10 Şubat 2016

Mahalleyi niye kuramıyoruz?

Osmanlı şehrinde mahalle, birbirini tamamlayan, bir ölçüde birbirlerinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerle oluşmuş bir topluluğun yaşadığı yerdir. Bir diğer tanımıyla, aynı mescidde ibadet eden “cemaat”in aileleriyle birlikte yerleştikleri şehir kesimidir. Mahallenin sosyal bir birim olarak taşıdığı önemden dolayı, Orta-Doğu ve İslam şehirleri, mahallelerden oluşan bir bileşim biçiminde tanımlanır. Kimi araştırmacılar, İslam Şehrinin en önemli özelliği olarak, çeşitli dinsel ve etnik gruplara göre bölge ve semtlere ayrılmış olmasım belirtirler (Ergenç, 184: 69). Osmanlı toplumunda meslekî sahada gruplaşmalar bulunduğu açıktır. Nitekim “Bakırcılar Çarşısı”, “Mısır Çarşısı” gibi çarşı isimleri de meslekî aidiyetlerin belli merkezlerde yoğunlaştığını göstermektedir. Özer Ergenç'e göre, şehrin ticaret ve sanat kesiminde kendini gösteren mesleki gruplaşmalar bütünüyle mahallelere yansımamaktadır. “Bir mahallede  ekmekçi,  paşmakçı, berber, eskici, kalaycı gibi çeşitli  mesleklerden insanların yaşadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bunlar, Osmanlı Çağı şehirlerinin önemli bir özelliğidir ve şehir  ahalisinin parçalanmış  birimlerden ziyade bir bütün  oluşturduğunu gösterir” (Ergenç, 184: 72).

Ergenç'in naklettiklerine göre mahalleli korunma amacıyla mahallenin etrafına sur inşa edebilmekteydi. Celali isyanları sırasında ahalinin kendi imkanlarını ortaya koymak suretiyle, mahallenin bir surla çevrilmesi hakkında bilgi veren Özer Ergenç, kadıların “şehrin bütünüyle korunması ilkesi”nden hareket ettiklerinden bahsetmektedir: “İlginç bir örnek, 30 Ekim 1600 (21 R. Ahir 1009)'de Mahkemeye gelen Yenice mahallesi sakinlerine  ilişkindir. Adıgeçen mahallede oturanların iddialarına  göre, Hatun mahallesi ahalisi,  burayıkendi semtlerine bağlayan  yol üzerine “büyük mahalle kapısı bina eyleyüb” kendi mahallelerinin taşra kalmasına  neden olmuşlardır. Bunun kendilerine zulm olduğunu söylemeleri üzerine,  Kadı huzurunda Yenice mahallesindeki Araba  Pazarı önünden geçen Ulu Yola iki mahalle halkı tarafından birlikte kapı yapılması kararlaştırılarak, ikisinin birden güvenliğinin sağlanması kararlaştırılmıştır” (Ergenç, 1984: 72).

Özer Ergenç'in aktardığı bu sicil kaydından bazı çıkarımlar yapmak mümkündür: 1) Osmanlı mahallesi “kadı hâkemiyeti”ne bağlıdır. Burada kullandığım terim, “hakimiyet” değil, “hâkemiyet”tir; 2) Celali isyanlarına karşı “kadı hükmüne” mahallece başvurularak şehrin güvenliğini sağlayacak bir duvar-savunma çaresi aranmaktadır. Bu savunma çaresi masrafların mahalle sakinlerince karşılanması şeklinde kadı hükmüne bağlanmıştır; 3) Bir mahalle, savunma gayesi ile bile olsa başka bir mahalleyi “taşra” kılarsa toplumda bunun “zulüm olduğu” yolunda bir “hukuk zihni” bulunmaktadır; 4) Şehir bütüncül bir yapı olarak düşünülmektedir. Bir semtinin başka bir semt aleyhine gelişmesine fırsat verilmemektedir.

Günümüz “mahalle” anlayışlarından farklı olarak “Osmanlı mahallesi” idarî-malî bir kamu kurumudur. Bu konu İlber Ortaylı tarafından da belirtilmiştir: “Bugünkünün aksine ailenin içinde bulunduğu mahalle veya köy topluluğu ile etnik-dini bağı vardır, hukuki bağı vardır. Çünkü bu topluluk halkı birbirinin kefilidir. Nihayet bu topluluk devlet nezdinde bir takım yükümlülükleri topluca yerine getiren bir birimdir. Mahalle veya köy bir takım vergilerin tarhında, onların toplanmasında; asayişin sağlanması veya bayındırlıkla ilgili bazı yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle görevli ve sorumlu birimdir” (Ortaylı, 2001: 3).

Özer Ergenç, mahalle kurumunun yapısı hakkında İlber Ortaylı'nın verdiği bilgileri vuzuha kavuşturmaktadır: “Osmanlı şehrinde mahallenin belirtilmesi gereken bir önemli özelliği de, temel yönetim birimi olmasıdır. Vergi yükümlüsü reaya tek tek tahrir defterlerine ve diğer vergi kayıtlarına bulundukları mahallelere göre ad ad yazılmış, oturdukları binaların da hangi mahalle sınırları içinde bulunduğu kesinlikle belirlenmiştir. (...) Osmanlı kanununa göre mahalle yerleşikleri birbirlerine müteselsilen kefildir. Yani yapanı belirlenememiş bir olayın aydınlatılması için toptan sorumlu tutulmuşlardır. Bu önlemlerin alınmasında iki amaç güdülmüş olduğu anlaşılıyor: a) Vergi yükümlülerinin tam anlamıyla saptanması ve vergilerin eksiksiz toplanmasının sağlanması, b) Merkezi otoritenin ve genel güvenliğin istenilen biçimde gerçekleştirilebilmesi. Bu önlemler mahalleyi, şehirde temel yönetim birimi durumuna getirmiş ve burada oturanların birbirlerini tanıyan, birbirlerine karşı sorumlu kişiler olmasını sağlamıştır (Ergenç, 1984: 72-73).

Mahalleli birbirini yakından tanıdığı için herhangi bir olayda, bir kişinin durumu hakkında komşularının ve mahalle imamının tanıklığının büyük önemi vardır. Bu yüzden çoğu kez, mahkemede kanıtlar ve görgü tanıklarının sözleri değerlendirilirken, bir de sanığın mahallesinde nasıl tanındığı araştırılmaktadır (Ergenç, 1984: 73).

Osmanlı toplumunda, bireyler yaşadıkları mahalleye göre tanımlanmıştır. Ayrıca mahalle merkez tarafından malî bir birim olarak vasıflandırılmış ve orada yaşayan kişiler toplu olarak belli bir meblağdan sorumlu tutulmuştur. Bu da kişilerin birbirlerini karşılıklı olarak denetlemesini pekiştiren bir unsur olmuştur. Bireyin oturduğu mahalleye göre tanınması ve mahallelinin kendisi hakkında vereceği bilgilere bağlılığı, mahallenin ortak bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda yaptırım ve denetim mekanizmasının varlığına da işaret etmektedir. Osmanlı döneminde mahalle bu bakımdan idarî ve malî birimin ötesinde kendi iç örgütlenmesine sahip bir yapı olma özelliğini de göstermiştir. Bu bakımdan mahalleli kişinin sû-i hâli veya hüsn-i hâlinde referans olmaktaydı. Mahallelinin kişiler hakkında bildirdiği görüş, özellikle ortada kanıt olmadığı durumlarda daha etkindir. (Tok, 2005: 156-161).

Özen Tok'un işaret ettiği hüsn-i hâle şehâdet günümüz hukukunda geçerliliği olmayan bir müessese olarak ilginçtir ve mutlaka değerlendirilmelidir. Özen Tok bu konuda şu örneği de vermektedir: “Meselâ, 20 Şevval 1061 (6 Ekim 1651) tarihli belgede, Hasbek Mahallesinden Osman bin Mehmed, aynı mahalleden olan Mahmud bin Ali hakkında, eşine hıyanet kastıyla evine girdiği iddiasıyla davacı olup, davasını şahitlerin şahitlikleriyle ispat etmiş ve ayrıca Mahmud'un sû-i hâl sahibi olduğu ve hatta hakkından gelinmesi gerektiğini mahallelinin şehâdetiyle tescil ettirmişti. Akabinde, Osman mağdur olan eşinin keyfiyetinin dahi mahalle ahalisinden sorulması ve durumunun tescilini talep etmişti. Mahalleli, Osman'ın eşi hakkında kendi halinde olduğu, hilâf-ı şer' evzâ ve etvârının işitilmediği, sû-i hâlini görmedikleri, saliha ve mestûre bir hatun olduğu şeklinde hüsn-i hâline şahitlik etmişlerdi” (Tok, 2005: 161).

Özen Tok'un da işaret ettiği gibi “bir mahalle veya köyde, yahut bir kervansarayda faili meçhul bir cinayet işlendiği takdirde, o yerin halkı ya suçluyu bulur veya özel olarak yapılan yargılama sonucunda ölünün kan bedelini ödemek zorunda kalırdı. Bu ve benzeri durumlar mahalle sakinlerinin, birbirlerini denetlemeyi ve birbirlerinden haberdar olmayı gerektiren bir ilişkiyi sürdürmelerini zorunlu hale getirmiştir. Kişiler devlete karşı değil, herkes yek diğerine yani çevresindeki kişilere karşı sorumlu tutulurdu” (Tok, 2005: 157). Yakup Bulut-Mehmet Kara da bu sistemi şöyle anlatır: “Güvenli bir yaşam ortamı oluşturabilmek için mahalle yöneticisi imam, kocabaşı, papaz veya haham, tüm mahalleliye kefil olmaktaydı. Muhtarlık teşkilatı kurulduktan sonra muhtar tüm mahalleliye kefil olurken imam da muhtarın kefili olarak yine tüm mahallenin kefaletini kendisinde toplamaktadır. Osmanlı mahallesinde kefalet uygulaması Osmanlı tarihi boyunca devam etmiştir. Kefalet işlemleri Kadı huzurunda ciddi bir şekilde gerçekleştirilmekte ve çok önem verilmektedir. Kadı bu kefile bağlama işlemini dikkatle şer'iye sicillerine kaydettirmektedir. Bu uygulama sayesinde hem ilk planda güvenilir olup olmadığı tam olarak bilinmeyen kişiler güvenilir biri vasıtasıyla iyi vatandaş haline getirilmektedir hem de suçlular, kanun kaçakları ve gayri ahlaki davranışlar sergileyenlerin istedikleri mahalleye yerleşmeleri önlenmektedir. Suç işleme niyetinde olan kişiler kefilleri sayesinde kısmen de olsa suç işlemekten uzaklaştırılabilmekteydi. Bu sayede mahalle güvenliğine ve dolayısıyla kent güvenliğine önemli katkılar sağlanmış olunuyordu (...) Osmanlı mahallesinde oturanlar birbirlerine kefil oldukları için işlenen suçlardan da müteselsilin sorumlu tutulmaktaydı. Bu durum bazı Kanunnamelere de yansıyarak resmi boyut kazanmıştır4. Buna göre bir suç işlendiğinde suçlunun bulunması, eğer bulunamazsa suçtan mağdur olanın zararının mahalle halkı tarafından tazmin edilmesi kanuni bir görev olarak halka yüklenmekteydi. Özellikle cinayet olaylarında katilin bulunamadığı veya katilin parasının olmadığı hallerde, dem-ü diyet'i (öldürülenin ailesine ödenen kan bedeli) ödemekten tüm mahalle halkı toplu olarak sorumlu tutulmaktaydı” (Bulut-Kara, 2011: 5).

Anlaşılacağı üzere 1) Osmanlı mahallesi, temel yönetim birimidir; 2)  Mahalle bir vergi birimidir; 3) Mahalleli birbirine müteselsilen kefildir; 4) Mahallede sakinlerinin Merkeze karşı ortaklaşa sorumlu oldukları alan sadece vergi konusuyla sınırlı değildir, mahalle sakinlerine ceza hukuku bakımından da sorumluluklar yüklenmiştir; 5) Kefalet işlemleri kadı huzurunda şer'iye sicillerine kaydedilir; 6) Kefalet nedeniyle mahalleli kendi ihtiyaçlarını “avarız akçası” ile ödemek üzere kurumsallaştırır; 7) Mahalle sakinlerinin hane kurması gereklidir. Osmanlı toplum düzeninde ise “hane kurmak” meslek erbabı bir şahsiyet olmayı gerektirir. Bekar kişi mahallede “ev” kuramaz, kefalet sistemi buna izin vermez; 8) Mahallelinin birden çok kimliği vardır: a) Mahalle sakini, b) Meslek erbabı, c) Tarikat ehli. Bu çoklu kimlik ferdin hayatının yirmi dört saat denetlenebilirliğini sağlamaktadır.

Bugün “mahalle sistemi”ni ve elbette mahallelerden oluşan “İslâm şehri”ni inşa etmeye muktedir değiliz. Türkiye hızla kent yapmaktadır. Şehri “inşa etmek” ve kenti ise “yapmak” kavramı ile vasıflamam söz gelişi değil, bilinçli bir kelime seçimini ifade etmektedir. Mahalle hakkında medyada popülerlik kazanmış söylemler, bu “yapı”nın “yönetim birimi” ve “kamusal kurum” niteliğini görmezden gelmektedir. Mahallenin iktisadî hayattan kopuk bir yerleşim alanı gibi değerlendirilmesi, bütüncül bir zihniyetle ele alınmaması, onu “beşeri ilişkilerin üst seviyede gerçekleştiği bir kurbiyet mekansallığı” şeklinde değerlendirilmesine yol açmaktadır. “Birbirine selam veren komşulukların mekanı mahalle” tasavvuru “mahalle sistemi”ni anlatmaya kâfi değildir. İkinci bir ilişkisellik de mahalle esnafı üzerinden tanımlanmaktadır. Esnaf-mahalle ilişkisi kurularak oluşturulan “mahalle bakkalı, kasabı manavı” algısının Osmanlı mahalle sistemi ya da İslâm şehir sisteminde karşılığı olduğu fikri yanlıştır. Öncelikle Osmanlı ailesinin yaşadığı “ev”, kendi ihtiyaçlarını “ev içi üretim”le karşılayan bir iktisadî birim olarak düşünülmelidir. Buna göre Osmanlı mahallesinde “ev sistemi” mahalle bakkalı-manavı-kasabı gibi işletmelere açık değildir. İhtiyaçlar “çarşı-bedesten”de ham halde tedarik edilen ürünlerin “evde yeniden üretilmesi” ile karşılanır. Tusî-İbn Sina-Kınalızâde gibi müelliflerin “ev” tanımları beş bileşenlidir. Bu müelliflerin “ev”in bileşenleri hakkında 1) Karı-koca, 2) Anne-baba, 3) Çocuklar, 4) Hizmetçi-kalfa, 5) Üretim aletleri” şeklindeki tanımları da “çarşıdan ham olarak alınan ürünlerin evde yeniden üretime tabi tutulması” yorumumuzla mutabıktır. Osmanlı'da bazar (bedesten), modern kapitalizmin AVM-zincir marketi değildir.

Mahalleyi niçin kuramıyoruz? Çünkü muhafazakârlığın bunu kurabilecek zihinsel algısı yıkılmış, kavramlarının içi boşalmıştır. Muhafazakâr dindarlığın “aile” ve “ev-hane” tanımı dahi bulunmamaktadır. Farabi, ideal toplumunu, hanelerden başlatıp mahalleye ve şehre doğru yürütmüştü. Muhafazakârlık ise, küresel finans/ulaşım/istihdam/mal arzı ile işbirliğine girecek kentlerin peşinde. 

  • Bulut Yakup- Kara Mehmet, Mahalle Muhtarlarının Kent Ve Mahalle Güvenliğine İlişkin Yaklaşımları: Antakya Örneği, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 15, s: 1-27, 2011 
  • Ergenç Özer, Osmanlı Şehrindeki “Mahalle”nin İşlevleri ve Nitelikleri Üzerine, Osmanlı Araştırmaları Dergisi IV- The Journal Of Ottoman Studıes IV, 1984
  • Ortaylı İlber, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayıncılık, 2001
  • Tok Özen, Kadı Sicilleri Işığında Osmanlı Şehrindeki Mahalleden İhraç Kararlarında Mahalle Ahalisinin Rolü (Xvıı. Ve Xvııı. Yüzyıllarda Kayseri Örneği), Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 18, Yıl : 2005/1, s: 155-173, 2005