30 Mart 2017

Mankurtlaş(tır)an kavramlar

Basın yayında sıkça görülen bir söz: filanca yerde milliyetçilik yükseliyor. Milletin söz konusu olduğu yerde milliyetçiliğin olması doğal bir şeydir. Herkes dünyada bir intisap bağıyla bir millete, dine vs hususlara bağlanır, kendini bunlarla ifade ve tarif eder. Bu kavramın yükselmesi, alçalmasının konuşulması bu kavrama karşı modern bir cephe alışı ifade eder.

Zira orada kastedilen şey etnik unsur üzerinden “ötekileştirme”dir. Buna milliyetçilik yükseliyor demek yerine siyasi ötekileştirmecilik yükseliyor denilse daha maksadı ifade eden bir mana ortaya konulmuş olmaz mı? Zihinlerimizi teslim alan modern simülasyon dil, din, tarih, kültür benlik bilinci, kimlik tanımı demek olan milliyetçiliği öcü haline getirmiştir. Irk, kan ve deri üzerinden maymun soylu insanın cangıldaki aslanlar gibi düşünüldüğü bu düzeyde insan idraksiz ve tefekkürsüz, tarihsiz ve talihsiz, inançsız ve nihilist bir mahlûk durumuna düşer.

Milliyetin anlam erozyonuna uğratılması demek olan bu bakış açısı şüphesiz kavrama decadans bir etki yapar. Örneğin, Osmanlının son döneminde yükselen bir Arap Milliyetçiliğinden bahsetmek yerine emperyalizmin siyaseten yabancılaştırdığı bir siyasi yönelişten söz etmek daha doğrudur.

Arap etnisitesinin emperyalist elinde yaşadığı anlam kaybıdır bu. Ya da Balkanlarda yükselen milliyetçiliklerden bahsetmek.

Bu insanlar Osmanlı ile çatışmadan önce Arap veya Arnavut değiller miydi? Osmanlı bu kimlikleri ret edip, imhaya çalışmamıştı ki onlar bu uğurda Osmanlı ile çatışsınlardı. Sebebini kayıp eden bir coğrafya parçalanıyordu. Bu insanlar Hristiyanlık duygusuyla da doluydular, ama kimse bir din savaşından bahsetmez.

Ratko Miladiç samimi bir milliyetçi miydi? Yoksa dindar bir Hristiyan mı? Sadece bir katil o kadar. Milliyet bir aidiyet kavramıdır; onu bir ahlak kavramı gibi kullanmak mananın karmaşıklaşıp, mefhumun yok olmasına yol açar. Bu konudaki her iddialı söz ve spekülasyon insanın kendi kalesine gol atması olacaktır. Siyasetin yıpratıcı ve pragmatik darbeleri her kültürel kavramda olduğu gibi milliyetçilikte de tesirini göstermiştir.

Yeryüzünde Zulu'sundan, Alman'ına, Türk'ünden Japon'una herkes milliyetçi çünkü bir vatana mensup, bir tarihin müntesibi, bir dil ile dünyayı kavrayıp bir inanç ile evreni yorumluyor. Bu kavramın ideolojik ötekileştirmesi ise ülkemiz ve dünyada bir ideolojik jargon tarafından faşizm olarak kavramlaştırılır. Bunun yeni ifadelerinden biri ise Türkofobyadır. Hülasa, milliyetçilik kavramını artan veya azalan bir olgu gibi dilimize doladığımızda kastımız olan siyasi ötekileştirmeciliği kast ederken benlik bilincimizi ifade tarzımıza ne diyeceğimizi şaşırır ve kavram karmaşasına düşeriz. Modern dünyanın kendisi dışındakilerde en sevdiği şeylerden biri de budur. Karışık kafaları yönetmekten daha kolay ne olabilir ki?

Milliyet bir illiyet bağı ile geçmiş ile gelecek arasında bulunulan yerin idrak edilmesidir. Erol Güngör'ü Tarih-Kültür ve Milliyetçilik eserindeki tespitlerle burada hatırlamak yerinde olacaktır:

Ülke ve milletin bölünmezliği prensibi, her türlü mezhep ve bölge ayrılıklarını da reddettiği için bu türlü ayrılıkları siyasi menfaat için basamak yapmak isteyenlerin karşısında milliyetçiler yine birleşecek, birleştirici olacaklardır. Milliyetimizin İslâm dini dışında düşünülemeyeceği fikri yine milliyetçileri birleştiren bir prensiptir. İslâmiyet millî kültürümüz içinde mütalâa edildiği için burada lâiklik prensibine aykırılık diye bir şey zaten bahis konusu olamaz. Milliyetçiler Türk devleti, Türk milleti ve vatanı gibi Türk tarihinin de bölünmez bir bütün olduğunu kabul ederler. Türk Milleti Suriye veya Irak gibi tarihin belli bir anında birdenbire ortaya çıkmamış, çok eski zamanlardan bu yana tabiî olarak teşekkül etmiştir.” “Bir defa İslam dini bizim milliyetçiliğimizin en mühim bir unsuruydu ve onun ihmal edilmesi için hiçbir ciddi sebep de mevcut değildi. Diğer taraftan bizi başka Müslüman cemiyetlerden ayıran pek çok hususiyetlerimiz vardır ki bunlar bizim bir millet halinde teşekkül edişimizden yani Türk olmamızdan ileri geliyordu.”

Din milliyetçiliğimizin bir parçasıydı tespiti bizi başka bir meselenin önüne getirir. Bu yolda kullanılan diğer bir ifade ise dinciliğin yükselişe geçmesidir. Burada din kavramı üzerinden negatif bir retorik kurularak, olumsuz yüklemler ile insanın diğer bir varoluş gerçeği yönetilmeye çalışılmaktadır. Burada iyi niyetle kast edilen Daeş gibi olumsuz örneklere atıf iken ve bunun yerine siyasal aşırıcılık, teolojik suistimal gibi kavramların ikame edilmesi mümkün iken içinde din geçen kavramların kullanılması tercih edilmektedir.

Çünkü milliyeti ve diyaneti muğlaklaşan insan kendini düşünemez, bilemez olur ve yönetilmesi kolaylaşır. Mesele salt iktidar konusu da değildir. Bu, bir varoluş halinin ötekileştirilmesi durumudur. Bu kavram gericilik, şeriatçılık gibi jargonlarla ülkemizde yıllardır dile getirilir. Bu bakışa göre din kötüdür, afyondur, gerilik sebebidir, taassuba yol açar, gözü bağlar vs vs vs.

Bunun en son tezahürü ise İslamofobyadır. Siyasal teolojik aşırıcılık, Haçlı savaşları veya diğer din söylemli terör örneklerinde görüleceği üzere din kavramı üzerinden ötekiler var ederek şiddeti meşru kılar. Hele de mezhepçi yaklaşımların dinin kendisi gibi gösterilmesi meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Burada, millete mensubiyet bedenimizin, din ise ruhumuzun milliyetidir ikisi birleşerek bütüncül bir dünya görüşü kurarlar tespiti çok da yanlış olmayacaktır.

Bu bakımdan bunlardaki yükselmeler eğer şiddeti meşru kılan bir ötekileştirme manası taşımıyorsa gündelik veya entelektüel söylemlerimizde bu bakış açısından kullanılmalıdır. Din, nerden gelip nereye gittiğimize dair şu “an” içinde verdiğimiz cevaptır.

Milliyet nesebimizin söz konusu kıldığı bir birlik hali ise, diyanet daha üst çerçevede bir intisap durumunu gösterir. Türk, Boşnak, Koreli olmak bir nesep birlikteliğini gösterirken Müslüman öznesi alan milliyet özneleri bir medeniyet çatısı altında birleşmeye başlarlar.

Bunun bir üst çatısı ise insaniyet dairesindeki durumumuzdur. Bu bakımdan milliyet, diyanet ve insaniyete dair kavramları kullanırken bunların müşterekleştirici kavramlar olduğundan hareketle bunlara dair veya bunlardan neşet ettiğini iddia eden aşırılıkçı veya ötekileştirici durumların ifadesinde daha durumu yansıtan kavramları seçerek zihinlerimizi oryante etmemiz doğru bir yol olacaktır.

Esasına insanı koymayıp milliyet ve diyanet penceresinden insana yukarıdan bakan, ötekiler icad eden, iktidar kurmaya yeltenen, bir sürüleştirme despotizmi derdine düşen bakış açılarına millet ve din üzerinden adlar bulmak düşünceyi girdaba atan en büyük hatalardandır. Modernitenin derdinin seküler içerik ve anlam aşısı olduğu hiç unutulmamalıdır. Geleneksel veya genelçeger kavramlar hep bu yolla yapı söküme uğradılar.

Kavramlar adeta mankurtlaştırıldı. O mankurt kavramlarla düşünen zihinler de bundan nasibini aldı. Kendi dil ve ifade dünyamızda, dini ve milliyeti Türkofobya ve İslamofobya merkezlerinin algı odağından bakarak kullanmamız, faşist ve gerici gibi kavramlaştırmaları kolayca dile getirmemiz bu çevrelere cevap ararken daha baştan kaybetmemize neden olmaktadır. Maksud maksadı aşmamalıdır.

Vesselam…