02 Temmuz 2021

​Medeniyet kabiliyeti üzerine özel bir kültür tahkimi

Bizim medeniyet algımız yaralıdır. Kimin medeni kimin olmadığına dair içimizde biriken bütün bilmeceli laflara karşı kimsenin bir şey deme hakkı yok diye düşünürüz. Şimdi durup düşünmek varken kendi içinde her şeyi bilen biri olarak (!) medeniyetin kendi halinde ölen ve dirilen tanımlarına karşı gerçekten hiç te vicdanlı davranmayacağız.  Kültür kimliği bizim tanımlarımız içinde sadece bizi ilgilendirir; ama medeniyetin karışanı çoktur. Hatta adamlar –içerden ve dışardan- rahatlıkla seni-beni medeni olmamakla suçlama hayretiyle yaşarlar ömürlerini.

Bir başka nokta da şudur: Avro-Asiatik kimliğimizle bütün dünyanın bizden medeniyet dersi aldığına dair öteden beri süren iddiamıza biz yeni bir halka eklemek istiyoruz. İddiamız askıda mı? Böyle bir iddiamız mı var? Taaccüp ettik. Öyleyse ise o da şöyle: neden bizim yaptıklarımıza dünyanın değişik uluslarından herhangi bir katkı gelmez mesela nükleer santral konusunda; dünya kendi içinde girift bir danışmaya girer hem de; Türkiye’nin nükleer santrali olması meselesi öylesine uluslararası ilişkiler sorunsalının pençesine takılı verir? Oldu mu? Oldu, -daha önce de mi?-. Evet. 

Medeniyet içsel dönüşüm öngörür; kültürel öznellik de onun çeperinden sızar, hem de -özel-. Medeniyet, kültüre yardım ederse kültürün medeni değerlere katkısı neden bir başka ulusun istemediği bir şey olarak savaş nedeni olur? Oldu mu? Tehditlere bakar mısınız? Buradaki dönüşüm tesanütü sadece pakt’lar mıdır, sadece kendinin olan kilise birlikteliği midir? Nedir yani?

Santral konusu salt bizi ilgilendiren konu olarak dile geldi sanılmasın; konu gerçekten büyük bir medeniyet ve kültür sorunu olarak yine önümüze geldiğinde –gelmesi muhtemel iken- neden onun bir ölüm simetrisi olduğunu değil de insanlığın ısınması ve –ışıklanması- konusunda büyük bir fayda sağladığını söylüyoruz. Söyleriz. Öyle çünkü. Bu açıklamayı müttefiklerimize de söyleriz, anlıyorlar mı? Hayır, yine söyledik? Anladırlar mı? Tam o anda hasım gördüklerimize de deriz ki, bu santral bir tehdit unsurudur. Hem de bizi hasımlaştıran -sana karşı-. Kültür kimliğinin medeni olmaya ihtiyacı bu noktadan sonra doğar. Çünkü kültür, medeniyetin birçok şeyini kendi bencil dünyası için saklar; bu o kadar aşikâr bir şeydir ki. Akıl ve yıldırma oyunlarında medeniyet kapsülü bizim işimizi iyi görür. Görüyor, bakın göklerde hepsi şimdi. Teknolojinin kendi içinde kültür normu haline gelişinden bahseden onca iflah olmazın –opposite atom reaktörü gerillasının- sanayi devrimi kabiliyetine söyleyecekleri olmalı. Hadi buharlı treni kaçırmıştık. Öyle zahir. Ama...

Reaktörlerden –santralden- geçtik şu yelpazeler konusu mesela; rüzgârın ferahlığını içimize gönderen yelpazelerin Japonların nezdindeki değerini neden bir türlü anlamayız ki? Yelpaze ve reaktör. Medeniyet dediğin işte tam da budur. Senin ihtiyacın beni fazla ilgilendirmez; kültür askısında kaldığı sürece o yelpaze, sadece başka kalabalıklara yabancı olarak bakar; yok eğer, bende sana dersem ki, o yelpazeyi kullanacağım diye, işte o an ihtiyacım çerçevesinde, mesele değişir; o zaman benim renklerim, kumaşım ve ahşabım meselenin içine dahil olacağından medeniyet harcı kendi içine bizi de karı verir.

Pederime demiştim, şu yelpazelerden bende istiyorum; dedi ki onlar Hac’ta-Mina'da işe yarar, burada değil. Çünkü pederin Hac’tan dönüşte çantasından bir yelpaze çıkarmıştı. Bizim peder ciddi işlerle uğraşırdı, yelpaze ona çok hafif kaçardı; gerçekten yelpazenin babam tarafında Hac'ta kullanıldığını Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere sıcaklığına dayanmaya bu yelpazelerle çalıştığını –bir süre sonra- anlamıştım. Çünkü eve geldiğinde yelpazesiz Hicaz'da adım atamayan peder, -efilek paranteze- hiç dokunmamaya başladı. İhtiyaçların kültürü! Türkiye'ye geldi görevi tali oldu, yelpazenin. İşte o zaman dedim ki, biz Türkler yelpaze ve nükleer santral konusunda  gerçekten herkesten farklı düşünüyoruz. Japon'un süs eşyası yelpaze-si-nin Hicaz'da farklı işlevsellik kazanması ne menem bir işti. 

Reaktörler ve santraller konusunda dünyanın bu teknoloji ile sadece kendilerine iyilik yapmasını planlayan büyük devletlerin seçici hallerinde vahşilik gördüm, -kültür değil.- Gördüğüm şey şuydu? Onlar teknoloji üzerinden kendilerini iyileştirirken diğer ülkelere -/medeniyet normu- götürme konusunda hiçte istekli değillerdi. Atom reaktörü onların medeniyet platformu değil sömürü ve üstünlük vasıtaları idi. Bu durumu medeniyetin ortaklık olduğu tanımı ile çelişir buldum -ve dedim ki-, hayır medeniyet bu anlamıyla sadece emperyalizmin kelepçesidir. Ama sen yaparsan reaktörü -atom ön takısıyla hem de-, o zaman iş başka. Şimdi şunu diyebiliriz, kültür başkasının ise ona kendi benliğinle sen olmayı eklersin; -bunu yapamazsan-, şansın, medeniyet havzasına o kültürün üzerinden yaklaştıkça uzaklaşı verir.