Maddî lezzetin mi peşindeyiz, mânevî lezzetin mi?
Hangi lezzetin peşindeyiz? Dünyevî ve
maddî lezzetin mi? Kalpleri mâveraya kanatlandıran ulvî lezzetin mi? Müptelâ
olduğumuz lezzetin ne olduğu kişiliğimizi ele verir. Nasıl bir hayattan zevk
aldığımız ve derûnumuzun ne olduğu peşinde olduğumuz lezzetin ulvî mi, yoksa
dünyevî mi olmasıyla anlaşılabilir. Fânî ve maddî lezzetlerin peşindeysek
mideye ve bedene hizmet eden lezzetlerle aramız iyidir. Ulvî ve bediî
lezzetlerin peşindeysek lezzet istikametimiz Müslümancadır.
PEŞİNDE
OLDUĞUMUZ LEZZET NE İSE BİZ DE O’YUZ
Hz. Mevlânâ’nın (Dîvân-ı Kebîr)
üslûbuyla söyleyelim: Peşinde olduğumuz lezzet ne ise biz de o’yuz! Tatmadan
edemediğimiz lezzet hangisi ise, meşrebimiz ve insan derecemiz de o’dur. İnsan
lezzet aramaktan vazgeçmez. Amenna! Ehl-i dilin hasbıhalinden feyz almak da,
tasavvuf menşeli bir türkü, bir şarkı dinlemek de lezzettir, anlayana. Pervâne
gibi ateşte yanmak da, ilim yapmak da, ulvî hüzün de lezzettir, bilene. Günah
işlemek de, çok paraya sahip olmak da, mide ve şehvet düşkünlüğü de şeytanî ve
hayvanî lezzettir. Allah’ı ve bediî olanı arayan şiir de şairlik de bir lezzettir.
Dostlukta ulvî muhabbet hâsıl oluyorsa, sohbette mânevî cezbe oluşuyorsa bunlar
da rûhî lezzettir.
DÜNYEVÎ
Mİ LEZZET Mİ İRFÂNÎ LEZZET Mİ?
İslâm irfanının lezzetleriyle dünyevî
lezzetler birbirine benzemez. İlki ulvî aşk lezzeti, ikincisi kalbi öldüren
zehirli lezzet… İmâm-ı Gazâlî Hazretlerine göre kalbimizle aldığımız lezzetler
kalıcıdır. Çünkü kalbin lezzeti mârifetullahtır, yâni Allah’ı tanımak lezzeti… Allahü Teâlâ’yı
tanımak gibi hiçbir lezzet yoktur. Kalbî lezzetlerden biri de ilimdir. İlim ve mârifet, his
ve şehvet lezzetlerinden kuvvetlidir. (Kimyâ-yı Saâdet-Mutluluğun
Hazinesi, s.771-776)
LEZZET
TERCİHİMİZ NEFSANÎ MÎ RÛHÎ Mİ?
Bediüzzaman Hazretlerinin “Sözler”
kitabının “Onüçüncü Sözün İkinci Makamı”ından (s.129-131) kıraat ettiğimiz
lezzet mevzuu, kendinden emin Müslümanın dahi üstesinden gelemeyeceği kadar
nefsi esir alan bir mesele. Bu sebepten dolayı meşru lezzetlerin peşinde
olmamızı istiyor. Ona göre lezzet iki türdür: Nefsanî ve rûhanî. Sadece beş
duyuda değil, akıl, kalp ve ruh gibi lezzetler var. Zehirli dikenler hükmünde
olan gayr-i meşru lezzetler akıl ve kalp gibi latifeleri söndürür. İnsanın
nebatî, hayvanî, insanî ve imânî olmak üzere dört yönü vardır. Yemesi, içmesi
itibariyle insan nebâtîdir. Şehvetî, gazabı itibariyle hayvanî bir tarafı var.
Akıl ve vicdan gibi duyguları ile insandır. Allah’a ve âhirete îmanı yönüyle de
mümindir. Nebatî ve hayvanî duygular kördür. Hakiki lezzet yalnız îmandadır.
Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Dünyanın
lezzetleri helâl dahi olsa fânî, mârifet ve irfan lezzetleri ruhun ve kalbin
gıdası olduğu için ebedîdir.
NEFSANÎ
VE MODERN LEZZETLER HAYATI KUŞATIYOR
Nefsanî lezzetler hayatı kuşatmış
vaziyette. Kalp lezzetlerinden mahrum olanlar modern lezzetlerin peşinde…
Çevrenize ve televizyon haberlerine bakın; çeşit çeşit yemekleriyle ve hayâsız
eğlenceleriyle tanınmış tâtil mekânlarına koşanların sayısı gün geçtikçe
artıyor. Demek ki modern kapitalizmin lezzet ideolojisi hızla yayılıyor.
Nefsanî lezzet modern-seküler hayatın bir parçasıdır ve bedene hitap eden
lezzettir. Başkasına kötülük etmek de modern dünyanın lezzetlerindendir.
Batı’nın sinema filmleri öldürme ve kötülük etme lezzetleri üstünedir.
MÜSLÜMANLAR
MİDE LEZZETİNİN KISKACINDA
Aynı din dairesinde olunsa da kişilerin
lezzet tercihleri farklı olabiliyor. Müslüman kimi örnek alacak? Hz. Mevlânâ ve
Yûnus Emre Hazretleri gibi aşk ehlini mi? Yoksa mal, servet, makam gibi dünyevî
lezzetlerle birlikte, mide lezzetlerine kapılmış besili Müslümanı mı? Yemek,
içmek, mal-mülk gibi lezzetlere mânevî lezzetlerden daha çok önem veren
Müslümanlar kusura bakmasınlar, onları ulvî aşk ehlinden ve Ebu Zer Gıffarî
Hazretlerinin meşrebinden sayamayız.
YEMEK
LEZZETİNİ KUTSAYAN ANLAYIŞ: “GASTRONOMİ”
Az yiyen, ulvî hüzün ve kanaat sahibi
Hazret-i Peygamber Efendimiz’in ümmetinden olan insanların, “iyi yemek
düşkünlüğü, yemek bilimi, yemek sanatı” mânasına gelen, yemeği âdeta
kutsayan ve âyin hâline dönüştüren “Gastronomi” nin takipçisi olması esef
vericidir. Gastronomi, Batı menşeli modern tüketim ideolojisinin bir koludur.
Müslüman millete mensup insanların, “Lezzet ve yemek festivaline yetişin!”,
“Yeme içme festivalinin en güzeli burada!”, “Gelin mutfağın müthiş cazibesine
kapılalım!” gibi mide hazzına çağıran lezzet stantlarında yemek seçmesi
asaletlerine zül getirmektedir.
İNSAN-I
KÂMİLLER MUHABBET LEZZETİNE MEYLEDERDİ
İnsan-ı kâmillerin her dem tattığı
lezzet nasıl bir lezzettir? Tatmış olanı bulup öğrenmek lâzım. Bu gönül
inşacılarının tattığı lezzeti tatmayanlar modern lezzetlere esir düşmüş
ahmaklardır. Müslüman şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin peşinde olduğu lezzeti
tadan kaç kişi kaldı? “Muhabbet lezzetinden bi-haberdir zahid-i gâfil / Fuzûlî
aşk zevkini zevk-i aşkı var olandan sor.” Diyor ki: Ne bilsin muhabbet
lezzetini ham sofu. Aşk lezzetini, aşkın nasıl bir lezzet olduğunu onu tadandan
sor. (Fuzûlî Dîvanı Şerhi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan)
“MİDE
SALTANATINA BOŞ VERENLER” DEN OLMAK
Fânî lezzetlerden kurtulup, ulvî ve
tefekkürî lezzetlere vâsıl olan üstad Necip Fâzıl gibi “Eti zehir, yağı zehir,
balı zehir dünyada / Bütün fânî lezzetlere darılmadan geçilmez” diyenlerden,
Abdurrahim Karakoç gibi “Nefsi üçten dokuza boşayan er yiğitler / Mide
saltanatına boş verenler merhaba” diyerek mide lezzetlerine eyvallah
etmeyenlerden ve ehl-i dil meclislerinde, gönül tâlimi yapılan kapılarda lezzet
arayanlardan olmak gerek.
(ilbeyali@hotmail.com)