31 Ağustos 2015

Madem canın üzüm istiyordu, bağcıya niye sataştın HDP...

Baki Murat

bakimurat@gmail.com

 

HDP'nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı yüzde 13'lük oy ve 80 vekil yalnızca HDP'lileri ya da AK Parti'yi iktidardan eden güçlerin sevinci olmadı.

'Sol'dan gelen ama AK Parti'nin doğrularına dönük hakkı teslim ettikleri için o çevrelerden kolayca 'aforoz' edilen kesimler de bu sonuca sevindiler aslında. Tabii ki onlardan tam tersi, başka bir yönden.

80 yıllık 'vesayet rejimi'nin kirlerini temizlemenin, o rejimin en çok ötekileştirdiği kesimlerin birlikte hareket etmesiyle mümkün olabileceğine inanıyorlardı onlar.

CHP ve MHP gibi eskinin savunuculuğunu yapan ve zamanın gerektirdiği değişimleri anlamaktan uzak partilerle hiç bir şey olmayacağını biliyorlardı çünkü. Yenilikten korkak, tutucu partilerle demokratik bir dönüşümün yaşanması mümkün değildi.

Seçim sonuçları bu yönüyle düşünüldüğünde belki de 'en hayırlı' olanıydı.

Fakat gerek ortak bir siyasi geçmişin yarattığı cazibe, gerekse yaşananların derinlikli algılanmaması CHP veya MHP ile olacak bir koalisyonun daha 'ideal' olduğu fikrini yayanların tuzağına çekti herkesi.  

HDP ile yapılacak bir koalisyonda çözüm süreci, yeni anayasa, başkanlık sistemi, yerel yönetimler yasası gibi hayati konularda daha kolay uzlaşılacağı gerçeği gözden kaçtı, hatta kaçırıldı.

Partili partisiz, içten dıştan, bilinçli bilinçsiz neredeyse herkes 'HDP ile asla' algısı üzerine çalıştı.

İçine sokuldukları ruh halinin etkisiyle seçim başarısından mest olan HDP de bütün o 'algıların gücüne' kolayca kapılıp, önemini hiç kavrayamadığı tarihi fırsatın elinden kaçmasını seyretti.

AK Parti ile koalisyon kurmalarını istemeyen kesimlerin yönlendirmesiyle Demirtaş'ın 'Seni başkan yaptırmayacağız' sözleri ilahlaştırıldı ve bütün partililer adeta onun kibrine saplandı. Demirtaş'ın sözleri büyük bir siyasi başarı olarak lanse edilirken aslında Kürtlerin bu coğrafyada yakaladığı en büyük fırsatın heder edilmesi için kullanılıyordu.

Kendilerinden haklı olarak beklenen 'dağdan bağımsız bir sivil siyasetin savunucusu olun' rolünden ısrarla ve şımarıkça kaçmalarının da aptalca ve ulu orta açıklamalar yapmalarının da sebebi içine düşürüldükleri o 'kompleksli hal' oldu.

Burcu Çelik Özkan köy korucularına "Bu memleketten defolup gideceksiniz. Bize uzattığınız o keleşi size çevirmesini biz çok iyi biliyoruz" diyebildi...

Abdullah Zeydan "Eğer PKK Türkiye'yi güller bahçesine çevirmek istemeseydi, PKK'nın öyle bir gücü var ki, sizi tükürüğüyle boğar" diye konuşabildi...

Figen Yüksekdağ 'biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz' sözlerini çok matrak biz sözmüş gibi rahatça dillendirebildi.

Bugün geldiğimiz nokta ortada.

HDP, Kürtlerin ve Türk sol hareketinin tarihindeki en büyük başarısını ve fırsatını teröre karşı kararlı bir duruş sergileyemediği, çözümün mimarı Erdoğan'ı kendine 'düşman' süreci baltalamak isteyenleri  'dost'  sandığı için heder etti.

Kürt halkının elde etmek için büyük acılar çektiği üzümü yemek yerine üzümü vesayetin elinden alıp ona veren bağcıya sataşmaya, onu dövmeye kalktı.

Şimdi 'masalar yeniden kurulsun' diyorlar.

'PKK'nın şantiye basma ve iş makinesi yakma eylemlerini tasvip etmiyoruz', 'silaha dönüşün seçenek olduğunu düşünmüyoruz' diyorlar.

 'Bütün zorluklara rağmen burada, parlamentoda bütün halkımızla birlikte direneceğiz' diyebiliyorlar.

Sunulan üzümün üzerinde hoyratça tepinip, onu posa ettikten sonra anlamı var mı?

Yakın zaman gösterecek.