10 Aralık 2020

MAİŞETLER ve İNANÇLAR

İnsanların inançları ve dinleri ile gelir kaynakları arasında zaman içerisinde bir aynileşme oluyor. Bu sosyolojik olgu, tarım toplumlarında da modern zaman toplumlarında da aynen geçerli. İnsanlar maişet ve gelir kaynaklarına göre kendilerine din ve inanış seçebiliyorlar. Ya da inançları, maişet ve gelir kaynaklarına göre sağa sola evrilebiliyor.

Nitekim Cahiliyye Döneminde putlara tapınan Mekke'nin reislerinden biri olan Ebu Süfyan, Peygamber Efendimiz “Putlara tapmaktan vazgeçin” deyince “Biz putlarımızdan nasıl vazgeçeriz? Putlar bizim hem ilahlarımız hem de gelir kaynaklarımız” diyerek bu sosyolojik gerçeği ilan etmişti.

Önceki gün İstanbul'da Sivil Toplum Kuruluşu başkanı olan bir arkadaşımı bir ‘devletlü' aramış ve onu bir konuda ikna etmeye, ikna olmayınca da itaat etmeye davet etmiş.

Bu arkadaşımız da  “Ben İmam Hatip  Okulu mezunuyum. Kime nasıl itaat edileceğini bilirim.” cevabını vermiş.

Eski bir ‘solcu' olduğunu söyleyen bu devletlünün şimdi bulunduğu konumun ve maişetinin tesiriyle böyle düşünmesi, insanların konum ve maişetlerine göre inanışlarının da şekil aldığını gösteren çok yeni bir örnek.

………………

Bugünlerde Rahmetli Esad Coşan Hocaefendi'nin AKRA radyoda yaptığı tefsir derslerinden oluşan tefsir kitabını okuyorum.* Hocaefendi'nin vefatı ile yarım kalan bu tefsir çalışmasının 5 cildi mevcut. İşte bu tefsir kitabının 3. cildinde rastladığım ‘maişet ve inanç denklemini' gösteren manidar bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum:

(……) “Peygamber Efendimiz'in sağlığında, ziyaret etmek için Medîne-i Münevvere'ye Yemen'den 72 kişilik bir ruhban heyeti geldi. Başlarında da piskopos ve papazlar vardı. Bunlar yolda gelirlerken bir tanesinin ayağı sürçünce Peygamber Efendimiz'e karşı, "Bu seyahati şu adamın yüzünden yapıyoruz. Onun yolunda giderken başımıza bu kaza geldi!”  diye ağır, kötü bir söz söylemişti.

Onun üzerine ağabeyi başpiskopos ona; "Kardeşim, öyle söyleme! Bu gittiğimiz kişi Allah'ın hakiki peygamberidir, başına bir bela gelir” demişti.

Yemen'den  gelen 72 kişilik ruhban heyeti Medîne-i Münevvere mescidine gelip burada Peygamber Efendimiz'le konuştular. Peygamber Efendimiz onlara İslâm'ı anlattı. İsa aleyhisselam'ın Allah'ın kulu olduğunu, Meryem validemizden babasız, Allah'ın kudretinin bir nişânesi olarak doğduğunu, Meryem validemizin de sâliha, cennetlik bir hatun olduğunu ama annesinin de İsa aleyhisselam'ın da insan olduğunu tebliğ etti. Allah'ın evlat edinmediğini, böyle bir şeyin çok büyük bir iftira olacağını, bu sözün çok ağır bir bühtan, çok çirkin bir günah söz olduğunu, bu inancın doğru olmadığını bildirdi. Onları, "Aramızda bir fark yok. Cenâb-ı Hakk'a gelin, kulluk edin. Allah'tan başka ilâh olmadığını ikrar edin.” diye hak yola davet etti.

Bunun üzerine Yemen'den gelen heyetten bazıları Müslüman oldular. Müslüman olanlardan birisi de bineğinin ayağı sürçüp de küfretmeye, ağzını bozmaya kalkışan kişiydi. Kalbi yumuşamış ve Müslüman olmuştu.

Yolda gelirken kardeşine "Kardeşim, öyle söyleme! Bu gittiğimiz kişi Allah'ın hakiki peygamberidir, başına bir bela gelir.” diye uyarıda bulunan başpiskopos ise Müslüman olmamıştı.

Müslüman olmayanlar veda edip giderken bu kişi ağabeyine sordu: "Ağabey, sen yolda gelirken 'Bu zât Allah'ın peygamberidir.' diyordun. Ben Müslüman oldum, sen niye Müslüman olmadın?”

Başpiskopos olan Hristiyan şöyle cevap verdi: "Kardeşim, bizim Yemen'deki kilisemize her sene Bizans'tan büyük bir vâridât gelir. Bu vâridât biz Müslüman olursak kesilir. Onun için ben Müslüman olmadım.”

İşte maişet ile inanç arasındaki bir başka duygusal  ilişki… Allah-u Teala, bizleri maişetine göre inanmaktan ya da maişet kaygısıyla inancından taviz vermekten muhafaza buyursun. 

*Bakara Suresi Tefsiri, Prof. Dr Mahmut Esad Coşan, Server Yayınları, İstanbul:2018, Cilt:3 S:20-21