Medeniyet, Ahlak ve Aliya
Medeniyet birbiriyle irtibatlı, tabii bağı olan insan/toplum, devlet ve şehir gibi unsurlardan müteşekkil bir bütünlüktür. Ve bu bütünlüğün oluşmasını sağlayan esasların tarihi olduğu kadar üzerinden esaslar ve ilkeler tespit edilmesi mümkün olan bazı hususlar da tarihte vakidir. İşte bu hamuleyi teşekkül ettiren, bütünlüğü sağlayan hususlardan birisinin ahlak meselesi olduğu, değerlerin kendi muhtevasınca bu büyük yapıya kültür temelinde şekil verdiği söylenirse yanlış olmayacaktır. Tam burada Aliya İzetbegovic’in Özgürlüğe Kaçışım kitabındaki bazı kısımlar hatıra geliyor. İfade-i meram ve maksut olan meseleler Aliya’nın kaleminden tarihi bir çerçevede ahlak meselesi ile birleşerek ortaya konulmuş. Bu bakımdan medeniyet tasarımı ve insanlığımız üzerine tetkikimizi bu çerçevede Aliya ile birlikte sürdürerek medeniyet denilen efsunlu esrarı anlama çabamıza devam ediyoruz.
Aliya merhum, bu konuda “Milletler
tarihe ahlaken zengin maddeten fakir olarak girerler. Tarihten çıktıklarında
ise vaziyet genellikle bunun tan tersidir. Hemen bütün önemli halkların
tarihlerinde bu tespit doğrulanmıştır… Tarihî ve harici bir güç için bir netice
değil ön şart olan şey kesinlikle ahlaktır; tıpkı müstakbel bitkinin tohumdaki
yiyecek stoğunu harcayarak filizlenmesinde olduğu gibi, tarihi olarak kendisini
gerçekleştiren bir halkın da bu ahlaki stok pahasına yaşadığı, söz konusu
ahlaki stoğu harcadığı da söylenebilir…Ahlak hiçbir yerde bir ürün(netice)
değildir; biz onu asli biçimiyle bir halkın hayatında ve şuurunda buluruz ve
çoğunlukla bunun varlığını açıklayamayız. Ahlak, tarih sahnesine girişini ilan
eden “beşeri malzemenin” mütemmim cüzü olarak bulunur. (Özgürlüğe Kaçışım,
(Ter. Hasan Tuncay Başoğlu), İst. 2005, s. 77, 78)” Tarihte görünür olmanın,
insan-toplum seviyesindeki bütünlüğün zeminindeki temel kültür meselelerinden
olarak ahlak Aliya’nın tarihe medeniyet açısından bakışından bu şekilde yer
alır.
Aliya devamında “Bu
ahlakilik hayatın neticesi değil kendisidir ve başlamak üzere olan hayatın
kaynaklarından biridir. Sonda ortaya çıkan ahlaksızlık ve sefahat ise
ideallerin boşa gitmiş ve kaybedilmiş oluşunun ifadesidir sadece. Sonuna
yaklaşan hayatın kır saçlarıdır onlar. Sefahat gücün değil zaafın ifadesidir, s.78.”, tespitiyle tarihe giriş ve ondan
çıkış sürecinden toplum, devlet ve şehir üçgenindeki bütünlük ve bunun
dağılışındaki esasa temas eder. Zira medeniyetin unsurları hayat içerisinde ve
insan üzerinden teşekkül ederken bu kaynaktan da beslenerek zaafa düşene kadar
devam eder. Aliya vesilesi ile insan/toplum, devlet ve şehir toplamında
medeniyette gördüğümüz töreli yani düzenli, bu manada makul halin dağılması
ahlak denilen o birleştiricinin fersudeleşmesi ile bütünlüğün zayıflayıp
dağılmasının sonucu olarak gözükmektedir. İnsan küçük medeniyet ise onun ahlaki
çözülmesi nasıl varlığını, kendini idare ve çevresiyle düzenini bozarsa büyük
medeniyet bütünlüğü de aynı siyakta durumdan etkilenir görünmektedir.
Bu noktada Aliya ahlaka içerik olarak nasıl bakar ve şartını
nerede görürü sorusu akla geliyor. “Ahlak
iyilik lehine ve kötülük aleyhine özgür ve bilinçli bir seçim gerektirir.
Hayvanlar böyle bir seçim yapamazlar ve hür değildirler. Onlar tamamen
masumdurlar, fakat ahlak bundan ibaret değildir. ahlak sadece insana aittir.
Tabiatıyla ahlaksızlık da, s. 176”. Özgür ve bilinçli davranabilen insan,
medeniyet dediğimiz bütünlüğün de esasında yer alıyor. Ahlak sadece bazı ayıplama
kuralları olmanın ötesinde hür ve şuurlu bir bilgi alanını temsil ile varlıkta
insani medeniyetin oluşumunun bilgi ve değer temelinin kaynağı oluyor. İyi ve
kötü şeklindeki çok kadim bir tarifin insan tercihi olması mesuliyeti
oluşturuyor. Hür olmayan mesul olamaz. Medeniyet hülasa hürlerin ahlaki
zemininde teşekkül edecektir. Bunun kaynağı ise insanlık tarihi kadar çok ve
çeşitlidir. Dinler, inanışlar, felsefeler, ideolojiler vs. Her halükarda
medeniyet meselesi toplum, devlet ve şehir üçlemesinde bütünlüğünü bulurken
bunun birleştirici kaynaklarından olarak ahlak bir bilgi ve değer kaynağı
olarak kültürün çok önemli bir ontolojik unsuru olarak kendisini gösterir.
Lakin bu hayat gibi konuşulan değil yaşanan/ameli olduğunda kurucu inanç
manasına ulaşır.
Aliya medeniyet kaynağı bu değeri ortaya koyarken zuhur ve
teşekkül sonrası çöküşe dair olarak da “Bir
toplumun veya medeniyetin gelişmiş safhasıyla ilgili tarihleri okurken ruhi ve
ahlaki çöküşten bahseden tarihçilerle karşılaşırız; onlar sakin bir şekilde,
bolluk ve lüks içindeki insanın insanlığını kaybettiğini ifade ederler. Geriye
sadece ahlaki cüceler kalmıştır ve onlar da acımasızca yaklaşan ölümü
beklemektedirler. Şurada burada büyük şahsiyetler çıkar, ama onlar umumi zaafın
ortasındaki güçsüz nadir fertlerden ibarettirler. Genel halet-i ruhiye ile
tezat içerisinde olanların büyüklüğü göze daha da büyük görünür, s. 77”,
insanın insanlığını kaybettiği o yerde, medeniyet yani onun bileşenleri,
toplum, devlet ve şehrin manasını kaybettiğini söyler. Zaman zaman ortaya çıkan
saman alevi parlamalarının ise bütünlük yahut çare ifade etmekten ziyade yokluk
içinde var olanın büyük görünmesi ötesinde neticeye tesir etmeyen gölgeler
olduğundan bahseder.
Hülasa medeniyet meselesi müstakbel ve hal için üzerinden
düşünülmesi, Edebiyat Fakültelerinin, Türk Tarih ve Dil Kurumu gibi
müesseselerin çalışmalar yapması gereken, içinde fert/toplum, devlet ve şehir
bazında bilim, sanat, iktisat gibi pek çok hususun yer aldığı bir hayat
meselesidir. Ahlak zemini ise bu oluşumun görünmeyen ama belirleyen
temellerinden biridir. Medeniyet tasarımımızda yer alan
unsurlar(toplum-devlet-şehir) beslendikleri kültür kaynakları ile kendi nevi
şahsınsa münhasır mizaçlarını kazanırlar. Bizim diyerek bahsetmeye başladığımız
yer ise işte bu meseleler doğru anlaşılıp açıklandıktan sonra ancak ne idüğü
nasıllığı ile teşhis edilip hal ve geleceğe bakılabilir. Erol Güngör’ün tespit
ettiği üzere “"Milliyetçilik,
milli kültürü bizzat bir medeniyet kaynağı haline getirmek ve cemiyeti soysuz
değişmelerin açık pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh
milliyetçilik aynı zamanda bir medeniyet davasıdır. (Erol
Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İst. 2004, s. 100.)”
Mefkûreye taalluk eden bu ülkü meselesi bir hayat davasıdır ve cıvık fanteziler
ötesinde ciddiyetle ele alınmalıdır. Milliyetçilik bu mana ve yaklaşımla bir
medeniyetçilik meselesi olarak büyük bir tefekkür ve gayret isteyen bir kavram
olarak, aleyhinde inşa edilmiş tüm mefhumlarının ötesinde, bir medeniyet davası
olarak milletimizden toplum, devlet ve şehir adına mesuliyeti idrak ve cehd
beklemektedir.
Vesselam