa olmaz bir prensibine dönüşmesinin de laiklik üzerine hiç bitmeyen bir kafa karışıklığının sürmesinin de ardında o pratik ve anlayışları yeterince analiz etmemek yatıyor.

Olası en objektif yaklaşımlarla din, devlet ve toplum alanlarına daha derinlemesine bakıldığında neden ‘laiklik olgusu anayasada olmalı' sorusunun cevabı da kolayca bulunacaktır diye düşünüyorum.