VF kat sol
VF kat sağ

05 Nisan 2016

Maksadını aşan maksud

Tarih zaman/mekân, bunların halleri ve hallere dair meselelerin bilimidir. Bu noktada Selçuklu ve Osmanlı Devletleri tabiatıyla bir zaman ve mekân içinde şekillenirler. Yani kurulup yıkıldıkları bir tarih aralığı ve bunun gerçekleştiği bir coğrafya söz konusudur. Bu kabul bizim için hem varoluşun bize gösterdiği bir yapının hem de tecrübenin asırlar içindeki birikiminin sonucudur. Bu cümleden tarih evrendeki fiziksel imkânın hayatla birleşen sürecin içinde var olanlarıyla ilgilenir. Bu mantık ve tecrübe açısından duyu organlarımız, aklımız ve şuurumuzun müttefikken idrak edip tasdik ettiği bir tasavvurdur. Bu bakımdan tarih bir bilim olarak realitenin gösterdiği varoluş durumu ile ilgilenir. Bunun içinde ise haller yer alır. Örneğin zaman içinde genel manada devletler kurulur; bu makuleden Selçuklu ve Osmanlı birer hal olarak bu süreçteki tezahürlerdir. Bu hallerin içinde insan ve ona dair İbn Haldun tabiri ile umran ilminin ilgileneceği her şey meseleleri teşkil eder. 1453 bir zamandır; bunun hali İstanbul'un fethidir; bunun meseleleri ise taraflar, şartlar, savaş gibi pek çok hususa dairdir. Selçuklu ve Osmanlılar ve dahi cümle tarihin bu tasnif ile ilk başta değerlendirilmesi vak'aya düzenli ve sürekli bir bakış imkânı sağlar. Neden?

Tarihe dair bir konu ele alırken öncelikle eldeki malumatın tasnif edilebilir olması gerekir. Kaynaklar vesaire içindeki bir varoluş durumu tasnif çatısı altına sokulamazsa aşılanamayan bir meyve ağacı gibi dağınık ve verimsiz kalır. Bununda bir mantık içinde olması şarttır. Tutarlılığın ortadan kalkmaması için bu şarttır. Bu noktada ister kronoloji, isterse de başka bir ana kavram çevresinde örneğin sınıf, örneğin özgürlük, örneğin millet veya sair bir şey ile tasnifin odağındaki ana temayı anlamak o tarihçiyi anlamak ve inşasını deşifre adına mühimdir. Bu bakımdan tarihten bahseden biri dinlenir veya okunurken başta verilen esaslar ortaya konuldu mu konulduysa tasnif ve bunun mantığına dair esas ortaya çıktı mı yoksa zihnimize bir operasyon mu var bunu anlamak adına bu önemlidir. Bu açıdan veriler mantıki bir tasdike uygunsa o nihayetinde bir bilgi verisi olabilir. Tarihçi ve yöntemini anlamak önemlidir.

Bu bakımdan tarih malzemesini mantıken düşünüp mutasavver kılarken veya ampirik verilerle musaddak bir hale getirilmiş ise burada bilgiden söz edilmeye başlanabilir. Tasavvur ve tasdikler bizi mantıki tasnifin sonrasında bir bilgiye ulaştırıyor mu yoksa açıklar mı var bu tarih okurluğunda ikinci önemli konudur. Burada ortaya çıkan malzemenin tertibi sonucunda zihin ve kanıtlar bağlamında tarihi bilgi ortaya çıkmaya başlar. Mantıksal açıdan bilgi haline gelen bu veriler artık tefekkürün konusu olabilecektir. Burada mebdeler doğru olmalı ve maksadlar ona göre tayin edilmelidir. Yani tasniften başlayarak önermelerimiz ve delillerimiz doğru ve sahih olmalıdır. Bu yolda bedihi olanlar yani ortada olan gerçeklerle, nazarî olanların yani akıl yürütmeyle elde edilenler manzaranın teşekkülünde söz sahibi olur. Tasavvurlarımızın bedihi ve nazarî yönleri gibi tasdiklerimizin de bedihi ve nazarî kısımları olur. Bütün bunlar cümlesinden nihai sonuca varılmaya çalışılır. Hülasa tasnif edilebilen bunun sonrasında tasavvur ve tasdik ile bilgi hâline gelen ve düşünceye mevzuluk edebilen bir bilginin olup olmadığı izlenmelidir. Değilse her gevezelik tarih ve tarihçilik değildir. Malzemenin nasıl işlendiğini anlamak dahi önemlidir.

Maksad her zaman maksuda uymayabilir. Osmanlı/Selçuklu kavramının zihinsel idesi ile bunun kaleme alındığındaki terimsel dilsel gerçekliği mantıksal bir süzgeçte mutabık olmalıdır. Zihnimizde tezahür eden dil aracılığı ile doğru ifade edilemediğinde maksad ile maksud karışır. Örneğin, Özgürlük değerlidir, Terörü barışa niyet övmek özgürlüktür, Terörü övmek değerlidir gibi bir safsatanın yaşandığı ülkemizde bu tip bakış açılarına daha çok muhtacız sanki. Ya da zihnin saf olması iyidir, cahillerin zihni saftır o zaman cahillik iyidir gibi bir çıkarımda aynı mugalata yıkıntısının izlerini taşır. Maksad ve maksud karışmıştır. Tasavvurla tasdik birbiriyle tenakuza düşmüştür. Osmanlı tasavvuruna oryantalist bakış tasdiki zedeler ve malumat tahrif edilerek tarih yazımı ortaya çıkar. Düşünce ve bundan hâsıl olan malumatın ifade aracı olan dil eğer bir mantıkla ve yöntemle hakikate yönelmiyorsa gösterdikleriyle gerçekliği örtüp mugalata aracı hâline gelebilir.

Tarih kültürümüz inşâ olunurken zaman/mekân, hal ve hallerin meselelerini incelerken vakıanın zahirindeki haberler ile batınındaki yapıyı birlikte okumak gerekir. Birisi zihni tasnifi diğeri makule çevirmenin mantığını veren bu iki katmanlı bakış zihinlerimizin mühendisler elinde çarçur olmasına mani olacaktır.

Selçuklu ve Osmanlı zamanları, kendi mekânların da ki, bunların varlığı tasavvur ve tasdik boyutunda bedihidir; nasıl ve niçinleri ise nazari bir mebde ve maksad ile ortaya konulmalıdır. İlkelerimiz ve delillerimiz bu babda en azından kaynaklardan bize yansıyan gerçekliğe tekabül etmeli, nazariyemiz bize boşlukları mantıklı doldurma imkânı verirken mevcudu malum kılmalıyız. Tasrihten bir şuur ve şahsiyet kaynaklığı beklemek için ona bize bu yolda bilgi verecek zemini hazırlayarak hoş âmedide bulunmamız zaruridir.

Selçuklu ve Osmanlıları kuran bir asabiyedir. Oğuz/Türkmen asabiyesi İbn Haldun'un tabiri ile devlete yürüyen yolda onların esas dayanağı oldu. Kan asabiyesi noktasında akrabalık bağları ile başlayan süreçte hal dönüşümler ile diğer unsurları da kapsayacak bir intisap asabiyesine dönüştür. Asabiyenin yönelimi mülk olduğu için devlet ortaya çıktı. Bunun yanında Oğuzların diğer bir özelliği olan göçebelik ise onların bedavet halini var kılarken bu halin diyalektik dönüşme dileği, en azından potansiyel olarak, hadarete olduğu için Tuğrul Bey ve Orhan Gazi'den itibaren şehirler ve buradaki umrana dair hareketlerin oluşmaya başladığı tarihi malumatla işe aşikârdır. Asabiye devleti kurdu, devlette şehirlerde umranı. Orhan Gazi zamanında başlayan vakıflar ve vakfiyeler tek başlarına bu gerçeğin belgeli şahitleridir. Selçuklularla başlayan düzen Osmanlılar ile Türkiye'de yenilenerek tezahür ediyordu. Bu süreçte Oğuzların göçebe karakterlerindeki kan bağları devletin kurulacağı sürecin esasını kurarken, göçebeliğe dair cesaret ve iyiliğe yönelik olmak halleri ise umranın teşekkülünde etkili oldu. Zira zaman ortaçağdı. Ortaçağ ise toprak ve din demekti. Türklerin karakterindeki cesaret toprak kazanmak için gaziliğin temeli olan yapıyı sağlarken, iyiliğe dair oluş dinin özündeki güzelliklere samimiyetle bağlanış ve hayatı bu tecrübe üzerinde kurumaya imkân verdi. 1040 ve 1299 tarihlerindeki zaman İran ve Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı hali olarak göründü ve türlü meselelerle tabi ömürlerini tamamlayıp tarihe intikal etmeleriyle sonuçlandı. Zamanın ruhuyla toplumun alt yapısının uyuşması Selçuklu-Osmanlı sürecini var etti. Bunun anlam ve açıklama imkânı ise İbn Haldun ve Muhyiddin Kafiyeci gibi büyük tarihçilerin zihnimize miras bıraktığı ilkeler ve yöntemlerin yeniden keşfedilip, anlaşılarak bu tarihe sürece tatbikiyle söz konusu olacaktır.

Tarih varoluşumuzun evidir. Kendimizi orada görürüz. Her bakan görmez, lakin görenler bakanlardan çıkar; Kutadgu Bilig yazarı “Aklın süsü dil, dilin süsü söz” derken bahsetmeye çalıştıklarımız veciz bir şekilde özetler. Maksat ile maksudun karışmaması için bu elzemdir vesselam.