VF kat sol
VF kat sağ

18 May 2021

​Medeniyet, Ahlak ve Aliya

Medeniyet birbiriyle irtibatlı, tabii bağı olan insan/toplum, devlet ve şehir gibi unsurlardan müteşekkil bir bütünlüktür. Ve bu bütünlüğün oluşmasını sağlayan esasların tarihi olduğu kadar üzerinden esaslar ve ilkeler tespit edilmesi mümkün olan bazı hususlar da tarihte vakidir. İşte bu hamuleyi teşekkül ettiren, bütünlüğü sağlayan hususlardan birisinin ahlak meselesi olduğu, değerlerin kendi muhtevasınca bu büyük yapıya kültür temelinde şekil verdiği söylenirse yanlış olmayacaktır. Tam burada Aliya İzetbegovic’in Özgürlüğe Kaçışım kitabındaki bazı kısımlar hatıra geliyor. İfade-i meram ve maksut olan meseleler Aliya’nın kaleminden tarihi bir çerçevede ahlak meselesi ile birleşerek ortaya konulmuş. Bu bakımdan medeniyet tasarımı ve insanlığımız üzerine tetkikimizi bu çerçevede Aliya ile birlikte sürdürerek medeniyet denilen efsunlu esrarı anlama çabamıza devam ediyoruz.  

Aliya merhum, bu konuda “Milletler tarihe ahlaken zengin maddeten fakir olarak girerler. Tarihten çıktıklarında ise vaziyet genellikle bunun tan tersidir. Hemen bütün önemli halkların tarihlerinde bu tespit doğrulanmıştır… Tarihî ve harici bir güç için bir netice değil ön şart olan şey kesinlikle ahlaktır; tıpkı müstakbel bitkinin tohumdaki yiyecek stoğunu harcayarak filizlenmesinde olduğu gibi, tarihi olarak kendisini gerçekleştiren bir halkın da bu ahlaki stok pahasına yaşadığı, söz konusu ahlaki stoğu harcadığı da söylenebilir…Ahlak hiçbir yerde bir ürün(netice) değildir; biz onu asli biçimiyle bir halkın hayatında ve şuurunda buluruz ve çoğunlukla bunun varlığını açıklayamayız. Ahlak, tarih sahnesine girişini ilan eden “beşeri malzemenin” mütemmim cüzü olarak bulunur. (Özgürlüğe Kaçışım, (Ter. Hasan Tuncay Başoğlu), İst. 2005, s. 77, 78)” Tarihte görünür olmanın, insan-toplum seviyesindeki bütünlüğün zeminindeki temel kültür meselelerinden olarak ahlak Aliya’nın tarihe medeniyet açısından bakışından bu şekilde yer alır.

Aliya devamında “Bu ahlakilik hayatın neticesi değil kendisidir ve başlamak üzere olan hayatın kaynaklarından biridir. Sonda ortaya çıkan ahlaksızlık ve sefahat ise ideallerin boşa gitmiş ve kaybedilmiş oluşunun ifadesidir sadece. Sonuna yaklaşan hayatın kır saçlarıdır onlar. Sefahat gücün değil zaafın ifadesidir,  s.78.”, tespitiyle tarihe giriş ve ondan çıkış sürecinden toplum, devlet ve şehir üçgenindeki bütünlük ve bunun dağılışındaki esasa temas eder. Zira medeniyetin unsurları hayat içerisinde ve insan üzerinden teşekkül ederken bu kaynaktan da beslenerek zaafa düşene kadar devam eder. Aliya vesilesi ile insan/toplum, devlet ve şehir toplamında medeniyette gördüğümüz töreli yani düzenli, bu manada makul halin dağılması ahlak denilen o birleştiricinin fersudeleşmesi ile bütünlüğün zayıflayıp dağılmasının sonucu olarak gözükmektedir. İnsan küçük medeniyet ise onun ahlaki çözülmesi nasıl varlığını, kendini idare ve çevresiyle düzenini bozarsa büyük medeniyet bütünlüğü de aynı siyakta durumdan etkilenir görünmektedir.   

Bu noktada Aliya ahlaka içerik olarak nasıl bakar ve şartını nerede görürü sorusu akla geliyor. “Ahlak iyilik lehine ve kötülük aleyhine özgür ve bilinçli bir seçim gerektirir. Hayvanlar böyle bir seçim yapamazlar ve hür değildirler. Onlar tamamen masumdurlar, fakat ahlak bundan ibaret değildir. ahlak sadece insana aittir. Tabiatıyla ahlaksızlık da, s. 176”. Özgür ve bilinçli davranabilen insan, medeniyet dediğimiz bütünlüğün de esasında yer alıyor. Ahlak sadece bazı ayıplama kuralları olmanın ötesinde hür ve şuurlu bir bilgi alanını temsil ile varlıkta insani medeniyetin oluşumunun bilgi ve değer temelinin kaynağı oluyor. İyi ve kötü şeklindeki çok kadim bir tarifin insan tercihi olması mesuliyeti oluşturuyor. Hür olmayan mesul olamaz. Medeniyet hülasa hürlerin ahlaki zemininde teşekkül edecektir. Bunun kaynağı ise insanlık tarihi kadar çok ve çeşitlidir. Dinler, inanışlar, felsefeler, ideolojiler vs. Her halükarda medeniyet meselesi toplum, devlet ve şehir üçlemesinde bütünlüğünü bulurken bunun birleştirici kaynaklarından olarak ahlak bir bilgi ve değer kaynağı olarak kültürün çok önemli bir ontolojik unsuru olarak kendisini gösterir. Lakin bu hayat gibi konuşulan değil yaşanan/ameli olduğunda kurucu inanç manasına ulaşır.

Aliya medeniyet kaynağı bu değeri ortaya koyarken zuhur ve teşekkül sonrası çöküşe dair olarak da “Bir toplumun veya medeniyetin gelişmiş safhasıyla ilgili tarihleri okurken ruhi ve ahlaki çöküşten bahseden tarihçilerle karşılaşırız; onlar sakin bir şekilde, bolluk ve lüks içindeki insanın insanlığını kaybettiğini ifade ederler. Geriye sadece ahlaki cüceler kalmıştır ve onlar da acımasızca yaklaşan ölümü beklemektedirler. Şurada burada büyük şahsiyetler çıkar, ama onlar umumi zaafın ortasındaki güçsüz nadir fertlerden ibarettirler. Genel halet-i ruhiye ile tezat içerisinde olanların büyüklüğü göze daha da büyük görünür, s. 77”, insanın insanlığını kaybettiği o yerde, medeniyet yani onun bileşenleri, toplum, devlet ve şehrin manasını kaybettiğini söyler. Zaman zaman ortaya çıkan saman alevi parlamalarının ise bütünlük yahut çare ifade etmekten ziyade yokluk içinde var olanın büyük görünmesi ötesinde neticeye tesir etmeyen gölgeler olduğundan bahseder.

Hülasa medeniyet meselesi müstakbel ve hal için üzerinden düşünülmesi, Edebiyat Fakültelerinin, Türk Tarih ve Dil Kurumu gibi müesseselerin çalışmalar yapması gereken, içinde fert/toplum, devlet ve şehir bazında bilim, sanat, iktisat gibi pek çok hususun yer aldığı bir hayat meselesidir. Ahlak zemini ise bu oluşumun görünmeyen ama belirleyen temellerinden biridir. Medeniyet tasarımımızda yer alan unsurlar(toplum-devlet-şehir) beslendikleri kültür kaynakları ile kendi nevi şahsınsa münhasır mizaçlarını kazanırlar. Bizim diyerek bahsetmeye başladığımız yer ise işte bu meseleler doğru anlaşılıp açıklandıktan sonra ancak ne idüğü nasıllığı ile teşhis edilip hal ve geleceğe bakılabilir. Erol Güngör’ün tespit ettiği üzere “"Milliyetçilik, milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirmek ve cemiyeti soysuz değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet davasıdır.  (Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İst. 2004, s. 100.)” Mefkûreye taalluk eden bu ülkü meselesi bir hayat davasıdır ve cıvık fanteziler ötesinde ciddiyetle ele alınmalıdır. Milliyetçilik bu mana ve yaklaşımla bir medeniyetçilik meselesi olarak büyük bir tefekkür ve gayret isteyen bir kavram olarak, aleyhinde inşa edilmiş tüm mefhumlarının ötesinde, bir medeniyet davası olarak milletimizden toplum, devlet ve şehir adına mesuliyeti idrak ve cehd beklemektedir.

Vesselam