Mahpesten Mektuplar
Hatırlar bizi yaşatır; mazi ile müstakbel arasında anı var eden hatırlarımızdır. Kimi hatıralar vardır ki yaşananları ile hafıza özelliği kazanırlar. Onlar artık şahsi olmaktan çıkıp bir toplumun bütünü yahut bir kısmı için mana taşıyan zamanları anlatırlar. Hafızalaşan zamanlar, mekânlar ve kişiler mana sürdürdükçe geleceğe değer katmaya yahut maziden dersler anlatmaya devam eder. Kimisi zor zamanların kimisi de mesut hallerin koruyan hatıralar hatırat eserler ile geleceğe kimi zaman emanet edilir, kiminde miras kalır, bazen de mazi olaylarına dair şahsi şahitlikler olarak ilgililerini beklerler. Her halükarda hatırlanmaya değer her zaman dilimi hafızamızda yaşadıkça şahsiyetimize, aklımıza ve hayatımıza sağlayacağı bilgi, ders veyahut ibretler gibi hasıla ile faydadan hali olmayacaktır. Efendi Barutçu hatıra olmadığını söyleyerek kaleme aldığı mektuplarından kendisi açısından hayat bizler içinse bir devrin şahitliği olan bir zamanı aktardığı mektupları ile hafızamıza bir devrin bir şahsın gözlerinden resmini çiziyor.
Milletler kimi zor
zamanları toplum olarak yaşarlar lakin ferdi olarak bu olayları daha şiddetle,
içerisinden ve maruz kalarak yaşayanlar ile kenarından izleyenlerin o hadiseye
bakışlarının farklı olacağı kesindir. Her hatıranın bir subjektif özü olsa da
içerdiği ile hayatın o dönemine dair hususi ve başka yerde tesadüfü mümkün
olmayan malumatı muhtevi olacağı da şüphesizdir. İşte Efendi Barutçu ülkemizin
70ler sonrası gündeminden Bursa Ülkü Ocakları Başkanı olarak yer aldığı dönemde
olayların içinde kaderin onu duvarların arkasına koyduğu ve 10 yıllık bir hayat
devresini içeren döneme dair duygu, düşünce, gözlem ve yorumlarını içeren
mektuplarını Mahpesten Mektuplar adı ile neşr etti. Ülkemizin yakın tarihinin
en can yakıcı dönemlerinden birinde olayların içinde ateşten bir gömlek giyme
kaderine vatan sağolsun mukabelesi ile giren Efendi Barutçu mektuplarından bir
devrin hafızasına dair önemli bilgileri aktarıyor.
Gencecik yaşta yaşanan
mahbus hayatında baba, anne ve kardeşlerle hasbihal ederken vatan, millet ve
ülküye dair düşünceleri ve duruşu ile Efendi Barutçu zor zamanda nasıl yaşanır
sorusunun adeta mücessem bir cevabını veriyor. Bunun yanında ülküdaşları ile
yazışmaları fikir dünyasına dair fevkalade önemli bir muhtevayı bizlere aktarıyor.
Ülkemizin o devrinden dışarından cezaevlerine bakanlar ne düşündü bilinmez ama
içeriden dışarıya, hayata, millete ve vatana nasıl bakıldığını merak edenler
için bu mektuplar kimi zaman tebessümle kimi zaman ise göz yaşları ile okunacak
bir hayat güncesi olarak okunmayı bekliyor. Dört duvar arasına girerken “OCAĞIN VE ULUSUN SENİ BEKLİYOR, BURADAN ONLARA
YARARLI OLARAK AYRIL” sözlerini okuyan genç bir öğretmen adayı iken şimdi
mahkum olan bir ülkücünün dirayetle vatan, millet ve devlet sevgisinden
vazgeçmeden o yılları nasıl yaşadığını bu mektuplar ile okurken aslında bir
neslin vatan uğruna düştüğü kanlı ve hicranlı pusulardan nasıl vatan diyerek
çıktığına da bu mektuplar şahittir. Aile ocağı ve ülkü ocağında pişen bir zihin
imtihan saydığı bir sabır sürecinden geçerken neler düşündü, bu halde insan
nasıl düşünür gibi sorulara bu mektuplar üzerinden bakmak zor zamanda doğru
kalmak nasıl olur sorusunun da cevabı gibidir. Babasına yazdığı bir mektupta
kendi mahpesindeki soğuğu bırakıp, şikayet
edip, biz millet için çalıştık başımıza gelene bak, adalet bu mudur gibi
laflar etmek yerine bir ülkücü vicdanı ve aklı ile milletini düşünerek “Allah kimsesizlerin, yoksulların,
yetimlerin, çaresizlerin yâri, yardımcısı olsun. Bir kova kömür, bir kilo odun
ve yakacak bulamayanlardan, Rabbim yardımını esirgemesin. Milletinin yoksulunu,
yetimini görmeyen, gözünü servetle hırs büyümüş zenginlere de insaf, merhamet
ihsan etsin, amin.”, diyen bir vicdanın mektupları maziden müstakbele pek
çok hatırlanası şeyi bizlere söylüyor.
Burkan
Yayınevinden çıkan bu eser, müstakbeli mazinin dersleri ve düşünceleri ile
yaşamak isteyenler için bir Ülkücünün kaleminden ülküsü ile geçirdiği mahpes günlerine
dair mektupları ile aslında geleceğe konuşmasıdır.